Peygamber Efendimiz aleyhissalatu vesselam, yeryüzüne hidayet için gönderilmiştir. O gelmeden önce dünyada haksızlıklar ve zulümler ileri boyutlara varmış, idareciler fasık kimselerden ibaret hâle gelmiş, cehalet yayılmıştı. O dönemin toplumlarını refaha kavuşturacak ne bir yasa ne de bir nizam ölçüsü mevcuttu. Milletler, kendilerini derleyip toparlayacak bir dinin ve ahlâk normlarının yokluğunu içten içe hissetmekteydiler. Hâl böyleyken din adamları bile dini, kendi azgınlıklarını sürdürebilmek için kullanmıştır. Yeryüzündeki milletler; hakkı hukuku bilmeyen başıboş hayvanlardan farksız bir yaşam tarzı içerisinde kıvranmakta, ayaklanıp ıslah olma yolunda da adımlar atmaya yanaşmamaktadırlar.
İşte tam da böyle bir zamanda, insanlık âlemini, cehaletin o zifiri karanlığından çekip İslâm’ın nurlu yoluna çıkartmak için Resulullah Efendimizin cihana teşrifleri gerçekleşmiştir. Bu; aynı zamanda şaşkınlıkların, sapkınlıkların ve azgınlıkların sona ermesi; olgunlaşmanın ve doğru yolu keşfetmenin başlangıcı olmuştur.
Mekkeliler, hak ve son dinin gelişine savaşarak cephe alışmalardır. Resulullah Efendimiz ise buna mukabil az sayıdaki Sahabe-i Kiram ile cihad etmiş, cemaatleşip devletleşmiştir. Yapılan eziyetler neticesinde Medine’ye hicret edilmiş ve Arap Yarımadası’nın tamamı hak dini kabul etmiş, İslâm hızla yayılmaya başlamıştır.
Resulullah, bütün dünyada yepyeni bir medeniyet tesis ederken elbette Kur’an’ın sırrından yararlanmıştır. “Asr-ı Saadet” olarak anılan bu dönemde; ayrılıktan birliğe, cehaletten ilme ve bedevi toplumlardan medeni toplumlara doğru evrilmeler gözlemlenmiştir.
Kur’an terbiyesi, niteliği itibariyle kapsayıcı bir yapıya sahiptir. Bu terbiye sistemini, mekteplere yahut camilere hapsetmek mümkün değildir. Ayrıca İslâm; ahlâkı önemsemeyip yalnızca ibadeti önceleyen bir inanç sistemi de değildir. Toplumu bir kenara bırakıp bireyi ve bireyselliği hiçbir zaman teşvik etmez.
Muhammed Şedid’in, Risale Yayınlarından çıkan “Kur’an Metodu” kitabında İslâm’ın evrensel şiârını, Kur’an metodu ile nasıl anlamamız gerektiğini öğreniyoruz. Hem Resulullah Efendimiz hem de ondan sonra gelen halifelerin, İslâm terbiyesinin yaşatılması için gösterdikleri gayreti ve devlet ile toplum teşkilatlanmasının Kur’an hükümleri çerçevesinde şekillenme sürecini okuma fırsatı buluyoruz.
Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi ve sellem), tarihin akışı içerisinde yepyeni bir dirilişin, canlanan bir medeniyetin ve insanî tavrın ortaya konmasında büyük davetçi olarak âlemlere gönderilmiş bir peygamberdir.
İslâm’ın verdiği mesajlar, Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim sayesinde kitleleri; ayrılıktan birliğe, zayıflıktan muktedirliğe, bedevilikten medeniyete ve en nihayetinde yalın ayaklı başıboş kimselerden tüm insanlığa faydalı bir ümmet olmaya sevk etmiştir. Milletlerin gönlünü pekiştiren bu sır, temelde; İslâm nizamının terbiye usulleri ile ilgilidir. Devlet ve toplum düzeyinde uygulanma imkânı bulan İslâm terbiyesi, İslâm medeniyetinin doğuşuna da zemin hazırlamıştır.
“Kur’an Metodu” kitabında İslâm’ın insanlığa vermek istediği mesajların derununa vakıf olmak, davet ve tebliğ metotlarının ölçülerini bilmek adına gerekli olan adımları ve işaretleri buluyor; Kur’an metodunun sistematiğini öğrenme şansı yakalıyoruz. Muhammed Şedid Kur’an’daki metodik yaklaşımları ayrı başlıklar altında sırayla inceliyor. Örnek olması açısından Kur’an’daki fikri metoda dair önemli tespitlerini sizlerle paylaşalım:
Kutsal Kitabımız’ın gelişi, insanlık âleminin çocukluk devrini kapatmak ve olgunluğa eriştirmek içindir. İnsanlığın fikir yürüyüşünde bu hadise, tarihsel bir dönüm noktasıdır. Hiçbir akılcı ve bilimsel temele dayanmayan görüş ve hareketlere karşı bir ayaklanma hareketi olarak vardır.
