Batı Medeniyeti tarihinin hiçbir döneminde ‘medeni ‘olmamıştır. Batı, Roma ve Yunan medeniyetinin dışında kalan toplumları ‘barbarlar ’ olarak ötekileştirmiştir. Batı Medeniyeti ahlaktan, merhametten yoksun bir medeniyettir. Batı sözde medeniyetini oluştururken, ‘barbar ‘olarak nitelediği toplumları öldürerek, yağma ederek, yok ederek, sömürerek yaşam biçimini oluşturmuş barbar bir medeniyettir. Batılı için sarı saçlı mavi gözlüler standartları yüksek, yaşamayı hak eden seçkin bir ırktır. Batı, medeniyet tasavvurunu inşa ederken hangi dinamikler üzerinden nasıl bir doktrin oluşturduğunun anlatıldığı Dr. Mustafa Cereci’nin kaleme aldığı, Şule Yayınlarından çıkan 355 sayfadan oluşan ‘VAHŞİ BATI’ kitabından söz edeceğiz.
Yazar kitabına Batıyı tanımlayarak başlıyor. Batı, sırrı henüz keşfedilmemiş bir meçhul diyor. Eserleri ve geçtiği yerde bıraktığı derin izleri, karakterine dair ipuçlarını belge belge gözler önüne sererek; Batı hakkında; “her şeyden önce vahşidir” demektedir. Yazara göre Batı, efsaneleri, inançları ve müziği ile zengin bir yapay kültürdür. Sedat Cereci, Batı’nın demokrat ama zalim; hürriyet havarisi ama terörist; üretici ama daha çok sömürücü olduğunu belirtir.
Sedat Cereci, Batı uygarlığının, aklı putlaştıran Aristo ve Hegel gibi filozlardan aldığı fikirlerle -bir dönem kimliğine şekil ve yön veren- Hristiyanlığın özünü ve mahiyetini bozduğunu dile getiriyor.
Yazar, Batı medeniyetinin kronik hastalığının modernizm olduğunu söylüyor ve bir Batılıyı yalnızca kendi ölçülerine uygun gelişmelerin memnun ettiğini belirtiyor. Batı; kendisini modern, Batılı olmayanları; geleneksel diye ötekileştiriyor. Batı “ İnce Mehmet”i, Doğu’yu küçük görmek için kendi diline çevirmiştir. Batı, kendi hayal dünyasında, “Bin bir Gece ”den beri kendine göre bir şark kurmuştur. İnce Mehmet eseri, o imaja uyduğu için beğenilir.
Cereci, Batı Medeniyeti’nin esas korkusunun, modern entegrasyonunu tamamlamamış ülkelerin karşılaştıkları zorlukları çözmede, Batılı usullerden farklı bir usul bulma korkusu olduğunu söylüyor. Batı; sömürerek geçinir, çalarak beslenir. Petrol, Körfez kıyılarından, esrar ve baharat Hindistan’dan, caz Afrika’dan, ipek ve afyon Çin’den, antropoloji Okyanusya’dan, sosyoloji Afrika’dan….
Batı’nın tarihi, başlı başına bir vahşet hikâyesidir. Batı Medeniyetinin gücü vahşetinden kaynaklanıyor. Bizans İmparatoru hipodromda galeyana gelen halkı bastırmak ve tahtını korumak için 30 bin kişiyi kılıçtan geçirmiştir. German kabileler, yüzyıllar boyunca rakiplerini öldürdükten sonra pişirip yeme geleneğiyle yaşarlar.(Çağdaş Dünya, Afrikalılara yamyam diye dursun…) Kazıklı Voyvoda eline Türk esirleri geçtiğinde, ayaklarındaki derinin yüzülmesini ve meydana çıkan kırmızı etlerin tuz ile ovuşturulmasını, ondan sonra da acının artması için keçilere yalattırılmasını emrederdi.
1572 yılının 24 Ağustos gecesinde tüm Protestanları yok etmek için Paris’te Papa XIII. Gregorius’un tahriki ile Fransa kralı Protestanları üç hafta boyunca katlettirir. 30 binden fazla dindaşını ve ırkdaşını kendi mezhebine bağlı olmadığı için öldürtür. Masum çocuk ve kadınlar diri diri yakılır. Bu olay, günümüz Avrupa’sında Aziz Barthelemy yortusu olarak kutlanmaya devam edilmektedir.
Amerikan yerlilerinin çocuklarını, köpeklerini beslemek için öldürmüşlerdir. Batı, Haçlı seferlerinde vahşiliğini gaddarca göstermiştir. Müslümanların çocuklarını doğrayıp, şişlere geçirdikten sonra pişirerek yemişlerdir.
