Haftalardır sözlerin tükendiği bir yerden bir şeyler bulup çıkarmaya, sızım sızım sızlayan kelimeleri bir arada durmaya çalışıyorum. Hem şahit olduklarımız bildiğimiz her türlü insaf haddini aştığı için böyle bu hem de kafamızı kaldırıp bir şey söylemeye hak sahibi olmadığımız için. Aslında sesimizi kesip suçumuzu itiraf etmemiz, nedametle boyun bükmemiz gereken bir durumdayız. Kurduğumuz her cümle sanki dönüp önce bizim yakamıza yapışıyor, insanlığımızı şöyle adamakıllı bir silkeliyor gibi geliyor bana.
Bu kelimeler bedelini ödediğimiz kelimeler değil çünkü… İnsaniyet namına konuşmak, şimdilerde bizim değil, Gazzeli kardeşlerimizin hak ettiği bir şey… Bize ancak susmak, söyleyene içimizden şanlı bir zafer dilemek, onlara şanlı bir zafer bahşetmesi için Kadir Mevla›ya niyaz etmek, zalime, zalimliğe, zulmün ortaklarına, yardakçılarına eksiksiz bir kalple buğz etmek, ‘insan’a, insanlığa, insaniyete savaş açanı, masumiyeti katledeni, uçan kuşlara, bahar dallarına, zeytin ağaçlarına bile vahşice zulmedecek kadar yoldan çıkanı telin etmek düşer.
Söyleyecek bir şeyi kalmamışken konuşmak zorunda olmak ne zor bir şey! Bu vakitte yüzleşmek mecburiyetinde kaldığımız ağır, yakıcı bir imtihan bu bizim için… Aynı zamanda da bir görev, farz derecesinde… Konuşmak, zulmü insanlığa duyurmak, Gazze’nin sesi olmak ve kalbi olan herkesi de Gazze’nin safında olmaya çağırmak borcundayız. Bunu lafı dolandırmadan, yalın bir gerçeklikle, doğrudan bir anlatımla, sözü eğip bükmeden yapmalıyız. Durumun aciliyeti, zulmün vahameti bunu gerektiriyor çünkü. Öldük bittik demeden, bezginlik yaymadan, ağlak olmadan, artistlik yapmadan, nadim bir hissiyatla ama yine de vakar içinde…
Bir şey daha var… Gazze’yi konuşurken, Filistin’den söz ederken, zalim terör devletini telin ederken sadece bu meseleye yoğunlaşmalıyız. Filistin üzerinden birilerini yargılamanın, Gazze üzerinden bir yerlere laf sokmanın, mazlumlar üzerinden sair meselelerin hesaplaşmalarına koyulmanın, israil’i unutup birbirimize düşmenin ne sırası ne yeri! Bırakalım bunları! Şu anda acilen söndürülmesi gereken bir yangın var ve gittikçe büyüyor. Laf kalabalığıyla dikkatimizi buradan çeken herkes büyük bir vebal alır.
Kimse kimseyle hesaplaşmasın, kimse kimseye yaptığı hatanın hesabını sormasın, hiç kimse dilinin ucuna gelen lafı esirgesin, demiyorum! Herkes ne yapmak istiyorsa yapsın. Ama bunu ya şimdi, şu yangın halinde yapmasın ya da yapsın ama başka bir zemin açıp orada yapsın. Gazze’nin, Filistin’in hakkı olan vakti, enerjiyi, ilgiyi sair mevzularla gasp etmesin. Gazze’nin bir an için gündemde gerilere düşmesine sebebiyet vermesin. Siyoniste yöneltmemiz gereken ‘öfke’ ve dikkati dağıtmasın. Mazlumların hakkı olan mesaiyi, sair konularla çarçur etmesin.
Bizim toplumsal hesaplaşmalarımız ne bitti ne bitecek! Bunlara her zaman vakit de zemin de bulunur. Zaten tartışarak bir yere vardığımız da görülmedi pek. Herkesin kendi kadar bir gerçeklikle girmekte ısrar ettiği bir konuşma zemininden kakofoniden başka bir şey çıkmıyor ve belli ki çıkmayacak. Yine de isteyen girsin bu tartışmalara… Ancak bunu Gazze’yi, Filistin’i bir tarafa iterek yapmasın. Gazze’nin hakkını Gazze’ye bıraksın. Gazze’yi bir an bile olsa unutturacak meseleler, meşguliyetler peydahlamasın insanların zihnine. Yoksa vebal alır, yük alır, mazlumların ahını alır.
Yeni Şafak / Gökhan Özcan