Başlığı şöyle de düşünebilirdim: “Refahın Getirdiği Davasızlık”. İnançsızlık ve boş vermişlik. Bir zamanlar davlarının tutkunu, aşk ile bağlı olanların değişen hayat koşulları ve kimi durumlar insanı pasifleştiriyor. Açık deyimle edilginleştiriyor. Bulunduğu durumdan razı ve mutlu olunduğu için eski gönlerine dönülmek istenmiyor.
Avusturya gezimde gözlemlediğim bu durum daha somut olarak önüme çıktı. Kaldı ki bu durumu Türkiye’de yıllardır yaşayageliyoruz. En temel kurallar bile artık önemsenmiyor.
İslâmî duyarlık ki bu İslâmcılık olarak tanımlanıyor. Bu ifadeden kaçınıyorum. Geçmişte bizler de bu kavramı kullandık. Mücadelemizi tanımlayan bir kavramdı. Son dönemlerde milliyetçilik üzerine yaptığım araştırmalarda konu çok farklı boyutlar kazandı. Örneğin bunu ilk kullananlar İslâm’a yakın olanlar “Türkçü İslâmcı” olarak kendilerini tanımlayanlar. Saf Türkçülüğü savunanlar da kendilerini sadece “Türkçü” olarak tanımlıyorlar.
Şimdilik konumuz bu değil. İslâmcı olarak kendilerini tanımlayanların bugün içinde bulundukları durumu tanımlamak oldukça karmaşık. Bir takım evrimler geçirdi bu kesimler. Hem Müslüman, hem muhafazakâr, daha sonraları burjuva veya başka değişimler. İnsanlar düşünce ve inanç olarak eski konumlarıyla anılmayı arzularlar. Ne ki görünüm hiç de öyle olmuyor.
İnsanlar genelde belli zaman ve dönemlerde hayatlarını koşullara göre düzenlerler. Hayat onları bir bakıma yönlendirir. Ya da hayatlarını oluşturan koşulları düzenlediklerine göre bir tutuma sahip olurlar.
İnsan hayatında dengeler var. Bunların ucu kaçtığında karmaşa başlar. Muhalif veya azınlıkta olanlar sürekli olarak canlı bir hayat yaşarlar. Onların kendilerine göre idealleri ve hedefleri var. İktidar ya da güç sahibi olma insanları kimi zaman hedeflerinden uzaklaştırır. Bunun da elbette neden ve sonuçları var.
Refah insana başka kapılar aralar. Çünkü zorlukla ele geçirilen bu şeylerin elden çıkması yitirilmesi tehlikesi var. O zaman onun için önemli olan sonradan sahip olduğu şeyleri koruma, yitirmeme. Mal, mülk ve kimi şeylere sahip olmak güzel de fakat asıl önemli olan değişen karakterler ve kişilikler. İnsanın değişimi ve bulunduğu durumun farkında olunamayış. Korku baskın çıkar böylesi durumlarda. Bu, sadece can güvenliği ile ilgili değil. Can güvenliği insanın en aziz varlığı. İnsan özgürlüğü için birçok şeyi feda eder. Özgürlük olmayınca sahip olunan şeylerin de hiçbir anlam ve değeri olmaz. Sonuçta ölümlü bir dünyada yaşanıyor. Bir zaman geliyor ki o şeylerin hiçbir anlamı olmuyor.
Oysa şeylerin tutsağı olanlar zaten özgürlüklerini başka şeylere kaptırmış oluyorlar. Bunun nedeni ne olursa olsun değişmiyor. Günümüz insanının ideali mal, mülk ve refah olunca değerlerin hiçbir önemi kalmıyor. İnsanlar geçmişin kimi tutkulu durumlarını sadece araç olarak kullanıyorlar. Refahlarını sürdürebilmek için geçmişin güvenli ve inanılır olan edimlerinden yararlanmaya bakıyorlar. İnsan hayatı çile yüklü. Hemen her dönem için bu böyledir. Kimi durumlar karsında geçmişten edinilen güvenli sıfatlar onlar için sürekli olarak bir dayanak olur. En olumsuzlukların olduğu dönemlerde geçmişleri onların aklanma alanıdır. “Ben aslında bu değilim, oyum” demeye getiriyorlar. Oysa o kimseler çoktan “o” olmaktan çıkmışlardır. Gerçek yüzleri bugündür. O günlere dönün denilse bu asla kabullenilmez. Bulundukları durumu feda edebilme gücü olsa o zaman durum değişir.
Zaten öylesine bir değişim yaşanıyor ki geçmişlerinden utananları çoğunluktadır. Yoksa sadece konumlarını korumak adına geçmiş bir sığınaktır sadece. Eskiye dönmeyi kimse göze alamaz. Varılan yer bir sonuçtur ve bu artık onun vazgeçemeyeceği tapınılası durumudur. Bunu feda etmek öyle kolay olmasa gerek.
Milli Gazete / Ali Haydar Haksal