Kelimelerin arasından geçerek bir gün ışığı arama sevdası üzerime borç oldu. Kendimi uzun caddelere, uzun patika yollara vurdum. Talan edilmiş kelimelerden örülü hisarlarla karşılaştım. Hiç biri Adem’e öğretilen kelimeler kadar güçlü değildi. Ama Ademler kendisine emanet edilen kelimelerin gücünü farketmemekteydi. Sahte ışıltılar altında edindikleri ne kadar put varsa hepsine hayran hayran bakmaktaydılar. Kazanımlar diyordu bir kısmı… kazanımlarımızı kaybetmemek adına bir tarafta olmalıyız diyordu bir diğeri… kazanmak neydi, kaybetmek nasıl bir şeydi anlaşılmıyordu. Eşyanın mahiyeti kaybolmuş, hakikat buharlaşıp uçmaktaydı. Adem, Ademlerin yaptığını şaşkınlıkla izlemekteydi.
Yolların yürümekle aşınmadığını öğreneli çok oldu. Yollar aşınmıyordu evet ama insan sürekli aşınıyordu. Ya bedenen ya da zihnen aşınmaya devam ediyordu. Bedenen aşınmak bir sünnetullahtır ve buna karşı koymak imkansızdır. Ya zihnen aşınmak o da bir yasa mıdır? Elbette o da bir yasaya tabidir. İnsan zihnini hangi kelimelerle süslerse o kelimeler onun zihnini o kavramların dünyasına göre bir şekle sokar. Hakikatin peşinde olanlar zihnini kötü olan şeylerden arındırıp aşındırırken, sahteliğe tav olanlar ise zihninden hakikati aşındırırlar. Ama hakikat hep bir yerlerde durur ve bir hakikat sevdalısının kendisini bulacağı ana kadar sabırla bekler. Ne sahtelik ne de hakikat asla kaybolmazlar. Her ikisinin de bu alemde müşterisi mevcuttur. Hakikat büyük bedellere tabi olacakların hakettiği bir kazanımdır. Hakikate yüz çevirmek ise mutlak bir kaybedişten başka bir şey değildir.
Hakikat, güçten beslenmez. Hakikatin kendisi başlı başına bir güç doğurur. Kimseye yaltaklanmayacağı gibi, her hangi bir partinin, ideolojinin, devlet adamının ya da sermayenin lütfuna ihtiyaç duymaz. Tek başına herkese ennihayetinde diz çöktürür. Niteliğin niceliğe galip geldiği bir hayatı var kılar. Oysa sahte ışıltıların büyüsüne kapılanlar kazanımın ve kaybedişin neliğini anlamaktan uzaklaşmışlardır. Talan edilmiş kelimelerle kendine hisarlar edinenler bulundukları hisarların ne kadar güvensiz olduklarının farkındadırlar. Hisarların ellerinden kayıp gitmemesi için susmak ve hakikate miyop bakmak zorundadırlar. Uzak olanı görüş alanından çıkarmak şimdiyle mutlu ve bahtiyar olmak için elzemdir. Oysa hakikat o uzak alandan birgün yakına gelecek ve aynel yakiyn olarak karşımıza çıkacaktır. Kazanmak ve kaybetmek işte o gün tam olarak anlaşılacaktır.
Kazanımlarını kaybetmek istemeyenlerin sustuğu bir çağda hakikate sövme modası başka bir gerçeklik olarak zuhur etmektedir. Sarhoş masalarda demlenenlerin salya sümük hakikate sinkaflı küfürlerinden sonra sahte kelimelerin kanatlarına sokulup “modern insan” pozuna bürünmeleri ve çağdaş, laik kadın/erkek rolü oynamaları seviyesizliğin göstergesi olmaktan çıkmış ve bizatihi kendisi oluvermiştir. Sarhoş masasında demlenenlerin sadece kendileri değil ürettikleri ne varsa hepsi kusmuktan ibarettir. Zira talan edilmiş kelimelerle bir hayat inşa etme gayreti en başından sonuna kendini bilmezliktir. Sarhoş masalarında demlenen “çağdaşların” kendini bilmezliklerine aşinayız elbette ama bunları bu şekilde pervasızlaştıran Adem’in varislerine aşina olmamıştık.