- Aklın Hür Bırakılması:
Allah’a şirk koşulması, düşünce için bir çoraklıktır, yaratılış için fesattır. O şirk ki kendisine tâbi olmayanı cehaletle itham ediyor, tâbi olanları ise gölgesi altında tutmaya çalışıyordu. Dinden çıkmaya ve küfre neden olacak söz ve davranışlar her ne ise ona itibar ettiriyordu.
İslâm dini, şirkin, kâhinliğin ve kul ile Yaratıcı arasında aracı olduklarını iddia eden tüm istismarcılara karşı da bir itirazdır. Allah’tan başkasına yöneltilecek kulluk, hak din ile kesinlikle yasaklanmıştır. Akıllar, hürlüğün denizlerinde yüzmeye başlamış; kul ile Yaratıcısı arasında aracılar olmaksızın doğrudan bir bağ kurmanın mümkün olduğu keşfedilmiştir.
- Taklitçilik ve Keyfi İsteklere Karşı Ayaklanma:
Kur’an-ı Kerim, nefislerinin isteklerini frenleme konusunda gevşeklik gösterenleri, gaflet içerisinde yaşam sürenleri, hayvanlardan bile daha aşağı seviyeye indirmiştir.
- Düşünme ve Basirete Davet:
İnsan zihni, hak dinin kutsal kitabı nazil olana kadar bozuk inançların parmaklıkları arasında mahsur kalmıştır. Bu davet, insanı esaretten kurtarıp darlıktan ve hapishaneden çıkartarak kafasını çalıştırmaya ve basirete çağıran inanç sistemi olmuştur. Kalbi, ikazlarla doğru yola çeken din, aynı zamanda fikri de ulaşabileceği en ileri hedeflere doğru yönlendirmiştir. O’nun metodu; her hadiseyi detaylı analiz etmek biçiminde değildir. Yol göstermek suretiyle fıtratın önünü açmaktadır.
Resulullah Efendimizin hayatı da düşünce ve basiret temelinde yükselmiş, davet ve terbiye üzerinde şekillenmiştir. Geceleri Allah’ın nimetlerini ve yarattıklarını düşünüp sürekli surette tefekkür etmiştir.
- Fikrin Metodu ve Tarih:
Akıl, var olanın sırlarını keşfederek ve kanunlarını anlayarak insanların faydalanabileceği formlara dönüştürür. Aklın yalnızca düşünmesi ise kişiyi, kimi zaman hayatı ıskalamaya, münakaşaya ve gösterişe sürükleyebilir. Dolayısıyla İslâm dini, Allah’ın delilleri ile fikrin bağlantı kurmasını sağlayarak bu tehlikeyi bertaraf eder. Tarihten örnekler göstererek ibret vesikaları sunar. Geçmişte milletlerin başlarından geçen hadiseleri, helak oluşlarını ve çöküş nedenlerini düşündürmeyi amaçlar. Kur’an-ı Kerim, helak olan bütün milletlerin ve medeniyetlerin çöküşünü, Rabbani metotlardan uzaklaşılmış olmasına bağlamıştır.
- İçtihadın Hakkı:
İslâmî fikirler, daima hayatın gerçeklerine bağlı kalmıştır. Kendisinden ayrılmayan ahlâkî değerlerle her zaman temas hâlindedir. Kur’an-ı Kerim, dine kapsamlı usuller getirmiş ve uygulamayı ise ümmete bırakmıştır. Bu metot; görüşlere, içtihatlara ve düşünceye davet hususunda geniş imkânlar sunmuştur.
Avrupalı halklar, İslâm toplumlarının ulaştığı bu seviyeye ancak bin sene kadar sonra Martin Luther ve arkadaşlarının dini ıslah hareketleri ile ulaşabilmiştir. Batı’da naslardan arınmış bir zihnin daveti, ancak bu dönemlere rastlamaktadır.
- İslâmî Fikrin Meyvesi:
Donuk fikrin ve paslanan zihnin çözülmesi, hak dinin gelmesiyle mümkün olmuştur. Taklitçiliğe ve gafilliğe karşı çok âni bir biçimde gerçekleşmiş bir ayaklanma biçimidir, İslâm dini. Amelî neticeleri de olduğundan hayatın ileri götürülmesinde çok etkin rolleri olmuştur.
Dünya Bizim / Remzi Köpüklü