وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۘ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِؕ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَؕ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّقٖينَ
Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş diğerinden ise kabul edilmemişti. (kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden) “Andolsun seni öldüreceğim” dedi. Diğeri de “Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder” dedi. (5/27).
İnsanlık tarihinin en kadim anlatımlarından birisi de hiç şüphesiz Adem’in iki oğlunun kıssasıdır. Öncelikle bu kıssanın siyak/sibak ilişkisine baktığımız zaman İsrailoğulları üzerinden tüm insanlığa bir mesaj içermektedir. Bize düşen tarafı ise, bu kıssadan nasıl bir mesaj çıkarmamız lazım? Diğer bir tabirle kıssa bize ne söylüyor? Kur’an’ın özelliği gereği durduk yerde iş olsun kabilinden bir şeyi gündem etmez, yani Kur’an abesle iştigal etmez. Allah bundan beridir ve münezzehtir.
Adem’in iki oğlunun isimleri Kur’an da geçmediğine göre biz daha çok iki düşünceden ve iki yönelimden hareketle ayeti kerimeyi anlamaya çalışacağız. Birincisi yaşamın tüm alanlarına tevhidin izlerini yaymaya çalışan bir anlayışken, diğeri münkerin, şirkin ve küfrün (kapitalizmin/sermayenin) Allah karşısındaki duruşunu/durumunu bize anlatmaktadır. Yani bir anlamda insanın iki boyutlu bir yaratılışa sahip olduğunu daha ilk insanlardan anlayabiliyoruz. Tevhidi anlamda ahlakı, takvayı, tevazuyu, teslimiyeti ve ihlası bir yaşam biçimi olarak seçen yalınayak, müstazaf kardeşlerden birisinin Allah’a arz ettiği kurban kabul edilirken, kibrin, müstekbirliğin, kıskançlığın, şirkin temsilcisi olan diğer kardeş bir anda itibarını kaybediyor. İtibarlı olduğuna inanan kibirli insanlara dikkat edin itibarsızlık onlara çok ağır gelir ve kabullenemezler.
Allah karşısında itibarını kaybeden kişinin kibri, azgınlığı ve şımarıklılığı bugün olduğu gibi o günde sınır tanımıyor ve tagutlaşıyor. Kendi hadsizliğini, azgınlığını hiç düşünmeden; tevazu sahibi, mazlum ve günahsız bir insanı, hatta bu insan öz kardeşi olmasına rağmen katledebiliyor. Ve bu hırsı yüzünden cehaletinin kurbanı oluyor. İçerisinde bulunduğu cehalet ve küfrün karanlığı O’nu geri dönülmez bir yola sürüklüyor. O sanıyor ki Allah daha varlıklı olanın kurbanını kabul eder. Ama Allah tıpkı Mekke’nin yetimine, mazlumuna izzeti ve nübüvveti, İmran’ın karısının Allah’a adadığı çocuğunu ve yine İbrahim’in (as) kurbanını kabul ettiği gibi Adem’in mazlum oğlunun kurbanını da kabul ediyor. Buradaki Adem ister herhangi bir ademoğlu olsun isterse Hz. Adem (as) olsun mesajın içeriğini değiştirmez. Dolayısıyla bunu burada tartışmayacağız.
Demek ki kurbanlarımızı varlığımızın, servetimizin, gücümüzün bir işareti olmaktan ziyade takvamızın, muttaki duruşumuzun, teslimiyetimizin, kıbleyi doğru seçişimizin gereği olarak ve aynı zamanda şımarmadan, kibirlenmeden Allah’a takdim etmemiz gerekiyor. Ki zaten Allah kimin kurbanını kabul edeceğini biliyor. Diğer taraftan haksız yere bir insanı katletmek ve kötü bir geleneği başlatmak Allah’ın hiç affetmeyeceği bir eylem. Üstelik katlettiği insanın cesedini ne yapacağını bilemeyecek kadar da aciz ve cahil bir insan veya zihniyetle karşı karşıyayız. Fakat ne yazık ki tüm nebiler ve tevhit erleri ne çektiyse bu cehaletten, çekememezlikten ve kıskançlıktan çekti. Dünyaya olan aşırı tutku ve ihtirasın cahil ve kibir ehli insana nasıl hükmettiğini böylece görmüş olduk. Mutlak doğru Allah’a aittir.