Doğada varolan bir sünnetullahtan bahsedebiliriz. Hayvan olsun, insan olsun, bitki olsun farketmeksizin ne ile beslenirseniz beslendiğiniz şeylerin tezahürleri beslenenin üzerinde görülür. Eğer doğru besin kaynağı ile besleniyorsanız vücut bu doğru girdileri işleyerek muhteşem bir geri dönüşüm sağlar size. Aksi takdirde sağlıksız bir vücut, sağlıksız bir meyve yahut sağlıksız bir besin kaynağı olunabilir.
İnsan sadece yediklerinden müteşekkil bir varlık değildir. İnsan aynı zamanda zihinsel faaliyette bulunabilen, akledebilen tek varlıktır. İnsan akıl melekesini doğru unsurlarla beslediğinde kemale doğru yol alır. Yanlış unsurlarla doldurduğunda ise esfele safilin olma yoluna gider. Allah kitaplarını insanlara eşrefi mahlukat olsunlar diye gönderir. Adem’e öğrettiği kelimelerle Adem’i halife kılmasından bu yana insanın her daim eşrefi mahlukat olacağı doğru beslenme kaynağına işaret etmiştir. İnsan eğer eşrefi mahlukat olacaksa her daim zulmün karşısında, hakkın yanında ve Allah ile olan irtibatında sırati müstakim üzere olmalıdır.
İçinde yaşadığımız çağ itibariyle müslümanlar giderek yanlış beslenme kaynaklarına tevessül ederek zihinlerini kirletme yoluna girmektedirler. Müslümanca bir okuma biçimi pragmatist, oportünist bir okuma biçimi değildir. İnsanın sürecini, yaşadığı ülkenin siyasetini, ticari ilişkileri ve dahi insanın insanla olan ilişkisini tevhid, adalet, merhamet üzere okumalıdır.
Tevhid üzere okumalıdır zira; her şeyi yaratan ve yoktan vareden bir Allah olduğu ve insana ve doğaya dair tüm kanunları O’nun koyduğunu hatırdan çıkarmayarak attığı her adımda Allah’a olan bağlılığını, muhtaçlığını ve O’na karşı olan sorumluluğunu düşünerek hareket etmelidir. Allah, insanın önce kendisine merhamet etmesini ve sonrasında kendi dışındaki ötekine merhamet etmesini istemiştir. Kendisine merhameti olacak ki büyük günün azabından kendini koruyabilsin. Büyük günün azabından koruyabilmesi için de zulümden beri olsun ve adalet üzere olsun. O adalet ki Hak’kın hak olduğunu tasdik ve ıspat etsin.
Adalet üzere olmalıdır ki; Allah’ın yaratmış olduğu düzende her şeyi yerli yerine koyabilecek bir bilinç ve duyarlılıkla yürütebilsin. Bunu yapabilmek için tüm ilişki biçimlerini baştan sona vahye dayanarak yapsın. Bir fitne ateşinin kendi eliyle yakılmasından imtina etsin. Zihnini, kalbini başka ideolojilerin besinleriyle beslemeyi bıraksın ve o besinleri yalnızca araştırma konusu yaparak insana yüklediği anlamsızlığı ifşa edebilmesi için tanısın. İki ayrı besin arasındaki kalite farkını adaletli bir şekilde ifşa etsin ve eleştirisinde, savunusunda her daim gıst üzere olsun.
Merhamet üzere olsun ki; yaptığı şeyleri bir öfkeyle, öç alma duygusuyla değil iyiliğin inşası ve hakikatin temsili için yapsın. Eleştirisinde, savunusunda, sevmesinde ve öfkelenmesinde her daim Hak’kın rızası üzere olsun. Şahsi bir öfkeden ziyade adaletin terazisinin sapmasına kızmış olsun. Sınırlı olan insanın sınırsız olan Rabbin sınırlarını ihlaline kızmış olsun. İnsan hatasını anlayıp kendi olması gereken sınırına çekildiğinde affedici ve bağışlayıcı olsun.
İnsanın beslenme kaynağı vahiy olmaktan çıkmıştır. Hal böyle olunca insanın yol göstereni, ona hedef bahşedeni ve hatta ona bu dünyada cennet vadedeni de değişmiştir. İnsan yeni bir kimlikle yeniden yaratılmaktadır. Pragmatist eylemlerin kölesi, algılaması düşük, hazların kurbanı ve kendinden başkasını asla düşünmeyen bencil, tutkulu ve merhametten uzak bir kimlikle donatılmaktadır. Tek bilgi kaynağı sosyal medya olan, ona değer katan şeyler ise sosyal medyada aldığı beğenilerden başka bir şeyi olmayan alanı iyice daraltılmış adeta Pavlov’un şartlandırılmış köpeği misali gelen tıklarla hayat bulan sevimsiz bir yaratığa dönüşmüştür. Daha çok beğeni alabilmek için anadan üryan soyunabilen, kendinde kalması gereken mahremiyetini dahi ifşa edebilen, hayati tehlikesi olan anlamsız bir çok şeyi yapmayı göze alabilen, absürd, insana faydası olmayacak bir çok şaklabanlığı yapabilen yeni bir insan türüyle karşı karşıyayız. Bu insan türü her türlü aşağılık hazlara karşı bilenmiş obez bir insan türüdür. Doğru beslenme biçimine geri dönmediğimiz sürece bu kirlilik bu yeni insan tipi giderek çoğalacaktır.
Elbette ki dünyayı yönetip, insanı pazar haline getirmek isteyenler bu durumdan hoşnutturlar. Zira bu durum onların büyük yatırımlarının bir sonucu olarak karşımızda duruyor. Çünkü onlar düşünen değil kendilerinin istediği biçimde ve istedikleri kadar düşünebilen bir topluluk istemektedirler. Onlar İblis’i temsil etmektedirler. Zira onlar da vadetmektedirler ama yalandan başka bir şey vadetmemektedirler. İblislerin elindeki yeni insan tipi yaşadığı her şeyi bir sanal alem içinde yaşayıp hakikatle bir türlü yollarını kesiştirememektedir. Zira kullandığı besinlerden vazgeçmeyi hazlarından olacağım korkusuyla reddetmektedir. Bir uyuşturucu müptelası misali yaşadığı duyguya bağımlı olmuştur.
Esas soru şu; İblisler kendince bir takım programlara sahipken, kendilerine belirli bir hedef koymuşken ve bu hedefleri için geceli gündüzlü çalışıp sermayelerini dahi bu uğurda harcıyorken biz İslam iddiasında olanların nasıl bir plan ve programı vardır? Ya da biz kendimize ait beslenme kaynaklarına mı tevessül ediyoruz yoksa azıcık kendi besinimizden azıcık da İblislerin besinlerinden mi yemekteyiz? Kimin sofrasında bağdaş kurup hangi yemeklerden tatmaktayız? Eğer hem Hak’kın hem de İblislerin sofrasında olmak istiyorsak gönlümüz Hüseyin’den yana ama kılıçlarımız Muaviye’nin emrinde olur. Algılarımız, alıcılarımız kıblemiz değişir. İblisler bizleri kıblesiz bir dünyaya davet ediyor.
Allah ise bizi fıtrat üzere olan ve yüzü yalnızca kendisine dönük olan bir kıbleye tevhide davet ediyor. Öyleyse oturup tüm hayatımızı çok geç olmadan tefekkür edelim ve şu soruyu soralım kendimize; “zulmedenlere meyletmeyin yoksa büyük bir ateş azabı size dokunur” uyarısını ne kadar ciddiye alıyoruz?