Akıl insanları yeryüzündeki diğer canlılardan farklı kılan en önemli özelliktir. Aynı zamanda dini açıdan da hukuki açıdan da mükellef olmanın şartıdır. Görev ve sorumluluk verilirken de akıl sağlığına itibar edilir.
Bundan dolayı zulüm rejimlerinde bir istismar aracı olarak da kullanılmıştır. Diktatörler veya zulüm rejimlerinde hakimiyeti ellerinde tutanlar bazen muhaliflerini devreden çıkarmak için hukuki gerekçe bulamadıklarında akılla ilgili gerekçelerden yararlanmaya çalışmışlardır. Bunun tersi bir şekilde bazı suçları işlemeye yönelttikleri kişileri cezalandırmamak için akıl sağlıklarının yerinde olmadığı iddiasından yararlanarak onları mazur gösterme yoluna başvurmaktadırlar. Bu ikinci yönteme siyonist işgal rejimi çok sık başvuruyor. Örneğin 1969’da Mescidi Aksa’ya sabotaj düzenleyen kişinin akıl sağlığının yerinde olmadığı iddiasında bulunmuştu. Benzer şekilde Batı Yaka bölgesinde Filistinlilere yönelik insanlık dışı saldırılarda bulunan yerleşimcilerden bazıları hakkında “akıl sağlığının yerinde olmadığı” raporları çıkararak onları mazur gösterdi. Bu gibi suçları işleyebilecek derecede akıl sağlığı bozuk olanların murakabe altında tutulması gerektiği halde bir yandan onların serbestçe dolaşmalarına da müsaade etmeye devam etti.
Ürdün Haşimi Krallığı’nın kurucusu Abdullah kendinden sonra tahta geçmesi için oğlu Talal’ı veliaht tayin etmişti. İngiliz emperyalizmi tarafından planlandığı iddia edilen bir suikast sonucu 20 Temmuz 1951 tarihinde hayatını kaybetmesinin ardından da yerine oğlu Talal geçti. Ancak o deli olduğu gerekçesiyle yine İngilizlerin müdahalesiyle 1952’de istifaya zorlandı ve yerine henüz 17 yaşında olan oğlu Hüseyin geçirildi. Yani şimdiki kral II. Abdullah’ın babası. Talal bin Abdullah da önce Kahire’de sonra İstanbul’da tedavi altına alındı. Benim şahsen görüştüğüm bir zat kendisinin onu İstanbul’da tedavi edildiği sırada gördüğünü ve gerçekten akıl sağlığının bozuk olduğunu gözlemlediğini söylemişti. Artık gerçekten hastalığından dolayı mı azledildi yoksa azledildiği için mi sağlığı bozuldu tam bilmiyoruz.
Son günlerde muhaliflerini tamamen sindirmek ve susturmak amacıyla siyasi tutuklamaları artıran, bu çerçevede Nahda Hareketi’nin lideri Raşid El-Gannuşi’yi de ifadeye çağıran ve tutuklamakla tehdit eden Tunus diktatörü Kays Said, yargı üzerindeki tahakkümünü güçlendirme işlemlerinde ayağına takılacağından şüphelendiği Beşir El-Akrami isimli bir hakimi akıl hastanesine yatırdı. Tabii Türkiye ve Suriye’de yaşanan büyük felaket bütün İslam dünyasının gündemini birinci derecede meşgul ettiğinden Tunus diktatörünün muhaliflerini tasfiye atakları büyük ölçüde gölgede kaldı.
El-Cezire’nin haber sitesi akıl hastanesine yatırılan hakim El-Akrami’nin eşi Muna El-Ğarbi’yle bir röportaj yapmış. Kadın kocasının herhangi bir psikolojik sorunu olmadığını, ama özellikle muhalif liderlerden Şükri Beliyd’in öldürülmesi davasının hakimliğini üstlenmesinden itibaren sürekli tehditlere maruz kaldığını, Nahda’nın tarafını tutmakla suçlandığını hatırlatırken, kocasının akıl ve beden sağlığıyla ilgili herhangi bir sorun ortaya çıkması durumunda bundan birinci derecede Kays Said yönetiminin sorumlu olacağını ifade ediyor. Belli ki kadın kocasının başına bir şey gelebileceğinden ciddi şekilde endişeli. Çünkü artık insanların bedenlerine zarar vermenin yanı sıra akıllarını uçurmanın da muhtelif teknik ve yöntemleri geliştirilmiş durumda.
Kocasının, evlerine 12 Şubat’ta düzenlenen ani baskında gözaltına alındığını ve kendisiyle de, avukatlarıyla da görüşmesine fırsat verilmediğini, sonra Razi Akıl Hastalıkları Hastanesi’ne yatırıldığını, sadece İşkenceyle Mücadele Heyeti’nin görüşmesine izin verildiğini, onların da kocasının muhakemesinde herhangi bir sorun olmadığını söylediklerini belirtiyor.
Anlaşıldığı kadarıyla Tunus diktatörü, yargı mekanizmasında ayağına takılabilecekleri tasfiye için onların akıllarıyla oynama gibi bir iğrenç metoda başvurmaktan da çekinmeyeceğini gösteriyor.
Ahmet Varol/Yeni Akit