Bir çay sohbetinde kızım bana, Fransa’dan Türkiye’ye göç eden bir Türk ailenin kızlarının sınıflarına geldiğini, bazı Fransızca kelimeler konuştuğunu söyledi. Fransa’yı ballandırarak anlatan arkadaşının söylediklerinden de etkilenerek “Fransızlar çok kibar insanlar sanırım baba” dedi. Ben de kısaca Fransa’nın ve batının ortak tarihinden anlatıp, her hafta yaptığımız etkinlik olan, evde sinema keyfinde özel bir film izlemeyi teklif ettim. Kabul etti. Ve akşam iki kızımla beraber odamıza kapandık, bilgisayar karşısına oturduk, ışıkları kapattık, patlamış mısırlarımızı kucağımıza alıp “Hotel Ruanda” filmini izledik.
Film, Fransa ve Belçika başta olmak üzere batılı ülkelerin, ülke nüfusunun yüzde doksanını oluşturan Hutilere karşı, nüfusun yüzde onluk kısmına sahip Tutsileri önce kollayıp zenginleştirip, makam ve mevkilere taşıdıklarını, sonra da (çıkarları gereği) Hutileri Tutsilere karşı kışkırtıp iç savaş çıkarmalarını, sadece yüz günde bir milyon insanın satırlarla öldürülmesini anlatıyor. Filmin gerçekleri anlatmasında çok yetersiz kaldığı aşikar. Buna rağmen bizim kızlar çok etkilendi. Fransızların nasıl iç savaşı körüklediğini, Fransa Cumhurbaşkanının “o ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir olay değildir” sözlerini anlattım. Kızlarım; “Hiçbir Türk-Müslüman bu savaşa göz yummazdı. Çocukların öldürülmesine sessiz kalamazdı. Peki baba Türkler neden oraya gitmedi. Birleşmiş Milletler askerleri kaçıp neden masumları ölüme mahkûm ettiler?” diye sordular. “Yıl 1994” diye başlayıp o günlerin Türkiye’sini anlattım.
Yine bir gün televizyonda gördüğü deniz kıyısında bembeyaz villaları göstererek “işte baba cennet gibi yerler, keşke orada biz de yaşasak” demişti. Hiçbir şey dememiş, haftalık sinema saatimizde “Kaplumbağalar da Uçar” filmini izletmiştim. Dehşet içinde izlediğimiz film bittiğinde odamızda tam bir sessizlik hakimdi. Önce kimse kıpırdayamadı. Sonra dokuz yaşındaki kızım odadan çıkmak için yerinden kalktı. Yüzünü gizliyordu. Ancak kapıdan çıkamadan hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Dönüp boynuma sarıldı. Açıkçası ben de dayanamayıp ağladım. Susturmaya hiç çalışmadım kızımı. Epeyce ağladı. Sonra sordum ona;
-“Kızım neden ağladın?”
-“Dayanamadım baba.”
-“Neye dayanamadın kızım?”
-“İnsanların ve çocukların, hele hele bebeklerin öldürülmesine baba…”
-“Peki onları kim öldürüyordu kızım?”
-“Bilmiyorum baba, kim?”
-“Geçen televizyonda gördüğümüz, o beyaz villa vardı ya, işte orada yaşayanlar kızım”
Önce sessizlik oldu. Sonra kızım;
-“Baba, ben artık beyaz villaları sevmiyorum” dedi.
-“Neden kızım?”
-“Çünkü onlar gerçek beyaz değilmiş, kan rengiymiş.”
…