Bina, yorgun bir adam gibi oturdu ve kasavetli bir sis gökyüzüne doğru yükseldi… Kırılan parçalar küçüldükçe küçüldü ve insanların üzerine demirden bir perde gibi yayılarak ışıkla bağlantılarını kesti. 6 yaşındaki çocuk, annesi ve üç yaşındaki kardeşi ile birlikte Almanya’da yaşıyordu, bir aylığına tatile gelmişlerdi ve yalnız yaşayan dedenin evinde kalıyorlardı. Dede, vaktin çoğunu köydeki evinde geçirir, şehre işi düşmedikçe inmezdi.
Çocuk, evle birlikte savrulduğunda korku ile bağırdı ama sesini anneye bir türlü duyuramadı. Anne, beton yığınları arasında nefessiz kalmış ve üç yaşındaki çocuğu ile birlikte dünyaya veda etmişti. Çocuğun, olup bitenlerden haberi yoktu, o yüzden annenin kendisine niçin cevap vermediğini bir türlü anlayamadı ve belli aralıklarla seslenmeye devam etti…
Toprağın altından yükselen uğultunun dinmesini bekledi çocuk… Sonra iki duvarın arasında oluşan boşluğa doğru kıvrıldı ve kimsenin duyamayacağı bir sesle fısıldadı. “Bir daha yapmayacağım, bir daha yapmayacağım…” Dışarıdan ambulans seslerine karışmış çığlıklar yükselmeye başladı. Çocuk, yaşadıklarına kendince bir anlam verdi ve yıkıntıların, kulaklarına çarpan çığlıkların ve yerden yükselen uğultuların kuzenine yaptığı haksızlıktan kaynaklandığını düşündü ve gözlerini kapatıp, “Suçumu biliyorum, cezam bitince polis abilerden özür diler ve çıkarım hapisten” dedi, uyumaya çalıştı.
Gün doğarken, yaşlı bir adam canhıraş bir şekilde bağırarak geldi ve enkazı kaldırmaya çalışan görevlilere elindeki fotoğrafı göstererek, “Bu binada kızım ve iki torunum var, lütfen onları kurtarın” dedi. Görevliler enkaz yığınlarını kaldırarak nefessiz kalan insanları kurtarmaya çalışırken yaşlı adamın, çocuklarına isimleri ile seslenmesini istediler. Adam ağır bir yükün altında ezilmiş gibiydi, yorgun sesi ile kızının ve torunlarının adını tek tek saymaya başladı… Ayşe… Yağmur… Murat…
Zaman uzadıkça uzadı, görevliler enkazın arka tarafında bir kıpırtı hissettiler ve adama tekrar seslen dediler… Adamın gözlerinin içi parladı ve kızına seslendi. İki duvar arasına sıkışan ve “Cezam bitince çıkarım” diyen 6 yaşındaki torunu, dedenin sesini hemen tanıdı ve cevap verdi: “Dede, ben burada cezamın bitmesini bekliyorum…” Adamın rengi değişti, umutları tazelendi ve: “Buradayız oğlum, az sonra çıkacaksın…” Görevliler enkazı kaldırıp çocuğa ulaşmaya çalışırken dede, torunu ile konuşmaya devam etti: “Şimdi çıkacaksın oradan, abilerin hepsi sana yardımcı olmak için çalışıyorlar” dedi. Çocuk korku dolu bir ses tonuyla cevap verdi: “Dede, ben dün kuzenimle kavga ettim, onu ittirdim ve düştü. Bana, seni polise söyleyeceğim ve alıp hapse atacaklar demişti. Şikâyet etmiş beni, gece hapse atıldım, burası çok karanlık ama cezam bitince çıkacağım.” Dede hiç bozuntuya vermedi: “Oğlum, bitti cezan, şimdi çıkaracağız seni, bekle…” dedi. Çocuğun ses rengi değişti, “Çıkınca kuzenimden özür dileyeceğim” dedi… Dede, çocuğun hikâyesine hiç müdahale etmedi, “Tamam, ben onunla konuşurum” dedi ve güven verdi.
Çocuk, binlerce insanın ölümüne neden olan o sarsıntıyı kendisine verilmiş bir ceza olarak algıladı. Çocuk, cezasının bittiğinde o yıkıntılardan kurtulup ışığa kavuşacağına inandı. Çocuk, kuzeninden özür dilemeye karar verdi ve yaşadığı suçluluk duygusunu umuda çevirdi. Çocuk, bu kapalı alandan kurtulacağına ve ışığa kavuşacağına inanıp kendisine moral verdi.
On iki saatlik çalışmanın ardından çocuk, güneşle buluştu ve dedeye sarılıp annesini ve kardeşini sordu. Dede, “Onlar uzunca bir yolculuğa çıktılar, burada değiller” dedi. Çocuk, bu ifadelerden hiçbir şey anlamadı ve derin bir sızı hissetti.
Çocuk, anneye niçin ulaşamadığını bir türlü anlayamıyordu. Anne artık hayatta değildi. Sekiz yıldır Almanya’da yaşayan annenin ve üç yaşındaki çocuğunun dünya yolculuğu baba evinde son bulmuştu. Çocuk, binaları yerle bir eden o sarsıntının ve güneşle bağını kesen o yıkıntıların, cezasını çekmek için kapatıldığı bir hücre olmadığını anladığında annenin ve kardeşinin geri dönmemek üzere çıktıkları yolculuğu da anlayacaktı. Ama şu an bunun için çok erkendi…
Fatma Tuncer/Milli Gazete