Toplumsal yozlaşma aldı başını gidiyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme sinyalleri verildiğinde haberlerde sürekli olarak gündem edilen kadın cinayetleri yeniden hortlayıveriyor. Falan erkek sevgilisini öldürdü, filan erkek eski eşini öldürdü diye sürekli işlenen haberlerin elbet bir maksadı vardır. Bu maksat, herkes bilir ki kadınlara yönelik şiddetin sebebi değildir. Zira “efendiler” için kadınlar hiçbir zaman kıymetli olmamışlardır. Eğer öyle olmuş olsaydı kadınların bedeni üzerinden yapılan her türlü ticaret ve kadının nesneleştirilmesi bugün mümkün olmazdı.
Kadına yönelik şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı konuşulurken esas gözden kaçırılan şey özgürlük adı altında kadın ve erkeğin hazlarının kölesi haline getirilmesidir. İnsan bireysel bazda kendi hazlarını tatmine sağlamaya dönük yayınlar ve politikalar propagandası altında yaşarken ve sürekli pompalanan cinsellik dürtüleriyle zihni kuşatılırken sonucun başka bir yere çıkmasını beklemek elbette mümkün değildir. İstanbul Sözleşmesi’nde altı çizilerek belirtilen “sözde namus” kavramının kadına yönelik şiddetin sebebi olmaması ifadesi aslında namusun alaşağı edilerek içinde sevginin, merhametin ve inancın çevrelediği bir duygunun yokedilerek her türlü serbestiyet içinde insanların birbirlerini aldatma özgürlüğünü kazandırmaktır. İşte bu kadını paçavraya dönüştürmekten ve kaba tabirle kadını piyasa malı yapmaktan başka bir anlama gelmez. Zira İslam kadını ve erkeği harama bakmaktan, zinaya yaklaşmaktan kaçındırarak kadının ve erkeğin onurlu bir yaşam sürmesi için harekete geçer. İstanbul Sözleşmesi dinin, geleneğin, örfün belirlemiş olduğu kadın ve erkek rollerine karşı çıkarak bütün duvarları yıkar ama yerine de yeni bir şey koymaz. Çünkü onun istediği şey postmodern dünyada kadının ve erkeğin piyasada pazar haline getirilmesi ve hem erkeğin hem kadının bedeni başta olmak üzere tüm duygularının pazarda sömürülmesidir.
Sonucu tartışmak kolaydır. Zor olan şey bu ölümlere neyin sebep olduğunu tartışmaktır. Bir bayan yahut erkek evli oldukları halde bir erkekle veya kadınla birlikte olabiliyor ve bu durum normal karşılanmalı diyor yasalar. Burada aile, çocuklar ve toplumsal yapı hiç umursanmıyor. Yasalar ahlaksızlık yapanları koruyor buna karşın ahlaklı insanlar ahlaklı oluşlarından dolayı fiziksel ve duygusal şiddete maruz kalıyorlar. Buna rağmen istenen şu ki, hiçbir aşırılığa müsaade etmeden varolan kötülüğün kabul edilmiş olması. Bu insan fıtratına uygun olan bir davranış olamaz. Mutlaka bir yerlerden bu hadise patlak verir. Öyleyse İslam’ın emrettiği üzere kadın ve erkek ilişkisinin düzenlenmesi şarttır. Elbette kapitalist bir sömürü düzeninden bunu beklemiyoruz. Malum dağ fare doğurmaz. Ne var ki müslüman bireyler aile yapılarını inançları üzerinde inşa etmeye gayret edebilirler.
Kadın ve erkek eşit değildir ve kıyamete kadar da eşit olmayacaktır. Çünkü kadın ve erkek yapabilirlikleriyle farklıdır. Bu farklılıkları nedeniyle asla birbirlerinden üstün ya da aşağı da değillerdir. Herkes adil bir şekilde kendi yapabilirliklerini yaptıkları müddetçe toplumsal bir yozlaşma olmayacağı gibi zihni ve kalbi bir kaosta yaşanmayacaktır. İslam’ın emri olmayan aşırıya kaçılmış bir takım gelenekleri İslam’danmış gibi pazarlamaya kalkmak da kuşkusuz postmodernliğin en büyük saldırı tekniklerindendir. Bu tuzağa düşen ve kaynağını gelenekten alan onlarca, yüzlerce sözde “İslami” yapılar mevcuttur.
Eşcinselliği, kadınların ve erkeklerin evlilik kurumu olmadan serbestçe cinsel ilişki ve birliktelikler yaşanmasını destekleyen yasalar ve bu yasaları savunanlar elbette Allah’a bunun hesabını nasılsa vereceklerdir. Ama bu ahlaksızlığı özgürlük ve aşk adı altında pazarlayanlar insanlığın çürümesine ve daha fazla ölümlere, kaoslara sebep olacaklardır. Bu fitne ateşi söndürülemezse tüm toplumu kuşatıp yakacaktır.