Manevî olarak kırılmalar yaşanınca toparlanılması zorlaşır. İnsanın kendi birikimi olmayınca çıkmazlar derinleşir. Bir toplum bütün olarak dalgalanması, bireylerin birlikte savrulması önü alınamaz bir sürece girilir.
Milletlerin ve toplumların sağlam temelleri, yapıları bir anlamda bu gibi dalgalardan korur ama kimi zaman bu yeterli olmayabilir. Bir milletin özü, ruhu ve iç dünyasının varlığı önemlidir. İnsan için koruyucu bir güçtür. Bu manevî gücün varlığı çok dalgalı toplumlarda bile kendini gösterir. Bir millet dara düştüğündeki tepkisi, tutumu kendini belli eder. Büyük felâketler karşısındaki çaresizlik güçlü bir dayanışmaya dönüşür.
Çürümelerin getirdiği tehlikeler kimi zaman görünmeden, farkında olunmadan başlayınca onun tedbirinde geç kalınır. Öncelikli olanı kritik dönemlerde sezgiyle bunların farkına varır varmaz tedbir almak. Tedbir derken asıl önemli olan o manevi gücün özünü yeniden kavramak ve bununla hayata yeniden başlamak.
Günümüzdeki en çok tartışılan konusu kırılmaların giderek derinleşmesiyle bir umutsuzluğun, karamsarlığın ağır basması sonucu manevî bir yıkım sürecine girilmiş olmasıdır. Yakınılarak ah vah edilmesidir.
Ruhen yıkıma razı olanların asıl amacı girdikleri dalgalı ve sürükleyen hayatı benimsiyor olmalarıdır. Asıl kırılma içinde bulunulan durumun kanıksanması ve benimsenmesi. Bir bakıma bu, hem bir razı oluş hem de içten içe yakınış. Bu yandan nasıl kurtulurum, ana izleğimde nasıl yol alırım düşüncesi yerine bir teslimiyet ile kapılmışlığın ağır basması.
Her milletin bir ruhu vardır. Bizim toplumumuzun, en çok kapılmış olanların genlerinde bile, aile ortamında genel anlamda Müslümanlığın kimi yansımaları bulunur. Çok basit görünen tuvalet kültürü bile başlı başına gelenek ve alışkanlıktır. Taharet kültürü, temizlik, her sabah kalkar kalmaz yüzün yıkanması üç kez su çırpılması bir milletin ruhunun derinliğinde yer alan bir yaşama tarzıdır.
Çürüme bir başlangıçtır. Bunun önüne geçilmeyince bütün bedeni sarar. Sadece bir bedenle sınırlı kalınsa iyi diye geçiştirilebilir. Dalgalar hâlinde bulaşınca önünün alınması güçleşir.
İnsanın insan olma, buna bağlı bir medeniyet kültürü içinde yaşamanın önemi yaşanmakta olanlar içinde, dar zamanlarda kendini gösterir.
İnsana zulüm etme insanın diğer yüzüdür. Şeytanın çekip çekiştirdiği yüzü. İnsanlık için ne kadar olumsuzluk var ise, bunu şeytanî eylemler içinde değerlendiriyoruz. Bu da bizim kültürümüzün özünü oluşturur. Bir yanıyla şeytanî olana kapılma, bir yandan da iyilik meleğinin olduğu yöne doğru eğilim içinde olma. İnsanların medeniyet ruhunun varlığı bu dönemlerde kendini belli eder. İnsanların davranışlarına yansır.
Tehlikeli olanı ise kanıksamışlık içinde şeytanî olana kapılmadır. Kendilerine öncülük edenlerin ise asıl olumsuzluk yoluna girmiş olmasıdır. Onlar toplumların önünde, öncüleri olmaları bakımından sorumlulukları vardır. Sorumluluk bilinci hakiki olan içinde ise o zaman davranış ve eylemleri kendisini sahih ve sağlıklı olarak gösterir.
Köleliği ve zulmü benimseyenlerin içinde bulundukları kanıksanmışlık duygusu ağırlaştıkça insanlığın işi zorlaşır. Bir de yapılanları belli nedenlere bağlaması ve teslimiyetidir.
Bir Müslüman’ın örnek alması gereken elbette Kitab-ı Kerim’dir ve Peygamberin sünneti yani yaşayışıdır. Peygamberimizin görünürde, bilinen sözleri sadece bir söylence gibi kalıyorsa onların anlamı bile o durumlarda değer bulmaz. Peygamberin yaşama biçimi, hayatına bunu uyarlamasından daha değerli ne olabilir? Olumsuzları reddeden, yaşamayan, uzak duran bir Peygamber’in kendisi örnek alınmayınca o Müslümanlığın ne değeri olabilir ki? Peygamberin çok sevdiği kızı Fatıma validemiz evinde açlık çekerken hazineden bulunan nimetlerin bir damlasını bile vermiyor ve yedirmiyor. Bu durumda gelin de biz Müslüman’ız deyin. Müslüman’ız ama nasıl Müslüman’ız?
Milli Gazete / Ali Haydar Haksal