وَيَقُولُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌۚ فَاِذَٓا اُنْزِلَتْ سُورَةٌ مُحْكَمَةٌ وَذُكِرَ فٖيهَا الْقِتَالُۙ رَاَيْتَ الَّذٖينَ فٖي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِؕ فَاَوْلٰى لَهُمْۚ
İman etmiş olanlar: Keşke cihad hakkında bir sûre indirilmiş olsaydı! derler. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince, kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara yakışanda budur! (47/20)
İlginçtir artık vahyi işitip de ölüm baygınlığı geçiren kimselere şahit olmuyoruz. Tabi şu an ki münafıkların halleri tartışılabilir. Onların toplumlar ve ülkeler ölçeğinde konumları uzun uzadıya konuşulabilir. Fakat şartlar ne olursa olsun dünya üzerinde Allah’a iman ettiğini İslam üzerine yaşadığını iddia edenler ve bu temsiliyetten dolayı Müslümanım diyenlerin hali çok daha ilginçtir. Muhakkak ki yüce olan İslam’dır, şahıslara bağımlı değildir, fakat Müslümanların iyi ya da kötü dini temsil ettikleri bir gerçektir. Bu noktada müslümanlar üzerinden ayeti düşündüğümüzde iş çok daha ilginç hatta acıklı oluyor.
İman etmiş olmanın bir ölçüsü ayan beyan önümüze seriliyor; iman etmiş olanlar işlerinde Allah’ın vahyini ölçü edinirler. İman edenlerin ne yapacaklarına, nasıl yapacaklarına ve niçin yaptıklarına vahiy karar veriyor. Maalesef bu ayeti okuyunca en fazla birkaç müslümanın canı yanıyor, hüzünleniyordur diye düşünmeden edemiyor insan.
Nitekim devamındaki ayette ve daha çokça ayeti kerime de Rabbimiz kendinden muhkem bir emir geldiğinde iman edenlerin tek yapması gerekenin işittik ve itaat ettik demeleri olduğunu açıkça ifade etmektedir. İtiraz yok, şart yok, şeksiz ve şüphesiz bir şekilde vahye tabi olmaktır iman edenlere düşen. İnsandan önünü sonunu düşünmesini vahyi yorumlamasını, lafazanlık etmesini istemiyor, gayet açık bir şekilde onunla amel etmesini emrediyor. Vahyin hayatların tek hükmedeni olması gerekiyor.
Hakim olana bakınca müslümanların elinde suya sabuna dokunmayan, etliye sütlüye karışmayan birkaç ibadet… Vicdanlara hapsolmuş mistisizmden öteye gitmeyen hiçbir şeye hiç kimseye karışamadığı gibi herkesin ve her şeyin ona müdahil olabildiği bir din…
Fıtrattan koparılıp parçalanmış hayatlar yaşanmakta. Hem de müslümanım diyerek din anlatanlar, vahyi yürürlükte olana göre, arzu ve isteklerine göre eğip bükenler, bu durumu normalleştirmeye çalışıyorlar. Piyasa şartları ortada… Hayatın gerçekleri malûm… İslam ayrı siyaset ayrı, müslümanlık başka ekonomi, ticaret başka vb. slogan benzeri söylemleri her an duymaktayız… “bana göre” ölçüsüyle yaşanılan bir müslümanlıkla yüzleşiyoruz, Allah’a meydan okurcasına.
Ve Rabbimiz kendi ölçüsünü Kur’an’la ilan ediyor; ‘Bana göre olmayan, Benim emirlerime uymayan her şey ve herkes çer-çöptür değersizdir.’
Kıtal yani savaş olarak geçen kelimeleri de cihad olarak çevirmek, cihad kavramının savaştan ibaret bir anlama geldiğini zannettiriyor. Halbuki cihad kıtaldan çok daha kapsamlı bir kavramdır. Ve Mekke’de kıtal farz kılınmamışken de oradaki Müslümanlar Kur’an ile cihad yapıyorlardı.