“Biz müttefikler ailesi içinde, NATO içinde, CENTO içinde, vazife ve vecibeler alırken, bir takım müttefiklerimizden vazifeler isterken, ittifak muahedeleriyle bize düşen vazifeleri de sadakatle yapacağımızı taahhüt etmişizdir… Türkiye, ittifaklarına sarahatle bağlı olmaya kesinlikle karar vermiş ve bu vaziyetinden de memnun olan bir devlettir.”
(İsmet İnönü, 29 Nisan 1963 Meclis Kürsüsü)
“Aksine olarak biz, Birleşmiş Milletler prensiplerini teyidetmeyi ve ayrıca mensubu bulunmaktan itimat duyduğumuz NATO’nun metodunu ve politikasını her sahada teyidetmeyi dış politikamızın mihveri haline getirmişizdir.”
(Adnan Menderes, 28 Aralık 1956 Meclis Konuşması)
İblis’in devlet olarak vücut bulmuş hali olan Amerika’nın öncülüğünde Kuzey Atlantik Paktı (NATO) 1949 yılında kurulur. 2. Dünya Harbi’nin hemen sonrasıdır. Tabi ki amacı dünya barışıdır! Üye olmak isteyen ülkeler sulhu temin için sıraya girerler. Tabi ki Türkiye de bunlardan biridir..
Bir dizi imtihandan geçirilir Türkiye. Örgütün (aslında Amerika’nın) kabul kriterlerine uygun değildir. Çünkü tek partiyle ve tek adamla yönetiliyordur. Batı tipi demokrasi, çok partili siyasi sistem istenir. Hay hay der Milli Şef ve seçimler yapılır. Demokrat Parti ezici çoğunlukla tek başına iktidar olur. Halkı sıkboğaz eden uygulamalar esnetilir, kaldırılır. Ezan arapça aslına döner ama CHP içinden gelenlerin zihniyeti aslında hiç değişmemiştir. Muasır medeniyetlere ulaşma miti (amentüsü) aynen devam ettirilmiştir. Zaten dış politikada Batı’nın yolu, içte yine laik, seküler olmak şartı ile parti olmalarına izin verilmiştir.
Atılan bu adımlara rağmen üyelik kabul edilmez. Hükümet başka çareler arar. Bu arada Amerika yeni bir düşman icat etmiştir. Adını kominizm koyar. Sovyetler Birliği hedefe konur. Hemen Türkiye Sovyetlere cephe alır. İçeride Moskof düşmanlığı ayyuka çıkar. Dernekler kurulur, vaazlar verilir, yeni şeytan taşlanır.
Sovyete diş geçiremeyen Amerika Kore’yi gözüne kestirir. Askerî harekat başlatır. NATO üyelerini yardıma davet eder. Üyeler isteksizdir, çünkü meşru saymazlar. Türkiye kabul bile görmediği halde örgütün âli menfaati için savaşa katılmak ister. Maksat dostlar savaşta görsün de içlerine alsınlar diyedir. Büyük Şeytan ellerini ovalar, kabul eder.
İçeride savaşa gönüllü o kadar çok başvuru vardır ki eleme usulü kabul olunur. Halka bunu anlatmak için vaazlarda koministler kafir olduğu için ehl-i kitap olanlarla bir olup küffara karşı cihada gidildiğinden dem vurulur. Diyanet reisi Ahmet Hamdi Akseki; Kore’yi Allah yolu, ölenleri şehit saymıştır.
Kimse bizim orada ne işimiz var dememiştir. 4 milyon insan ölmüş, sivil yerleşim birimleri, kadınlar-çocuklar vahşice katledilmiştir. Ölen Türk askerinin sayısı 3277 olarak hesaplanmış, bu rakam gidenlerin yüzde 23’ü eder ve zayiat olarak belirlenmiştir.
Türkiye savaşta kararlılığını ortaya koymuştur. Her şeyiyle kendini NATO’nun emrine amade etmeye hazırdır. İngiltere, Fransa, Amerika’nın onayı ile NATO’ya kabul edilir. Tarih 18 Şubat 1952’dir. Bu tarihten sonra Amerika bu topraklarda askeri hakimiyetini kurmaya başlar. 1963 yılına gelindiğinde irili ufaklı 100’ün üzerinde üssün olduğu belirtilir. İkili anlaşmalarla, bazen imzalı bazen imzasız yapılan mutabakatlarla yerlerini sağlamlaştırmışlardır. Sadece askeri değil sivil olarak da Amerikalı uzmanlar gelip bakanlıklarda, devlete bağlı kurumlarda yerleşmişlerdir. Ordunun yapısı ve zihniyeti değiştirilmiş, devlet kurumlarının işleyişi Amerikan tipi olmuştur.
