-Derdin ne senin be adam? Üç yıl oldu, gelip gidersin de bir kelime bile konuşmazsın. Deli misin, dilsiz misin, inat mısın anlamadım gitti. Lanet olsun sana, lanet olsun, lanet…
Doktor, elindeki suyu yere fırlattı. Koltuğundan öfkeyle kalktı. Parmağını tehditkâr biçimde sallayarak;
-Çıldıracağım senin yüzünden. Yapmadığım bir şey kalmadı. Bela mısın sen, bela mısın sen, bela mısın ha? Cevap versene oğlum, bir şey söyle hadiii.
Kapı açıldı. Sekreter kafasını içeriye uzattı. İlk kez doktor beyin bağırmaları dışarılara kadar taşmış, sırasını bekleyen hastalar korkuyla birbirine bakınmıştı. Sekreter çekinerek sordu;
-Hocam bir isteğiniz var mı?
-Var, var. Bekleyen hastalara özrümü ilet, bugünkü tüm randevuları iptal et. Yeni tarih belirle hepsine, bugünün telafisi olarak bir aylık tüm seanslarının ücretsiz olacağını da söyle. Bugün artık hasta kabul etmeyeceğim.
-Peki hocam, son olarak…
-Söyle!
-Bir gerekçe belirteyim mi hastalara?
Doktor sitem eder bir eda takınarak;
-Hocanın sinirleri bozuk de.
-Ama hocam siz psikologsunuz!
-insanım aynı zamanda, ben de insanım. Benimde sorunlarım var, benim de… Çık dışarı şimdi…
Doktor öyle bağırıyordu ki sekreter kapıyı çekerek kurtulabildi. Çok ilginç bir şeye tanık oluyordu. Yanında on iki senedir çalıştığı doktoru hiç böyle görmemişti. Daha önce de “bir türlü konuşmuyor” diye şikayet ettiği hastasını konuşturacağına dair yemin ettiğini hatırladı. Konuşabilmesi için hiçbir engeli olmayan bu gizemli hastanın kendi kendine konuştuğu zaten biliniyordu. Ama ailesi dahil hiç kimseyle iletişime geçmiyordu. “Bu sinir bozucu hale daha fazla katlanamamış olmalı hoca” diye düşündü.
Doktor, ülke çapında tanınmış bir psikologdu. Yeteneği ve tecrübesi sayesinde bugüne kadar sonuç alamadığı hastası olmamıştı. “Çözemeyeceğim bir zihin yoktur” derdi her zaman. İlk kez çaresiz kalmıştı.
Sıra bekleyen hasta ve yakınları, biraz korkmuş, biraz da reddedilmenin verdiği can sıkıntısıyla muayenehaneden ayrılmışlardı.
Doktor, yeniden koltuğuna oturdu. Sinirden kızarmış, avuç içlerine kadar terlemişti. Kravatını çıkarıp gömleğinin boğaz düğmesini açıverdi.
-Bana bak oğlum, artık ben pes ediyorum. Ailene, seni konuşturacağıma dair söz vermiştim. Susmayı terk edeceğini, herkes gibi insanlarla konuşup sosyalleşeceğini söylemiştim. Zira akıllı biri olduğunu ve sürekli düşünme halinde olduğunu daha ilk görüşte anlamıştım. Ben, senin halini çok hafife aldım. Pasif bir inat olarak düşündüm. Bir iki numara ile senin kör inadını kıracağıma iddiaya bile girebilirdim. Ama yanılmışım, bu kez sen kazandın. Son iki yıl ücret bile almadım senden. Sırf, kariyerimde kara bir leke kalmasın diye… Dedektif gibi geçmişini araştırdım, okuduğun kitapları okudum, gezdiğin yerleri gezdim. Arkadaşlarını dinledim. Tam seni çözdüm derken, işin en başında buldum kendimi.
Bir süre sessiz kaldı. Savaşı kaybetmiş bir komutan kadar yorgundu.
Sesinin tonunu iyice düşürdü. Artık onda, naif bir babanın oğluna nasihat eden hali vardı.
-Artık gelmene gerek yok. Şimdi gidebilirsin. Sen kazandın!
Hasta yavaşça ayağa kalktı. Üzgün bir şekilde kafa selamı verip kapıya yöneldi. Yüzünde anlam taşıyan hiçbir ifade yoktu. Gidiyordu. Elini kapının kulpuna doğru uzattı. Yıllarca süren emeğe karşılık olsun diye son kez doktora dönüp minnetle baktı. Doktorun başını ellerinin arasına alıp ağladığını görünce olduğu yerde kalakaldı. Doktor şiddetini artırarak ağlıyor, deli gibi kendisiyle konuşuyordu. “Anlamıyorum, anlamıyorum” diyordu. Endişe verici bir ortamdı. Sekreter korkudan içeri giremiyordu. Kapıda saplanıp kalan hasta da dışarı çıkamıyordu. Doktor her şeyden vazgeçmiş gibi ağlıyordu. Ve sürekli “anlamıyorum” diyordu.
Hasta gitmekten vazgeçti. Yine ağır adımlarla doktorun karşısına geçip oturdu. Bir süre öylece kalakaldı. Avuçları ter ve gözyaşıyla dolan doktor başını kaldırıp hastayı karşısında görünce önce donup kaldı. Sonra şaşkınlığını yenip eliyle kapıyı gösterip, ondan çıkmasını istedi. Aynı anda gözleri yine yaşla doldu. Ağlayıp, “anlamıyorum” diyordu.
Yıllarca sessizliğini koruyan hasta, ilk kez dile gelip konuştu.
-Konuşmak ister misiniz doktor bey?
Nefesi kesildi doktorun. Gözleri kocaman oldu.
-“neden şimdi?” diyebildi.
Hasta da ağlamaya başladı.
-ilk kez benimle aynı şeyi deneyimlediniz, ilk kez beni anladınız, ilk kez derdimi paylaştınız.
-nasıl?
-Beni anlamadığınızı itiraf ettiniz. Bunun için bütün emeklerinizi bir kenara koyup çaresizce ağlamaya başladınız… İşte ben de doktor bey, sizin gibi anlamsızlık karşısında çaresiz kalmıştım. Anlam veremediğim bir dünya vardı karşımda.
-“Bunun için miydi? Bunun için miydi?” dedi doktor. Gözleri parlamıştı. Kendisini kazanmış hissediyordu. Az önceki halinden eser kalmamıştı.
Hasta yeniden sustu. Ayağa kalkıp oradan uzaklaştı. Arkasından çağıran da olmadı. Sadece doktorun “kazandım, kazandım” çığlıkları duyuluyordu.”