İnsanlar arası ilişkilerde nitelik, niceliğin değerden yoksun baskılamasına uğramış durumdadır. Yaklaşımlar, anlayışlar, yöneliş ve ilişkiler sayısal karşılığa gelecek şekilde adeta yeniden şekilleniyor. Sanal dünyanın sayıya endeksli “arkadaş” vurgusu içerikten yoksunluk taşımanın yanı sıra insanî ilişkilerden de bağımsızlığını ilan etmiş durumdadır. Tek gaye sayısal çokluk ve çokluğun beğenisine duyulan tutkudur. Tutkunun bağımlılığa neden olduğu ise bilinen bir gerçektir.
Sanal alemde diğer insanlar tarafından tanınmadığı düşüncesi ile hareket eden insanda paylaşımlar, mahremiyet sınırlarını aşmakta ve insanî değerlerin toplum nezdinde otoriterliğine darbe vurmaktadır. Yüz yüze söylenmeyecek ifadeler sanal dünyada bu hassasiyeti rahatlıkla bir tarafa bırakabilmektedir. Bu da toplumda, bir anlamda ar damarlarında çatlaklıklar meydana getirir. Temellerin yıkılışı bu çatlakların sonucudur. Nitekim sanal dünyada mahremiyete atılan okların en büyüğü insanî değerlerin gözetilme endişesinin taşınmadığı durumlarda atılan oklardır. Her söylenene bir “hakkımdır” vurgusu ile kılıf uydurmak, en başta sınırlara ardından da mahremiyete karşı bir savaştır. Göreceli bakış açısından neşet eden sınır tanımaz anlayış, bir anlamda kapıyı çalmadan ve müsade istemeden evlere dalmanın diğer adıdır. Bunun önü, kişinin birey olmayı seçtiği özgür dünyanın itirazsız insanı olmakla elbette ki alınamaz. Bir sınır, dahası ilkeler veya daha da önemlisi değerlerle örülü anlayışın olması elzemdir.
Sınır olgusu kaybolmaya başladığında insanlarda keyfiyet putu uyanmaya başlar. İnsan sayısı adedince görüş, bu alanda durmak nedir bilmeyen girişimler doğurur. Böylece had bilmeyen zihniyetlerin egemenliği altında mahremiyet dünyası dışa açılan bir alan haline gelir. Merakın, keyfiyetin, özentinin ve ihlallerin gözle görülür varlığı daha da baskın gelecektir.
Kişilerin sosyal medyada adeta benliklerini sunma yarışına girerek görme, gösterme, gözetilmeye ve gözetlemeye dayalı iletişim şekli edinmeleri mahremiyeti körelten bir anlayışın sonucudur. İnsanlar nezdinde bilinebilir olmak uğruna yapay roller ve değerden yoksun bir şekilde aile mefhumunun umumun bakışlarına feda edilişi neredeyse gereğinden fazla ve hızlı bir şekilde normalleşti. “Fenomen” olmak adına girilmeyen kılık, oynanmayan rol kalmıyor. Üstelik paylaşımların çoğu zenginliğe, lükse, başarı odaklı görüntülere ve çevrelerinde oldukça sevilen, sayılan insanlar olduklarına dair algılara dönük olduğu için onları takip edenlerde taklit, haset veya kıskançlık oluşturabilmektedir.
Ne yazık ki insanların algı dünyasında insanî değerlerin ve ahlâkî niteliğin yerini anlık olanda yaşama tutkusu yer almaya başlıyor. Sürece yayılmış ve anlamla yoğrulmuş yaşantının yerini anlık olana sığdırılan yapay ve geçici girişimler alıyor. Ömrün bereketli yanı, bir bakıma yanıltıcı ve sahte eylemlerin uyuşturan şırınga haline dönüştüğü söylenebilir. Ne var ki insanlar bu çetin kış mevsimini andıran hallerini terk etmek yerine, kalplerindeki donukluğu artırmayı tercih eder hale geldiler. Farkına varmanın idraklerden kovulduğu bu anlayışın toplumsal dirilmede üretken ve yönlendirici etkide bulunması oldukça zordur. Evet sanal dünyada, insanların en büyük zaaflarından biri, genele “sunum” tepsisiyle sunulan mahremiyet alanının çürümeye terk edildiğinin farkına varılmamasıdır. Bu uyku hali, zihnin, aklın ve kalbin diri hale geleceği zamana kadar uzamış durumda.
Haz verenin mutluluk getirdiği yanılgısı var zihinlerde. Mutlu olmak ile hazzı birbirinden ayırt edecek bakış açısından yoksunuz gibi. Gözlerin üstünde olduğu kişiyi, dünyanın en mutlu kişisi sanabiliyoruz. İmkanların elinde olduğu kişiye saygı duyulması zorunludur anlayışı ile bakabiliyoruz. Aslında böylesi bir zihniyetin zuhuru, inşa edilmeyen bilincin neticesidir. Dahası değerden ve anlamdan soyutlanan bilincin varlığıdır.
Mutluluk arayışı, pahalı yaşamda aranma telaşıyla her gün insanlardan biraz daha uzaklaşmaya devam ediyor.
Zira doğru şey, yanlış yerde ve yöntemlerle aranıyor. Mutluluğa gitmeyen yolda bulunmakta ısrar etmenin yanında, o yolun yanlış oluşunu da inkar yoluna gidiyoruz.
Sanal dünyanın sınır tanımaz bir bireyi olarak varlığını sürdürmenin bir ürünü amacıyla hürmete layık alanını kendi elleriyle yok eden bir zihnin, her şeyden önce özüne yabancılaşması kaçınılmazdır. Aslında buna, fıtratın kaos alanında can çekişmesi de denilebilir. Nitekim kişi, kendi temiz dünyasını kirli bakışlar ve yok edici saldırılara teslim etmeyi kendisi tercih etmiştir. İnsan, kendisini ve ailesini günah oklarından; çürüten, pasifleştiren, mankurtlaştıran, aptallaştıran ve en önemlisi sonuçta ateşe götüren yaşantı ve anlayışlardan korumak zorunda iken bu dünyada nesneleşmeyi kabul etmesi, onun kişiliğine vurulmuş en büyük darbelerden biridir. Çekim gücü etkili olan yanılgılar dünyasını kabullenmek veya oranın bir müntesibi olmakla doğrular dünyası temsil edilemez. Olması gereken, doğruyu temsil etmenin yanı sıra, aynı zamanda doğrunun yanında da yer almaktır. Böylesi kokuşmuş bir dünyada kişiliğini korumanın belki de en başat yolu, mahremiyet dünyamızı koruma endişesi taşımaktır.Mahremiyetin, kendisinin yanı sıra ailenin ve toplumun da hürmet sınırlarını koruyan bütüncül bir değer olduğu gerçeği zihinlerimizde her daim tazeliğini korumalıdır. Değerlerini önemsizleştiren bir zihni bakış açısıyla, dünyaya söyleyecek söz bulmak neredeyse imkansızdır. Öncelikle değerin korunması, ilkelerin yaşatılması gerekiyor. Mahremiyetin muhafazası ise kişiliğini temsil etmenin ölçütüdür. Ancak böyle bir duruşla saygıya dayalı yaşam alanlarını koruyabilir ve bu yaşam alandan yola çıkarak etkililiği/ciddiyeti sağlayabiliriz.
Kadir Çiçek/Her Taraf