30-31 Mayıs tarihleri arasında, ikisi olağanüstü, diğeri olağan olarak adlandırılan iki toplantı gerçekleştirildi. Toplantı çağrısını ve ev sahipliğini Suud’un yapması, yer olarak emin! bir belde olan Mekke’nin seçilmesi, aylardan da Ramazan olması, zirvenin ve sonuçlarının meşruiyeti açısından iyi hesap edilmiş. Bu toplantılar sırasıyla şöyle; İlk toplantı Körfez İşbirliği Teşkilatı (KİK), ikincisi Arap Zirvesi, üçüncüsü İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT).
Son toplantı (İİT) hakkında çok şey söylemeye gerek olmayacağı aşikar, nedeni ise; her sene olağan ya da olağanüstü toplaşıp başta Filistin ardından diğer müslüman ülkelerde yaşanan zulümleri üst perdeden kınayıp vicdanlar rahatlatılır, bir yaptırım ve hareket çıkmaz, sonuç koskoca bir hiçtir!
İlk iki olağanüstü toplantı hakkında ise Körfez’in, Ortadoğu’nun ve Müslüman Alemi’nin (ne acı ki İslam Alemi olamayan) geleceği açısından söylenecek çok şey var.
21 Arap ülkesinden alim, aydın ve önderlerin de eşlik ettiği geniş katılımla düzenlenen zirvelerin ana gündem maddelerinin en başında, İran’ın son günlerde bölgedeki müdahaleleri vardı ve sırf bunun için toplanıldığı sonuç bildirgesinden ve açıklamalardan belli oluyordu. Toplantı sonrası, Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Genel Sekreteri Abdullatif ez-Ziyani’nin yaptığı açıklama başlıktaki ‘zalimler’ ifadesini haklı çıkaracak mahiyetteydi; ‘ABD Körfez’e savaş için değil İran rejiminin kötü emellerinin önünü tıkamak için asker yığıyor, ABD’nin politikasını destekliyoruz.’
Bu ifadeler, ‘Amerika ve Suudi Arabistan dünyaya barış getirmek için çabalıyorlar..’ diyen ve arkasından iki ülkenin çıkarları için Allah’a dua eden Mekke-Medine’nin büyük imamı/âlimi Sudeysi’nin sözlerine ne kadar da benziyor? Zaten bugünlerde sarayın politikalarına muhalif olan alimlerin idamına hüküm verildiği bir ortamda benzerlik olmaması beklenemezdi..
Bu açıklamalar sonrası için olacakları tahmin etmek de zor olmasa gerek; olası savaş gerekçesiyle milyar dolarlık silah satışları, Yemen’e daha çok bomba yağması, Sudan başta olmak üzere, ülkelerin içinin yangın yerine döndürülmesi, tabi İsrail’in güvenliği için daha çok hassas davranılması, ABD’nin her konuda razı edilmesi..
Önümüzdeki günlerde zaten ateşler içinde olan bölgeye körükle gidileceğine kuşku yok. Ateşin üzerine barutu dökenlerin Müslüman olması ve bunun da kıblelerinde gerçekleşmesi, ümmet olma umutlarını söndürmeye yetip de artıyor.
Sisi ve Benzerlerinin Kıblesi Neresi Acaba?
Tabi ki buraya kadar gelmişken umre yapmadan gidilir mi? Mısır’ın günümüz Firavun’u Sisi de zirveye katılanlar arasındaydı. Umre yaparak, herhalde aldıkları kararların kabulü için, ya da gasbettiği makama döndüğünde yapacağı zulümlerde muvaffakiyet dilediği/dua ettiği anlar görüntülenmiş belki de o, kameralar için özel olarak ellerini kaldırmış da olabilir. Aslında bu ve bunun gibilerin Beytullah’a korkarak girmesi gerekiyor ama o emir sadece Kitap’ta yazılı kaldı ne yazık ki!
Sonuç bildirgesinde gölgede kalan konular arasında, ‘farklı inanç ve kültürlere saygı ve diyaloğun geliştirilmesi..’ diye bir madde de mevcuttu. Bu konularda mezhebini iyiden iyiye genişleten Veliaht Prens Selman’ın ilk adımı atacağını umuyoruz. Tahminen umre için Kâbe’ye ilk ziyareti de her şeyi borçlu oldukları Trump gerçekleştirecektir. Aralarından su sızmayan damat Kushner de tavaf esnasında babasına katılabilir. Müslüman olmadıkları önemli değil, alimler ne güne duruyor ki, dünya barışına katkı sağlamak başlı başına yeter, mikat mahallinde gusletmeye, kelime-i şahadete falan da gerek yok. Ne de olsa dolar her kapıyı açar, kabenin kapısı ardına kadar açılır..
İran'(a)da Neler Oluyor?
Tabir caizse tepeden tırnağa mollaların yönetiminde olan, toplumun ekserisinin de resmi mezhebi din olarak benimsemelerinden dolayı, bu durumun İran rejimine güven ve destek verdiğinde de şüphe yok. Bundan sonra yapılan zulümler de böylelikle meşruluk kazanıyor ve belki de cihad mesabesinde görülmesine sebebiyet veriyor. Suriye’de ardından Yemen’de işlemiş olduğu cürümler bunun göstergesi.. bunlara mezhebinden cevaz bulması da zor değil; ‘benim gibi inanmayan ölümü haketmiştir!’..
Geçtiğimiz hafta İran Devlet Televizyonunda yayınlanan bir programda yaşananlar ise, rejimin mezhebî taassubunu göstermesi bakımından ibret vericiydi. Rasulullah’ın (as) eşine ve -tabi ki Ali hariç- diğer halifelere ağır hakaretler edildiği sırada seyircilerin de alkışlarla destek vermesi sosyal medyada yer bulmuştu. Yetkililerden ve mollalardan bir kınama gelmemesi buna çanak tutulduğunun, onaylandığının bir göstergesi olarak okunmasını sağlıyor ve kendi gibi düşünmeyen diğer müslümanlarla aradaki uçurumlarını derinleştirmekten başka şeye hizmet etmiyor!
**
Zalim yönetimlerin/yöneticilerin yanında/en yakınlarında pozisyon alan alimler, müslüman halklar nezdinde bel’am ya da Samiri olarak görülmekte ve ilmin kıymetini gözlerden düşürmektedir. Mekke’nin eminliği, Harem’in saygınlığı, kabenin dokunulmazlığına halel getirmekte, iman kardeşliği, vahdet, ümmet olma bilincini ve umudunu tüketmekte ve dumura uğratmaktadır.
Canı pahasına hakkı ayakta tutan, ilmini, yeryüzünde zulmün son bulmasına ve İslam’ın vücut bulmasına hasreden, isimsiz, makam-mevkisiz ama takvalı alimlere selam olsun..
Venhar
Bu güzel yorumu yazana da selam olsun
Venhar’a bu anlamlı yorumundan dolayı teşekkür ederim. Bir çok insanın sadece izlemekle ve duymakla yetindiği bu tür haberlerin arka planı mutlaka deşifre edilmeli ki, şeytan ve dostlarının işlemiş oldukları cürümleri görebilelim. Allah müslümanların basiretini artırsın.
Bu anlamlı yorumu yazanlardan Allah razı olsun. Az da olsa olması gerekeni yapanlardansınız. Az olan kıymetli olur. Allah gücünüzü arttırsın.
Allah ecrinizi versin. Rabbimiz müslümanların basiret gözünü açsın.