Issız adam sendromu öteki ile bağ kuramayan ve kendisini yalnız bir adaya hapseden bireylerin tutulduğu bir sorundur. Bu kişiler için öteki vardır ancak daima köprünün diğer ucundadır ve orada kalmalıdır. Mesafe ortadan kalktığı anda ıssız adanın sakinleri kaybetme, yıkılma, örselenme endişesine kapılır ve ortamdan uzaklaşmak isterler. Psikiyatristler bu kimselerin çocukluk döneminde anne ile sağlıklı bir bağ kuramadıklarını ve iletişim kurdukları herkesi anneyle özdeşleştirip kendilerini geri çektiklerini ifade ediyorlar. Yani, yalnız adada yaşayan kişinin iç dünyasında sevgi ve güven veremeyen bir anne figürü vardır ve kişi bütün insanları bu figürün bir parçası olarak görmektedir.
Bowlby tarafından geliştirilen bağlanma kavramı, çocuğun kendisini tehlikelerden koruyacak ve ihtiyaçlarını karşılayacak bir erişkine ihtiyaç duyması sonucu gelişen yakınlığı ifade eder. Bu anlamda bebeğin ilk bağlanma nesnesi kendisine bakım veren annedir. Bowlby yaşamın ilk yıllarında ebeveyni ile sağlıklı bir bağlanma geliştiremeyen bireylerin gelecek yaşantılarında insanlarla yakınlık kuramadıklarını ve yalnızlaştıklarını belirtir.
Bebek ruhen ve bedenen direnç kazanabilmek için kendisine bakım sağlayan kişi ile bağ kurma ihtiyacı içinde olur ve bu kişinin yaklaşımına uygun bağlanma tarzı geliştirir. Bowbly yaşamın ilk yıllarında gerçekleşen bu bağlanma unsurunu dört kategoride ele alır, bunlar: Güvenli, Saplantılı/kaygılı, kayıtsız/kaçıngan ve korkulu/kaçıngan bağlanma türleridir. Anne bebeğin ihtiyacını vaktinde ve tam olarak sağladığında güvenli bağlanma gerçekleşir, annenin bebeğin ihtiyaçlarını umursamaması durumunda ise bağlanma davranışı reddedilir, bu durumda bebek anneyi yok sayar ve ondan duygusal anlamda uzaklaşır. Annenin yaklaşımı bireyin gelecekte insanlarla ilişkilerinin şeklini de belirler eğer bebek bakım veren kişi ile güvenli bir bağ kuramamışsa, gelecek yaşantısında insanları ihtiyaçlarına cevap vermeyen, kendisini umursamayan anne gibi görüp, mesafeli yaklaşır. Kaçıngan bireyler öteki ile bağ kurmak istemez ve bağımlı hale gelmekten korkarlar. O yüzden yakın duygusal ilişkilere girmez ve kendilerini ıssız bir adaya kapatırlar. Bu kişiler yakınlık kurmaya ihtiyaçlarının olmadığını düşünür ve muhatapları ile aralarına keskin sınırlar çizerler. Araştırmalar kaçıngan bireylerin duygularını yoğun şekilde bastırdıklarını ve hislerini gizli tutmaya özen gösterdiklerini göstermiştir. Çünkü reddedilmekten, kaybetmekten, zarar görmekten korkuyorlar ve o yüzden insanlarla aralarına mesafeler örüyor ve yalnızlığı tercih ediyorlar.
Ebeveynlerimizin bilgi ve imkânları kısıtlıydı ve şartlar elvermediği için eksik bıraktıkları, ulaşamadıkları durumlar oldu ve yaşamın ilk yıllarında buna bağlı olarak arızalı bir düşünce geliştirdik. Ve şimdi bu çarpık yapının farkına vardık peki ne yapacağız? İhtiyacımız olan şeye ulaşamadık, mahrum bırakıldık, yoksunluk çektik deyip insanlarla aramıza buzdan dağlar örmeye devam mı edeceğiz? Sorunumuzun farkına vardığımız anda geri adım atıp, kendimizi değişime açamaz mıyız? Rabbimiz bizi değişime müsait halde yaratmıştır, istediğimiz takdirde geçmişle gelecek arasına bir köprü kurup kronikleşen korkularımızı iyileştirebiliriz. İstediğimiz takdirde o ıssız adadan ayrılıp insanların arasına karışabilir ve onlarla sevgi eksenli ilişkiler kurabiliriz.
Ebeveynimizden almadığımız şeyi biz insanlara vererek duygularımızı yeniden inşa edebilir uçsuz bucaksız bir sevgi denizine doğru yol alabiliriz. Biz yeter ki kendimizi değişime açalım ve ilk adımı atalım, kapılar bir bir açılacaktır…
Milli Gazete / Fatma Tuncer