Hayatın kendimizi en ustalıkla inandırdığımız yalanı, sanki burada, bu dünyada, bu hayatta, içinde aktığımız bu çetrefil hikayede sonsuza kadar kalacakmış hissidir. Bu hikayenin sonsuz olmadığını elbette biliyoruz, bu gerçek… Ama hayatın sanki hiç sona ermeyecek bir şey olduğu yalanına görünüşe göre bu gerçekten çok daha fazla inanıyor, inanmayı istiyoruz. Yaşını başını almış insanların, muhtemel ki hiç tüketemeyecekleri paraları kazanmak için çırpınmalarına bir bakın! Nedir bunun mantığı? Neden yapıyorlar bunu? Çünkü hayatın fani olduğu gerçeğine teslim olamıyor, kendilerini bu dünyadan ölüp gidecekleri fikrine alıştıramıyorlar bir türlü. Bir yandan acıklı, bir yandan acınası derecede gülünç bir hal… Belki bu kadar bariz görünmüyor ama hepimizin bu yalana kendimizi inandırmak için yürüttüğümüz ufak tefek faaliyetler var. Hiç okuyamayacağımız kadar çok kitabı dolduruyoruz mesela kütüphanelerimize. Öğrenmek istediğimiz bir şeyin gerektirdiği mesaiyi sürekli, içten içe olmadığını bildiğimiz sonraki vakitlere bırakıyoruz mesela. Upuzun bir ‘yapılacak şeyler’ listemiz var hepimizin, adı bu olsun ya da olmasın. Bir ömür değil, birkaç ömür yetmez hepsini yapmaya. İnanıyor muyuz yapacağımıza, yapabileceğimize. Neredeyse evet! Mantıklı değil ama öyle… Çünkü bir şeyin gerçek olduğunu bilmek, o gerçeğe kendini teslim etmeyi beraberin getirmeyebiliyor. Önünüzde içi yol açıyor sadece; ya o kendinizi gerçeğe hazırlayıp teslim olacaksınız ya da her gün derme çatma yalanlarla o gerçeğin üstünü örtmeye, o gerçeği gözünüzden ve zihninizden uzakta tutmaya çalışacaksınız. Öyle görünüyor ki çoğumuz ne kadar zavallıca olursa olsun ikinci yoldan gitmeyi tercih ediyoruz.
“Ya Nakkaş! Biraz gez, dünyanın hiç kimsenin olmadığını anlarsın. Nereye kök salsan bir başkalık bir yabancılık taşıdığını. Nereye adım atsan sona kaldığını. O zaman anlarsın Adem’den bu yana bu yer’li olmadığını. O ilk adımın hatırası yerli yerinde bu kadar taze dururken neyi neresinden kurcalasan arkasından bir iğretilik bir sonradanlık çıkacağını. Mülkün Gerçek Sahibi bu kadar zahirken, toprak üzerinde kimsenin kimseye bir öncelik hakkı bulunmadığını, sadece bazılarının biraz erken geldiğini bazılarınınsa biraz geç kaldığını” diye yazmış Nazan Bekiroğlu, ‘Yol Hali’ isimli kitabında.
Huzursuzluk, gerçeğe kendini teslim edemeyenlerin ve yalanla da yalan olamayanların başına gelen bir hal daha çok. Dünya tekerleğini döndürmeye çalışan kobay fareler gibi debelenmekte olanların… Huzursuzların sıkıntısı gerçeği bilmemek değil, ona teslim olamamak… Yeryüzünde hayat süren her insanın gerçeğin ne olduğuna dair bir fikri var, doğru ya da yanlış olması bahsi diğer… Hayata ya da varlığa dair kendince bir izahata erişmiş insanların, o izahı içlerine sindirememek dışında nasıl bir derdi olabilir? Bu gerçekle kendini o gerçeğe bırakamayanların yaşadığı bir sürtünme hali… Gerçek gerçekliğinden bir şey kaybetmeyeceğine göre; tabiidir ki en çok insanı yıpratıp örseliyor.
Lao Tzu’nun Yol ve Erdem Öğretileri’nden birkaç ufuk açıcı satır: “Başkalarını bilmek keskin zekadır, kendini bilmek bilgelik. Başkalarına hükmetmek kuvvettir, kendine hükmetmek yücelik. Yeter miktarı bilmek zenginliktir, en önde olmak içteki ikrar. Yerini bildikçe hayatta kalır insan ve aldığı soluk verdiği kadarsa uzun bir hayattır yaşadığı.”
Gökhan Özcan/Yeni Şafak