Bununla kalmaz tabi ki Amerika, emellerini gerçekleştirmek için daha çok nüfus etmek ister. Eğitime de el atar. Başta Rockefeller Vakfı olmak üzere ismi malum diğerleri eliyle Amerikan Kolejleri ve okulları açılır, burslar verilir. Türk siyasetinde rol almış bazı isimler bu okullarda okur, burs alırlar.
Bu sırada yazılı ve görsel basının ağzının suyu akarak Amerikan propagandası yapmaktadır. Batılı bir ülkenin dünyaperest yaşantısı özendirilmektedir. Ahlaksız her türlü yaşam tarzı empoze edilmektedir.
İçeride bunlar olurken Türkiye dış politikasında tam bir batılı gibi davranmaktadır. Komşularıyla olan ilişkilerinde, ‘aman NATO ve Batılı dostlarımıza ters düşecek bir adımdan uzak duralım” tavrındadır. İran, Mısır, Filistin, Tunus, Cezayir, Afrika, Hindistan.. hepsine resmen sırt dönmüştür. 1948’de İsrail kurulduğunda ilk tanıyan müslüman ülke olması manidardır.
Burada belki başlığımıza dönmemizin zamanı gelmiştir. 18 Şubat’ta Türkiye’nin NATO üyeliğinin 70. yılı münasebetiyle mesajlar yayınlandı. İçlerinden en dikkat çekici olanı Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın sözleriydi: “Türkiye 70 yıldır NATO’da liderlik eden ve taahhütlerine bağlı, üyelerindendir. Türkiye dünyanın farklı bölgelerinde çok çeşitli misyon ve operasyonlara katıldı, bu anlamda ilk 5 üye arasında yer almaktadır. NATO’nun tek Müslüman üyesi olarak, İslam coğrafyasıyla köprü vazifesi görüyor.”
Şeytan ayrıntı da gizlidir. Türkiye NATO’nun ilk ve tek halkı müslüman olan ülkesidir. Bu bile düşünmeye değerdir. Ortadoğu ismi verilen coğrafya Batılı kafir devletler eliyle şekillendirilirken Türkiye bu işe aracılık edilmiştir. Köprü olmuştur, üzerinden silah ve mühimmat taşınmış, köprünün altından çok kanlar akıtılmıştır. Halkı müslüman olan ülkeler tarumar edilmiştir. Acaba, ülke içindeki üslerden kaç uçak kalkıp nerelere bomba atmıştır, nerelere asker sevkedilip, mühimmat yollanmıştır? Kaç masumun kanı bulaşmıştır NATO aracılığıyla Türkiye’nin eline?
Eli kanlı kafir bir örgüte, tek müslüman üye olmakla övünmek nasıl bir ruhtur. Bu durumdan ancak utanç duyulması gerekirken aksine bunu fırsata çevirip ‘bizde sizdeniz’ demek 70 yıldır kıblenin değişmediğini gösteriyor.
İnsanın aklına; DP’yi iktidara taşıyan temel saiklerin, aynısıyla AKP’yi de iktidara getirdiğini ve hâlâ da orada tuttuğunu getiriyor. Demek ki bundan sonra gelecek olan partilerde Batı’nın âli menfaatlerinde hem fikirse sorun olmaz. Ama milim saparsa DP gibi alaşağı edilir, darbe yapılır.
Kur’an’da Allah; “Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” buyurur. Ayete tezat bir durum söz konusudur. Devlet müslümansa NATO’da ve Batılı devletlerle olan velayetine son vermelidir. Yok eğer devlet seküler halk müslümansa laik-demokratik yönetim şekline artık alaşağı etmelidir.
Venhar Yorum
İktidardaki partinin ‘İslamcı’ olduğunu iddia edenler nasıl yalan söylüyorsa, Türkiye’nin ‘Müslüman bir ülke’ olduğunu iddia edenler de yalan söylüyorlar. Ya doğrusunu bilmedikleri için ya da İslam’ı istismar etmek için bu söylemlere sahip çıkıyorlar. Gerçek ise Türkiye’nin Batılı bir ülke olduğudur!
Kur’an’ı siyasette ve toplumsal hayatta referans almayan bir ülke; devlet ve toplumuyla Müslüman olarak tanımlanmayı hak etmez!