Giderek hakikate sırtını dönüp, bulunduğu hali sevme durumu bir kuşatmaya dönmüş durumda. Artık bize ait olanın bizden uzaklaştırıldığı ve başkalarına ait olanların bize giydirildiği ruh dünyasındayız. Sahte kimliklerle dolaşmayı kendine kar sayanların kalpazanlığı içinde yaşıyoruz. Susuyoruz ama susmakla konuşmak arasında bir eşikte duruyoruz. Kirli hesapların ortasında bize neyin düşüceği kaygısı hakikatin bizden uzaklaşması kadar endişelendirmiyor. Kelimeler bir bir uçuyor gökyüzüne. Kendisine talip olacakların omzuna konacak bir kuş olmanın arayışıyla… Adem’e verilen kelimeler ki insana mekan olduğunda insanı insana yurt kılmakta mahirdir. Kelimelerini kaybetmiş biri aşkını diri tutacak güçten yoksun kalmış demektir. Zira bize verilen kavramlar hakikatin eşiğidir. Biz o eşikten içeri girmeye talip isek zamandan ve mekandan bağımsız olarak konuşma cesaretine erişmişiz demektir.
Konuşma cesaretine erişebilmek bilmekle, bilmeyi arzulamakla mümkün oluyor. Ama sadece bilmek yetmiyor. Bilmek bendeki eylem gücünü de tetikleyebiliyorsa konuşmaya mecbur ediyor. Konuşmak da bilmek kadar üzerimize sorumluluk yüklüyor. Susanların susmaktan elde etmeyi umdukları kazanımları biz konuşmakla reddediyoruz. Sadece reddetmek mi elbette değil! Konuşmak, sahip çıktığımız kelimelerle Adem’in varisi olmayı kabul etmek anlamına da geliyor. Adem’in varisleri olmayı kabul etmek her dönemde Kabillerin hedefinde olmayı da kabul etmek anlamına gelmektedir. Bizim kelimelerimiz bizi tunçtan daha sağlam kılmaya muktedir kelimelerdir. Bize sürekli kelimelerimizin çağ dışılığından ve kurlara karşı etkisizliğinden dem vurmaktalar. Paranın ve hazzın karşısında önemini yitiren sözler bütünü olarak anılmakta kelimelerimiz. Ölen çocukların feryadına çare olmayan, bombalanan şehirlerin gürültüsü altında kaybolan ve açlıktan ölmekte olan insanların açlığını haykırmayan kelimelerden ibaret olduğu söylenmekte bize kelimelerimizin. Öyle mi gerçekten! Yoksa sebep başka mı?
Biz kelimelerimizi bizi süsleyen birer ziynet olarak mı taşımaktayız yoksa, bizi içinde barındırdığı bir mekan olarak mı tasavvur etmekteyiz. Bir mekan ki içinde yaşadığımız, sevdiğimiz, kızdığımız, aç kaldığımız, tok olduğumuz, savaştığımız, paylaştığımız ne varsa hepsini birbirimize yaslanarak birbirimizle yaşayarak tecrübe ettiğimiz bir mekan… o kelimeler ki kumdan kaleler olmayıp tunçtan berkitilmiş surlar olarak bizi ötekine karşı dimdik ayakta tutan enerji kaynağı olmadığı sürece sözün gücü ne ola ki! Kelimelerin terkedildiği bir zamanda tek başına bir ümmet olabilmek de değerlidir elbette ama ondan da değerlisi yanımızda bir İsmail ile Ishak’ın omuz verdiği bir ortamda beytin duvarlarını yükseltirken ellerini taşın altına sokabilmesidir. Ben olma şahitliğinin biz olma bilinciyle bileylendiği bir zamana taşıyabilen kelimelerin varisleri olmak böyle bir şeydir.