Yazar, Batı uygarlığının kaynağını “bir tutam Yunan, yeteri kadar Roma” diye temellendirir. Eski Yunan ve Roma, modern Batı uygarlığının temelini teşkil eder. Eski Yunan kültürü, Batıda sanatı ve estetiği etkiler. Roma ise Batı için askeri temelleri oluşturur. Avrupalı, Eski Yunan’a mucize gözüyle bakar. Yazar, Yunan medeniyetinin temellerinden söz ederek kitabına devam eder. Eski Yunan düşünürleri, varlığı maddeye dayandırarak açıklarlar. Eşyanın aslı dört unsurdur onlara göre: Ateş, su, toprak, hava. Daha ötesi yoktur.
Roma, Eski Yunan’dan aldığı ateist ve materyalist mirası askeri zihniyetle, kuvvetle yoğurarak değerlendirir. Bu felsefe; zamanla zulüm, gaddarlık ve kan dökmeye kadar varır. Romalılar sadece zulüm yapmaktan değil, onu seyretmekten de büyük zevk almıştır. Bu nedenle düzenlenen Gladyatör döğüşleri, Batı felsefesinin karakteristiği bakımından çarpıcı bir örnektir.
Yazar, Batı’nın ortaçağı “karanlık çağ” olarak damgaladığını belirterek, Rönesans’ın da Batının ikinci karanlığı olduğunun farkına varılamadığını belirtir. Cereci, Avrupalı entelektüellerin tartışılmaz bir şekilde Eski Yunan ve Roma’ya hayranlıklarından dolayı, Rönesans’ın Hristiyanlığı reddettiğini söylemektedir. Buna sebep olan en önemli olayın, kilise zulmünün doruğuna ulaşıp çökmeye başladığı döneme rastladığını belirtir. Yazara göre, Rönesans’ın anlamı, putperestliğin yenilenmesi ve yeniden canlandırılmasıdır demektir.
Kopernik, Bruno, Kampenella, Vanini, Michelangelo, Leonardo gibi düşünürler dini şiddetle reddeden tanrıtanımazlardır. Bacon, Spinoza, Descartes, Pascal… Aklın köleleridir. Volter, dinsiz insanı, dinsiz hayatı kuramlaştırır. Makyevel, modern Batılı insanın en belirgin karakteri olan ikiyüzlülüğün modelini çizmiştir. Descartes, aklın tanrılaştırılmasında önemli bir karakterdir. Batı maddeyi putlaştırmıştır. Moral değerlerin, ahlak kurallarının, dinin bir anlam taşıdığı yüzyıllar geride kalmıştır. Batı’da devlet, Kiliseyi ya da Papa’yı hiçe sayacak kadar dinden uzaklaştırmıştır. Onun yerini “plutus(servet tanrısı)” almıştır. Banka, bütün mezheplerin birleşip “Altın Buzağı” ibadetini yapmak için buluştukları gerçek mabet olmuştur. Yazar; ‘Batılı adamın ülkesinde, bürosunda, fabrikasında, evinde değer taşıyan varlık insan değil, eşyadır’ diyor. Orada insana insan değil, eşya değer kazandırır demektedir.
Sedat Cereci, “Batı’nın madde dünyasının hacmini genişletmek için yayılmacılık ve sömürgecilik politikaları geliştirdiğini” söylüyor. Bu yüzden; Dünya’nın her yanındaki kaynaklardan yararlanmayı, işgücünü kullanmayı “Batı üzerine bir hak, vazife bilir” tespitinde bulunmaktadır.
Cereci, Batı’nın üzerine aldığı bu vazifeyi gerçekleştirmek için, Haçlı seferleri ile Doğu’ya ve Amerika, Afrika, Avustralya kıtalarına yönelerek sayısız katliamlardan örnekler verir. Sömürü sistemine, Kilise de onay vermektedir. Batılı için kendi medeniyetlerinin dışında kalan barbar dünya, sömürülmeyi hak etmiştir. Kilise, fetva vermese bile Batılı tanrının yerine kendini koymuştur. Batılı, dine ve tanrıya artık ihtiyaç duymamaktadır. Batılı dine ve tanrıya öfkelidir. Bu öfkesini açıkça şöyle dile getirmektir:
“Din adamları tarafından budalaları sömürmek için icat edilen, dünyayı yarattığı ve doğanın hâkimi olduğu iddia edilen tanrının beş para etmeyen varlığını inkâr ediyorum. Özellikle Hristiyanların ve Katoliklerin kendi görüşlerine göre biçimlendirdikleri, zalimlik ve gurur timsali olan tanrılarını reddediyorum. Bütün yaşamları boyunca insanlarla saklambaç oynayan ve ancak son nefeslerinde kendini ortaya çıkaran, onlara eliyle verdiği insanca arzularına boyun eğdiklerinden ve yeterince tapmadıklarından ötürü korkunç cezalar öneren işte bu tanrıdır.”
Alaaddin Aydın
Teşekkürler Alaaddin, emeğine bereket.
sağol kardeş