Yeni bir zamanın eşiğindeyiz. Yeni bir gün dönümü zamanındayız.
Bir hatırlayış, bir biliş, bir oluş zamanı. Bulunduğumuz yer dünyanın merkezi. Her insan bulunduğu yerin merkezinde. Bize bir uyarı geldi, bir biliş hamlesinin dokunuşu geldi. Dillerin de dili var. Şu zamanın dilinde bu büyük sarsıntının oluşturduğu dokunuş bizi kendimizle yüzleştirdi. Gerçeğimizle karşı karşıya bulunuyoruz. Maraş, Adıyaman, Hatay, Malatya, Diyarbekir, Urfa, Gaziantep, Osmaniye, Kilis sarsıldı. Biz sarsıldık. Dünyanın kalbine dokunuldu.
Titreyen içimizle, bu büyük sarsıntıyla yeni bir kavşağa girerken daha temkinli, daha dikkatli ve daha özenli olma zamanı. İnsan olma zamanı. Acıyı bilme ve yaşama zamanı.
İnsanların bu kadar acıları varken, kendi acılarını, şaşkınlıklarını yaşarken ve henüz çok sıcakken içte yaşanan büyük fırtınanın, yakıcı alevin yalımları sürerken… Kimilerinin acı duymadan çıkarlarının hesabı peşinden koşarken. Kimi siyasal kaygılarını öne çıkarırken, kimi yer yitimi endişesini taşırken acı çekenlerin hâllerinden ne anlarlar.
Büyük bir cenaze evidir bu koca coğrafya. Cenaze evinde henüz cenazeler yerdeyken, dünya hırs ve tamahına kapılanların gözleri sadece dünyalıklarında, çıkarlarında. Kavgalarını ve çekişmelerini bu insanlar üzerinde sürdürme hırslarının gözü dönmüşlüklerinde.
Bu büyük cenaze evinde, evlerinde neyin muştusu verilir? Neyin hesabı yapılır? Kızını henüz gelin yapmış, evini almış döşemiş ve yerleştirmiş bir annenin çığlığından kimin haberi olacak? Onun üzerinde evine ve evlerine dışarıda gelenlerin ellerinde tepsi börekleri gibi kimi ikramlarda bulunmaları hangi acıyı dindirir?
Hakikat ve gönül ehli olanların elbette ki ortak acıları, hissedişleri vardır. Onlar kendilerini belli ederler. Sözümüz onlara değil. Sözümüz kirli siyasal, ideolojik kavgalarını bu cenaze evlerinin ortamında, havasında sürdürmelerinedir. Geçmişin kin tohumlarından saçmaktan vazgeçmeden aynını burada sürdürmelerinin hiçbir izahı yoktur.
Gönülleri kanamış, ruhları dağılmış, kendinde olmayanlara o an dünyaları bağışlasanız neye yarar. Hangi insanı geri getirir, hangi acıyı dindirir. Kinlerini, insanların en duyarlı oldukları zamanlarda bir zift gibi dışa vuranlar hâlâ neyin peşindedirler?
Bir kameranın kadrajına girmek için çırpınan, birilerini iten, kendine yer açan o siyasa kara yüzlülerine ne denilebilir? İnsanların acıları üzerinden yerlerini kavileştirmek için geçmişe dayalı kavgalarını kinlerini bileyleyerek bu yıkıntıların üzerine taşıyan zavallılar, o acının nesini duyabilirler, nesini hissedebilirler?
Bu milletin genlerinde, ruhunda bir birlik ve dayanışma var. Bu dayanışma manevidir, hiçbir art düşüncesi yoktur. Acıyı kendi ruhlarında yaşayanların birlikte varoluşlarının hamlesidir. İdeolojiler ötelenir, birlikte olunur. En uçlardaki insanlar her duygularını ve düşüncelerini bir yana bırakır, o cenaze evlerine koşarlar. Manevi bir ruh ile birbirlerine ve acılılara sarılırlar.
Felâket günlerinin o duyarlı anlarını kollayan kapkaççılar, hırsızlar, dolandırıcılar, elleri başkalarının ceplerinde olanlar her zaman için vardırlar. Bunlar ve diğerleri nasıl da birbirlerine benzerler, nasıl da insanların ruhlarındaki acıları görmeden, hissetmeden, onlar üzerinden başkalarını sömürürler.
İçlerinde birikmiş kinlerle kimi değerlere bile tahammül edemeyenlerin de hesapları başkadır. İnsanın en aciz ve çaresiz olduğu bir zamanda Allah’a, büyüklüğüne, rahmetine sığınılır. Elbette Allah büyüktür. Bunu ister Türkçe ister Arapça telaffuz edin, anın aynı anlamı içerir. Bundan gocunan, rahatsız olanların ruhlarındaki ırkçı duruş kendini belli eder. Bu büyük acıda ne ırkın, ne saltanatın, ne dünya malının, varlığının, siyasal erkin, gücün bir değeri vardır. Orada her şey sıfırlanmıştır. Onun için bu durumda evet bu durumda Allahu Ekber denir ve O’na sığınılır. Bir Müslüman, her anında Allah’ın büyüklüğüne sığınır. Besmelede, namazda, ezanda, en son teneşirde sığınır. Allah büyüktür. Zavallılar ise zavallıdır.
Ali Haydar Haksal/Milli Gazete