Susmak, ancak üzerinde konuşulamayacak bir durum olduğunda kıymetlidir. Aksi durumda susmak insanı şeref makamından alaşağı edecek bir eylemdir. Şehirler bombalanırken, insanlar fevc fevc boğazlanırken, çocukların çığlıkları, annelerin gözyaşlarına karışmışken susmak ve sadece izlemek kelimelere sırt çevirmektir. Banka hesaplarından, çek yapraklarından, borsadaki hisselerden, devleti alinin makamlarından, fildişi kulelerinden, konforlu mekanlardan ve keyifleri kaçırmayacak muhabbet ortamlarından daha değersizse hakikatin neliği, susalım hep beraber aynel yakine kadar…
ya da elbisesinin kirlerinden arınmış olarak kalk ve uyar ilkesince bize emanet edilen ağır sözün künhüne vararak yeniden inşa olmayı dilemek ve dileğimiz için gayret edelim. Kelimeleri üzerine yapışan kirlerden, asalaklardan arındırarak hayatın içine dahil etme gayreti susmakla çözülebilecek, halledilebilecek bir mevzu değildir. Konuşmak, ama ağzından çıkanı kulağın duyacağı, kalbin de tatmin olacağı ve Adem’e emanet edilen kelimelerin çizgisinde bir konuşma olmalı.
Kelimelerin arasından geçerek bir gün ışığı arama sevdası üzerimize borç olalı yitik kelimelerimizi aramakla geçecek ömrümüz. Yitiğini kaybeden arar ya yitiğini farketmeyen ne yapar! Hayat ırmağının bir kenarına çekilip, ayak ayak üstüne atarak üstümüze akın eden dev dalgalardan kaçınmayı kar bilerek yaşamak körlük oyunu oynamaktan başkaca bir şey olmasa gerek. Acıların, elemlerin, ölümlerin üzerimize boca edildiği bir zamanda kazanımlarımızı korumanın telaşı bizi Kabillerin yandaşı yapmaktan öteye gitmeyecektir. Adem’in varisi Habil olduğumuzu iddia edip Kabil’in yanında saf tutmak hakikate miyop olmak demektir. Ne kadar görmezden gelinirse gelinsin hakikat her daim bir güneş gibi alemin üstünde parlayacaktır. İnsan kendisine emanet edilen kelimelere sahip çıktığında kişisel nüzul sebebini tamamlayacaktır. İşte o vakit insan olmanın mahiyetine erişecektir.
İnsan, elbette zaman zaman yorulacak, üzülecek ama asla pes etmeyecek. İnsanlığın, hayvanatın ve tabiatın bunca üstüne akın akın kötülük kusulduğu bir zamanda susmak insanın kendi kişisel nüzul sebebine ihanet etmesi demektir. Hele ki bu dünyayı kurtaracak bu kadar değerli kelimelere sahipken onlara sırt çevirmek yeryüzünde işlenmiş ve işlenecek tüm kötülüklere pay sahibi olmak demektir. Yeryüzündeki hiç bir kelime Rabbin Adem’e öğrettiği kelimelerden daha güçlü ve daha soylu değildir. Buna hakkıyla iman etmek gerek…
Dağılmadan Diri Kalabilmek
Görmeliydim
Geceye akan suyun rengini
Ve
İtibar etmemeliydim
Talan edilmiş kelimelerle
Örülen hisarlara.
Karnımı deşip duran
Zılgıtlara tav olmamalıydım
Tutmalıydım hıncımı
Bilemeliydim aşkla
Sevdalar içre doğan
Güneşlere tutunmalıydım.
Yüzümü eskiten renklere bel bağlamadan
İnançlarımı toparlamalıyım,
Her yeni güne borçlanarak
Yaşamı kavgaya ulamalıyım.
Beni kendi ücrasında yok edecek
Düşlere yüzümü çevirerek
Kelimelerin arasında kaybolmalıyım,
O kelimeler ki
Onlarla çelikten işlenmiş
Bir mızrak olmalıyım
Ve
Böğrüne saplanmalıyım
Put edindiğim ne varsa
O kelimeler ki
Beni dipdiri kılmalı
Tümüyle uyuşma arzuma rağmen.
Bünyamin Zeran / İktibas Dergisi Mart Sayısı
Kalemine ve yüreğine sağlık kardeşim.