Sonradan haberim oldu. Bir bilgi yarışmasında, katılımcılardan birisi büyük ikramiyeyi kazanmış. Bu bir “ilk”miş. Ne denir, bilmiyorum. Doğrusu, ne “aferin”, ne de “helâl olsun” demek geliyor içimden. Bilgi yarışmalarının bir nevi “bilgi kumarı” olduğunu ve yapılmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Bu hususta daha evvel bir şeyler yazmıştım. Bu konuya dönmeyeceğim. Ama “milyonluk soru” lâfı zihnimi kışkırttı. Aklıma bir soru geldi. Benim de milyonluk bir sorum var. Aşağıda soracağım… Biraz sabır lütfen.
Bâzıları gibi bilgiyi kutsayanlardan, yüceleştirenlerden değilim. Misâl olsun; “bilgi toplumu”, “bilgi ekonomisi” gibi kavramlardan derin endişeler hissediyorum. Kendisini yeniden üretmekte başarılı olamayan “üretim toplumunun” yerini alacağı iddia edilen ve bu uğurda sayısız güzellemesi yapılan “bilgi toplumu” ve “ekonomisinin” insanlığa ödeteceğini öngördüğüm bedellerden ürküyorum. Evet, üretim toplumu insanlığın üzerinden bir silindir gibi geçti. Bilgi toplumu onu çözüyor. Bu da pek çoğumuzun hoşuna gidiyor. Ama “gelenin gidene rahmet okutması” diye bir lâf boşuna edilmemiş olsa gerektir.
Modern dünyâda bilgi, dînî-ahlâkî öncüllerden arındırıldı. Bu iş, öncüllerin bilgiyi sınırlandırdığı, gelişimini engellediği varsayımından hareket edilerek yapıldı. Bu değerlendirme bir noktaya kadar yanlış değildir. Özellikle de kurumsal dinlerin bu husustaki sicillerinin bir hayli bozuk olduğunu biliyoruz. Ama çıkartılan netice; yâni bilginin bağımsızlaşmasının bir selâmet gibi sunulması ne kadar doğru oldu, Allah bilir. Bu, bir doğrudan bir yanlış doğurmak gibi gelir bana. Bilginin “nesnel kılınması” ile nesneleşmesi ve araçsallaşması arasındaki bağ çoğu defâ ihmâl edilir. İlki yüce bir amaç; diğeri ise ârızî bir durum gibi görülür. Hâlbuki bu ikisi birbirini emzirmektedir.
Bilmek için bilmek, saf meraklarla bilgiye ulaşmak, bilgi târihinin kendisini pek az açıklayabilir. Bu asil bir tablodur. Ama fazlaca kanmamak gerekir. Bilgi bir defâ ortaya çıktıktan sonra, onu kuşatan târihsel bağlamlara taşınır ve iktidârların çıkarlarına dayalı olarak kullanılır. Geleneksel dünyânın iktidarları bilgiyi kısıtlayarak, sâdece işlerine gelen bilgileri tartışmaya kapatıp, dogmalaştırarak işlerini görüyorlardı. Bilgiyi baskılamak elbette insanlığa bâzı bedeller ödetti. Ama şu soruyu sormamız gerekiyor gâliba: Bilgisizliğin doğurduğu bedeller, bilgilerimizin ödettiği bedellerden daha mı fazladır? Değilse tersi midir?
Modern dünyâ dogmalara savaş açtı. Kireç tutmuş bilgi tekellerini kırdı. Bilgi modern dünyâda alabildiğine çoğaldı. Ama bu kadar bilgiyle ne yapılacağı sorusu açıkta kaldı. Neticenin pek iç açıcı olduğunu düşünmüyorum. Hâsılı bilgiden ve bilmekten daha mühim olan onların ne adına, ne için kullanıldığıdır. Ahlâkî öncüllerin koyduğu barajı ortadan kaldırırsak, bilginin üretimini arttırmış oluruz elbette. Ama o derecede de tasarrufunu keyfîleştiririz. Bir misâl üzerinden gidelim. Einstein, maddenin enerjiye dönüştüğü süreçleri anlamamızı sağlayan görecelilik teorisini geliştirdi. Fizik bilgilerimizi dönüştüren devrimci bir gelişmeydi bu. Eğer çalışmalarını devâm ettirdiği sırada, öngörülü birisi Einstein’a, bu bilgileri kullanarak nükleer silâhlar üretileceğini ve yüzbinlerce insanın “bir anda” kül olup savrulacağını, milyonlarca insanın da peyderpey acılar çekerek öleceğini söyleseydi, Einstein ne yapardı acaba? Çalışmalarına devam mı ederdi; değilse dükkânını kapatıp gider miydi? Siz olsanız ne yapardınız? İşte size milyonluk bir soru…
Bugün bizi zehirleyen gıdaların kimyâ alanında zenginleşen bilgilerimizin ürünü olduğunu aklımıza getiriyor muyuz acaba? Belki de bu kadar kimyâ bilmeseydik bu kadar zehirlenmeyecektik. (Kimyâ lâfı ne ara mide bulandırıcı hâle geldi?). Bildiklerimizle kazandıklarımız, bilerek kaybettiklerimiz arasında bir muhasebe yapsak, netice ne olurdu acaba?
Bu kadar sorunlu olan bilgi târihi içinde idrâk ettiğimiz aşama bilginin nesneleşmesini en yüksek aşamaya çıkarıyor. Bilgi olanca nesneleşmiş hâliyle artık araçsallıktan da çıkıp kendi kendisinin amacı hâline dönüşüyor. Teknolojizmin yaptığı da bu. İktidarlar bilgiyi kullanarak yâni araçsallaştırarak berbat işlere imzâ attılar. Teknolojik ilerleme öyle bir raddeye geldi ki, artık mevcût iktidarlar onun kontrolünü devam ettiremiyorlar deniliyor. Bu da teknoloji aracılığıyla, ister siyâsal, ister ekonomik tekmil iktidârların baskısından kurtulacağımız sanısını; daha doğrusu yanılsamasını doğuruyor. Geleceği kestiremem. Ama bunun böyle olmayacağını, teknolojik devrimlerin şimdilik bilemediğimiz yeni iktidar tiplerini doğuracağını tahmin edebiliyorum. Gelen gideni aratacak mı, yaşayan görür…
Yeni Şafak / Süleyman Seyfi Öğün