Türkiye yaklaşık bir yıldır covid19 hastalığı ile mücadele etmektedir. Bu bir yıllık mücadelenin toplumsal etkileri oldukça maliyetli boyutlara dönüşmektedir. Malumdur ki Türkiye’de ekonomi uzun bir dönemdir bozuk olmasından mütevellit üstüne bir de covid19 tedbirleri bağlamında yasaklar eklenince toplum ciddi anlamda bir çıkmaza girmiştir. Özellikle küçük esnaf grubu bu yasaklardan en çok etkilenen taraf olmuştur. Bununla birlikte üretim yapan kimi fabrikalar işçileri ücretsiz izne göndererek asgari ücretlinin üzerindeki yükü de bir hayli artırmıştır. Kimi Avrupa ülkelerinde devletler sokağa çıkma yasağı uyguladığı zamanlarda küçük esnafı koruyan destek paketleri açıklarken malumdur ki bizim ülkede cumhurbaşkanı bizzat İBAN numarası vererek halktan para istemiştir. Bu da dünyada yalnızca bizim ülkeye has olsa gerek.
Aslında bir salgın olduğunda devletlerin sağlık harcamalarını ve halkın genel sağlığını koruyabilmek için sokağa çıkma yasakları da dahil olmak üzere bir takım tedbirler alması elbette doğru olabilir. Ancak bu tedbirlerin adil, doğru ve tüm kesimi koruyacak ve kapsayacak şekilde olması şarttır. Örneğin bizim ülkedeki yasaklar böylesi bir kapsama alanına sahip değildir. Misal: Bazı işletmelerin mesela lokantaların, çay ocaklarının kapatılması kararı alınırken AVM’lerin açık olması ya da Sturbucks gibi kafelerin açık olması bir çelişkidir. Eğer çay ocakları kapanacaksa Sturbucks’lar neden açık olmalıdır sorusunun anlamlı bir cevabı yoktur. Hafta içi dışarı çıkma serbestisinin olması yanında hafta sonları iki gün kapalı olmanın virüsü engellemede bir yöntem olmadığı açıktır.
Hastalığın bir yıllık seyri, ölüm oranları ve iyileşme oranları baz alındığında kasıtlı olarak abartılması ve arkasında yeni dünya düzenini işaret eden bir takım veriler olduğu şüphesini de uyandırmıyor değil. Bu tedbirler bir yandan zaten zor nefes alan esnafı iyice oksijensiz bırakırken diğer yandan da bireysel serbestliği de yıkmaktadır. Ayrıca yaşlı anne ve babası olanlar sırf onlara bir şey olmasın diye onlarla görüşmeyerek kendi içlerinde psikolojik bir hesaplaşmaya da sürüklemektedir. Bu da toplumu bir hastalık paranoyasına doğru götürmektedir.
Son dönemlerde aşılama çabaları ve aşının toplumda yarattığı rahatlama sonucu olumlu anlamda kelebek etkisi yaratarak hastalığın seyrini aşağı yönlü çekmiştir. Aşıların da toplumda tam olarak bir güven yaratmadığı kamuoyunda yapılan tartışmalardan bellidir. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki halkın büyük bir kısmı bu hastalığın doğal bir şekilde geliştiğine inanmıyor. Bir laboratuvar ürünü olduğu kanısı oldukça yüksek ve bu sebepten aşıyı da güvenli bulmuyorlar. Çünkü hastalığı çıkaranlar bir maksatla çıkarmışlarsa aşı da aynı maksada hizmet ediyordur diye düşünülüyor. İnsanların çiplenmesinden tutun da aşı yoluyla insanlara yeni hastalıkların enjekte edilmesine kadar ve dünya nüfusunun fazla olduğu iddiasıyla kısırlaştırma projesini de kapsadığı gibi daha bir çok konu da tartışma devam etmekte olup halklar devletlerine itimat etmemektedirler. ABD’den tutun da Avrupanın birçok ülkesine varıncaya kadar hem aşıların protesto edilmesi hem de covid19 tedbirleri kapsamında uygulanan yasakların protestosu giderek artmaktadır. Fakat bu protestolar fazlaca gündem edilmemektedir. Youtube kanallarında yapılan açıklama ve protestolar da kısa zamanda bu kanallardan da silinmektedir.
Kapitalist düzenin egemen olduğu bir dünyada bu düzene itaat etmiş devletlerin insanlığın hayrına çalışmayacağı kesindir. Kapitalist devleti yöneten küresel şirketler kendi zenginliklerini artırmanın peşindedirler. Bu minvalde yeryüzünde savaşlar çıkarmak da dahil her türlü ahlaksızlığı yapma becerisine sahiptirler. Başta Dünya Sağlık Örgütü eliyle olmak üzere dünyadaki sağlıkla ilgili tüm alanları çeşitli denetim araçları ile denetledikleri için istedikleri yayınları bilim adı altında yayınlayarak halkı ikna edebilecek araçlara sahiptirler. Onların denetiminden geçmemiş ve onay almamış hiç bir yayın ne kadar doğru olursa olsun ve ne kadar bilimsel olursa olsun yalanlanır ve üstüne üstlük o yayını yapanların başına türlü işler açılır. Bir çok uluslararası hakemli dergiler, labaratuvarlar, akademiler, üniversiteler, dernekler, vakıflar ve medya organları bizzat bu çetelerin himayesinde kurulmuş ve fonlanmakta olduklarından bu düzen böyle işlemektedir. Bu küresel çetelerin her devletin içinde konuşlanmış işbirlikçileri vardır ve bu işbirlikçiler devleti yönetenlere baskı yapabilecek kadar da güçlü olabilirler. Bu yüzden covid19 ya da başka bir hastalık söz konusu olduğunda ve buna dair tedbirler konuşulduğunda perdenin arkasında olanları iyice anlayıp dinlemeden hemen kabul veya reddetmek sağlıklı bir eylem olmayabilir. İslam dünyası bu alanda daha doğru bir okuma yapmalıdır. Tepkisel bir reddiyeden ziyade yapılacaksa etraflıca bir değerlendirme neticesinde bir karara varmalıdır. Bu hem usul açısından hem de yol gösterme açısından daha doğru bir eylem olacaktır kuşkusuz.