Yaşadığımız çağda bize bütün bildiklerimizi unutturup yepyeni bir hayat bağışlamak istiyorlar. Bize sürekli verdikleri yeni hayatlardan bahsediyorlar ama karşılığında bizden ne aldıklarını ise hiç söylemiyorlar. Adil bir pazarlığa benzemiyor yapılan bu iş. Bizden bizi inşa edecek olan her şeyi alıyorlar. İnançlarımızı, düşünme biçimlerimizi, dostluklarımızı, aile biçimlerimizi, akraba ve komşuluk ilişkilerimize varıncaya kadar ne varsa hepsini. Verin bize iyi olan yanlarınızı ne varsa diyorlar ama karşılığında bize sundukları ise kendi tutarsızlıkları, arsızlıkları, hırsızlıkları ve alaycı tavırları oluyor. Biz Allah’a verilecek hesap korkusuyla ve Allah’ın bize vadettiği güzellikleri umarak yaşamayı kendimize kıstas saymışken bize artık özgürleşin diyorlar. Özgürleşmek süslü, çekici bir kelime olarak büyülüyor bizleri. Neyden özgürleşelim de neye kul olalım bilemiyoruz. Hazlar diyorlar, bireycilik diyorlar, hümanizma diyorlar ve daha ne çok süslü kelimelerle üstümüze üstümüze geliyorlar. Onlar bireycilik dedikçe biz “isar” diyoruz, onlar haz dedikçe biz “takva” diyoruz ve başlıyor kavramların kavramlarla savaşı. Bu aynı zamanda Allah’la diğer tüm tanrıların savaşına dönüşüyor. Biz Müslümanız ve Müslüman olarak ölene dek Allah’ın yanındayız diye haykırdığımızda siperlerini tanrılar lehine değiştirenler yobazlıktan, gericiliğe, çağdışı kalmakla ve ağız dolusu bütün lanetleriyle bizleri aşağılamaya devam etmektedirler.
Kaybettiği şeyi hatırlamaya çalışmalı insan. Zira kaybettiğini sandığı şey aslında kendisinden çalınmıştır. Çalınan şey kıymetli olduğu için çalınmıştır. Bizim değerlerimiz inançlarımızın inşası ile kazanılmış şeylerdir. Bizden değerli olanı alıp imitasyonları bize şirin göstererek yeni bir insan yaratma isteklerinin ardında kuşkusuz kendi hegemonyalarını inşa etmeye çalışan bir aklın olduğunu göstermektedir. Hiç kimseye hesap vermek zorunda değilsiniz, vicdanınız size kılavuzluk yapar diyenler tüm vicdanları yok etmekle meşguldürler. Zira onların vicdan diye tarif ettikleri şey içi kof, korkularla örülmüş, tehditlerle susturulmuş ve artık fıtratın olması gereğinden uzak biçare bir duruştur. İşte böylesi bir vicdanı inşa edebilmeleri için insanlık var olduğu günden bu güne çalışmaktadırlar. Çin, Doğu Türkistan’da Uygurlu Müslümanlara tecavüz ederek, çocukları ailelerinden koparıp ateist Çinli ailelere vererek ve direnen Müslümanları katlederek yapmakta. ABD ve Avrupa gibi kan emiciler yer altınca ve üstünce zengin ülkelerin kaynaklarını sadece seçkin beyazlara kazandırarak o ülke halkının açlıktan ölmesini, madenlerde köleleşmesini seyrederek yapmaktadır. İsrail, milyonlarca Filistinliyi sürgün ederek, öldürerek, yokluğa mahkum ederek yapmaktadır bunu. Yönünü Batı ve ABD paralelinde tutan Türkiye gibi işbirlikçi ülkelerde kendi ülkesinde seküler kanunlar ihdas edip, liyakat esasından çok torpili merkeze koyarak, herkes için adil bir yasa ve yargıdan çok zenginlere ayrıcalıklı tutumlar sergileyerek ve halklar arasında gelir seviyesinde uçurumlar oluşturarak bir kısım insanların intiharlarını, iflaslarını, cinnet geçirmelerini, geçinmek için fuhuş dahil her türlü fuhşiyatı meşru görmelerini seyrederek yapmaktadırlar. Üstelik tüm bunları herkesin gözü önünde ve alenen yapmaktadırlar. Kendilerini kısıtlayan ne bir yasa, ne bir mahkeme, ne de bir güç vardır. Adeta tüm tanrılar bu soysuzluğu alkışlamakta ve bu soysuzluğu yapanları üstün insan ilan etmektedirler. Bütün propaganda araçlarıyla zihin işgallerine sürekli olarak devam etmekteler. Böylece yeni bir insan tipini ve bu insanda var olacak yeni vicdan türünü kolayca inşa edebileceklerini düşünmektedirler. Bunda başarısız da sayılmazlar doğrusu.
