Geçtiğimiz ay yani Ekim ayı içerisinde Cumhur ittifakının ortağı ve MHP lideri Devlet Bahçeli PKK denen terör örgütüne bir çağrıda bulundu. Aslında Bahçeli’nin tek başına böyle bir çağrıda bulunması veya elini taşın altına koyması gibi çıkışlar hamasi olmaktan öteye geçmez. Yani bu çıkış ya derin devletin ya da cumhur ittifakının bir projesidir demek daha inandırıcı ve yerinde olur kanaatindeyiz. Her neyse, bu açıklamanın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan 29 Ekim Cumhuriyet bayramı kutlamalarında birçok konuya değinmekle beraber konuyu Türk-Kürt kardeşliğine getirdi. Ve Bahçeli’nin çıkışını çok değerli bulduğunu söyleyen Erdoğan kelimeleri orijinalinden kopardı ve hak ile batılı adeta harmanladı diyebiliriz.
Söylemler Türk ve Kürdün kardeşliği üzerinden geliştirilirken, terör örgütünün emperyalistlerin maşası, uşağı, aparatı olduğu sık sık dillendirildi. Bu doğru, bize göre de şu anda da, dünyanın neresinde terör örgütü varsa emperyalistler onları bir şekilde kullanmışlar veya kullanıyorlar. Fakat ülkemizdeki bu PKK denen terör örgütünün gerçek kurucuları kim? Bu örgüt nasıl doğdu? Bu örgütü kim doğurdu? Eğer bu örgüt 1978 yılında zamanın derin devleti tarafından Hizbullah’a veya müslüman yapılanmalara karşı bir tampon anlamında kurulduysa (mesela fetö gibi) hem Kürt hem de Türk’lerin bunu bilmeleri gerekmez mi?
İkinci bir mesele de bir türlü yerine oturtulamayan ve kelimelere kurban edilen şey ise, ülkenin devlet yapısı, dini ve dine bakışı. Bir tarafta PKK’ya küfredip Marksist Leninist suçlamasıyla dışlayacaksınız (ki bu doğru) diğer tarafta terör örgütü mensubu olmakla suçladığınız adamlar ülke yönetimine talip olacak ve bizzat devlet tarafında nemalanacaklar. Demek ki sizin o değiştirilemez dediğiniz dört madde terörü beslemekte ve hatta ona kol kanat germekte. Çünkü bu devlet yapısı değişmediği, değiştirilemediği müddetçe konuşmalarınız hamasetten, halkı ve kendinizi aldatmaktan başka bir işe yaramaz.
Üçüncü bir açmaz da, devletin laik yapısı ve değiştirilemez, dokunulamaz maddeleri yüzünden Türk ve Kürdün kardeşliği İslam üzerinden asla dillendirilemez, kurgulanamaz oluşudur. Çünkü devlet bunu anayasal bir güvence altına almıştır. Oysa sizin Malazgirt savaşında omuz omuza savaştık dediğiniz Türkler ve Kürtler batıl bir ideoloji mensubu değil sırf müslüman oldukları için kardeştiler ve bunun için savaştılar. Ve ırkları, ulusları uğruna değil inandıkları dava uğruna ümmet bilinciyle yani İslam kardeşliği uğruna savaştılar. Bugünde geçmişte olduğu gibi Müslüman Kürt ve Müslüman Türk aynı dava için omuz omuza savaşır ve can verir mi derseniz, evet Allah için aynı canı verir bu ümmet. Bu Allah’ın İslam ümmetine yüklediği bir sorumluluk ve farziyettir. Bu anlamda bu ülkede müslümanlar açısından bir Kürt sorunu yok ama yine müslümanlar açısından bir kimlik sorunu var. Çünkü hem Kürt hem de Türk kendisini tanımlamakta zorlanıyor bu ülkede. Yani İslami kimliğinizi köşede kovukta rahat konuşursunuz ama kamuda aynı özgürlüğü kullanamazsınız. Demek ki bu ülke insanının kardeşliğine ilk engel devletin değiştirilemez hatta değiştirilmesi için teklif dahi edilemez dediği kutsalları var. Bu değiştirilemez kutsalların ne anlama geldiği halk tarafından anlaşılmaması için ilk yıllarda baskı, sonraki yıllarda ise sürekli halkın özgürlüğü, yaşam kalitesi, ekonomik gücü, batılılaşma, kadın hakları, insan hakları, moda vs. propagandası yapılmış ve maddeci, materyalist bir insan tipi yetiştirilmeye çalışılmış ve başarılı da olunmuştur. Halbuki bu topraklar İslam’ın, Kur’an’ın harcı ile yoğrulmuş ve İslam’ın sayesinde ortaya şu veya bu şekilde bir kulluk bilinci, ümmet bilinci, kardeşlik bilinci hakim olmuş ve bu harç bizi uzun yıllar ayakta tutmuştur.
Aslında mesele bir yorumla hallolacak, sadra şifa olacak cinsten değil. Fakat son olarak şunu belirtelim. Bugün, “ABD bizim en büyük müttefikimizdir.” (kafirden müttefik olur mu?) gibi dillere pelesenk, yalama olmuş kelimeler ile PKK’ya uzatılan el son derece çelişkili gözüküyor. Ortada bir sorun var ve bu sorun bedel ödenmeden asla çözülmez, çözülemez. Yani ülke olarak ikiyüzlü politikalardan kurtulmamız lazım. Emperyalizmin dayattığı kanun ve anayasalar bu ülke evlatlarının kimliğine uymuyor. Ya Kemalist sistemi ve ABD’yi tümden reddedip kendi kimliğinize yani İslami kimliğe döner, her türlü batıl ideolojilerden yüz çevirir ve birlikte kazandığımız Malazgirt ruhuna geri dönersiniz, ya da ulus devletin kafatasçı, parçalayıcı, ayrıştırıcı mantığına hapsolur sorunları daha da derinleştirirsiniz. Kürdün ve Türkün kardeşliğini perçinleyecek tek çıkış yolu İslam’ın bizatihi kendisidir. Bu kardeşliği ayakta tutacak olan ana sütün ise Allah’ın dini İslam’dan başkası olamaz. Ama devlete karşı açık bir suç teşkil ettiği için hiçbir siyasi lider bunu dillendirip Kur’an’ı önceleyemez ve bu riski göze alamaz. Bugün yaşadığımız açmazlar, çıkmazlar, çelişkiler ve GAZZE işgalini seyredişimizin ana sebebi tam da bu. Mutlak doğru Allah’a aittir.