İnsan tüm bu sömürülmenin ve hengamenin içinde kaybettiği şeyi düşünecek bir aklı inşa edecek dinginliği kendisinde bulamamaktadır. Özgürlük, kaostan beslenmekte olup her türlü fuhşiyatın alenen işlendiği ve insanı düşünen bir kul yapacak her türlü sınırları yasakladığı bir alan içinde meşruiyet kazanmıştır. Fincancı katırlarını ürküttüğünüzde hangi sistemin adamı olursanız olun ve hangi rejim veya “medeni” ülkede yaşarsanız yaşayın özgürlük tanrılarının gazabına uğramanız kaçınılmazdır. Öyleyse kaybettiğimiz değerlerin ardına düşmeli ve onları bulduğumuzda neyi kazanacağımızı görmeliyiz. Onlar yani tanrıların adamları bizleri hakikatle bağ kuracak her şeyden uzaklaştırarak bir simülasyon içinde yaşatmanın mücadelesini vermektedirler. Bize siz hastasınız dediklerinde bizim hasta olduğumuza inanmamız için hastalığın tüm semptomlarını tüm kamuoyu önünde üzerimizde deneyleyerek göstermektedirler. Çünkü onlar kendilerini bizim üzerimizde bir tanrı olarak görmektedirler. İşte bunun için bu tanrılar ve onların yardakçıları olan Firavunlar insanları hastalandıran ve hastalandırdıklarında aşılarıyla/kimyasal ilaçlarıyla insanlara şifa veren, verdikleri ekonomik destek paketleriyle yaşatan ve kestikleri cezalarla öldüren, öğüten, insanları istedikleri zaman evlere tıkarak ve istedikleri zaman insanların lütfedip dışarı çıkmalarını sağlayarak “özgürlüklerin” ellerinde olduğu gerçeğini insanlara sürekli hatırlatan merhameti ve gazabı sonsuz bir Rab olarak insanların tepesinde esip gürlemektedirler.
İnsanın hakikatle bağını kurmasına engel olan kim olursa olsun, hangi ideoloji olursa olsun korkaktır ve kendine güveni yoktur. İslam, insanın hakikatle bağını kurabilmesi için ona geniş bir alan verir. İman edenin deliliyle iman etmesi küfredenin de deliliyle küfretmesini alenen ilan ederek meydan okur. İslam insanı haysiyetli davranmaya, adil olmaya, emaneti ehline teslim etmeye, ne zengin olduğu için yaranmak adına ne de fakirdir diye acımak adına adaletten uzak tutmaz. Kazancını birbiri için harcayan bir toplum inşa ederek sınırsız zenginleşmeyi değil ihtiyaçtan arta kalanı paylaşabilen bir topluluk inşa eder. Bize unutturmak istedikleri şey hakikat bilincidir. Oysa bize unutturmayı istedikleri şey bizim insan olarak anılmayı hak edeceğimiz değerlerdir. Zulme sessiz kalmayan, Allah’ın dinini yeryüzünde ikame etmek için mücadele veren, yoksulu, yoksunu, yolda kalmışı gözetip koruyan, her türlü fuhşiyatın önüne geçip insanların köleleştirilmeyeceği bir dünyayı var etmeye çalışan, akraba, yandaş, eş/dost kayırmacılığı yapmadan herkesi kendi çabası ve gerçekliği içinde görüp değerlendirebilen bilinci inşa etme çabasını unutturmaya çalışmaktadırlar. Bizden sürekli onurumuzu, haysiyetimizi, namusumuz olarak bildiğimiz şeyleri, çocuklarımızın zihinlerine varıncaya değin her şeyi ama her şeyi almaktalar. Lakin bu aldıklarını hiç bir zaman söylememektedirler. Anca verdikleri konforu, özgürleştirilmiş bedensel doyumsuzlukları, kısa yoldan zengin olmaları ve her türlü ahlaktan arındırılmış köşe kapmacaları konuşmaktadırlar. Hasta, boğazına kadar borçlu ve herkesin en az bir fuhşiyatla tanımlandığı dosyaları olan bir insanlık var etmektedirler ki bu insanlara istedikleri her şeyi yaptırabilecek bir güce erişebilsinler.
Müslümanlar, hakikatle bağını sürekli olarak koruyabilenlerdir. Adil olmayan pazarlıklar içinde elini, kalbini kirletmeyenlerdir. Her türlü şeytani vaadlere karşın “bize Allah ve resulü yeter” diyenlerdir. Simsiyah bir dünyanın içinde bembeyaz bir noktadır. İnsanlardan değerlerini çalanlara karşı sürekli teyakkuzda ve onlara karşı vahyin bilinciyle mücadele içinde olanlardır. Müslümanlar var olduğu sürece dünyanın tüm tanrıcıkları ve onların işbirlikçi uşakları da bir araya gelse insanların hakikatle kuracakları bağı yok edemeyeceklerdir. Tanrıların kelimeleri tükenir, kavramları kof bir kütüğe dönüşebilir ama Allah’ın kelimeleri asla tükenmez ve kavramları hayat pınarı olarak kıyamete kadar insanların gönlüne akmaya devam eder. Müslümanlar, siperlerinde Allah için ayak direyenlerdir. Süslü kelime ve kavramların ardında kaybolmadan varlık bilincini sürekli canlı tutanlardır. İşte bu yüzdendir ki kendilerine bir şey vaadedenlere bizden neyi istiyorsunuz da karşılığında bunları veriyorsunuz diye sorgulayıcı zihnini hep açık tutanlardır. İşte bu yüzdendir ki sayılarımız az olsa da zulmedenlere karşı hiç bir zaman kaybetmeyiz. Yeryüzünde bir tane müslüman bile kalsa insanlığın hakikatle bağını kuracak bir zihin hala yaşıyor demektir. Bu da zalimlerin tahtına ateş vermek için yeterli bir sebeptir. Çin, ABD, Siyonist Yahudiler, Rusya, Batı devletleri ve bunlarla iş tutan tüm işbirlikçi devletlerin sahih İslam düşüncesine ve müntesiplerine karşı giriştikleri yüzyıllardır amansız savaşlarına rağmen üstelik ellerinde onca gelişmiş silah, ideolojik baskı aygıtları ve milyar dolar paraları varken çaresiz kalmaları buna örnektir. Müslümanlar bilirler ki Allah’a kul olmak demek tüm tanrıların köleliğinden kurtularak yalnızca tek olan Allah’ın iradesine teslim olarak başta kendisi ve tüm insanlık için güzel bir ahlakla umut olabilmek demektir. Selam, varlık bilincini her daim kuşanan ve değerlerini kıymetsiz bir paha karşılığında satmayanlaradır.
Allah razı olsun.