Stephen Covey, Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı adlı eserinde proaktif bireylerin kişilik özelliklerine genişçe yer verir ve bu kimseleri diğerlerinden ayıran unsurun güçlü iletişim becerileri olduğunu ileri sürer. Covey, bu kişilerin bu sayede bulundukları ortamda etki oluşturduklarını ve sadece ticari kurumlarda değil, eğitim alanında ve sosyal ortamlarda da tercih edilen kişiler olduklarını belirtir.
Toplumların inanç, gelenek ve yaşanmışlıklarının içinden süzülüp gelen kavramlar canlı bir organizma gibidir ve bireylerin hayat tarzlarını, bakış açılarını ve kendilik algılarını şekillendirir. Eğer kavramlarınız istilaya uğramışsa kültürel kimliğinizi, öz varlığınızı ve geleneksel mirasınızı korumanız mümkün olmaz ve içten içe çökersiniz.
Kapitalist sistem toplumların kişiliğini inşa eden kavramları hedef alıyor ve tüketim mekanizmasını koruyabilmek için istediği kavramı istediği kalıplara sokarak bireylerin tüketim heveslerini kontrol altında tutuyor. Nitekim dışa dönüklük ve güçlü iletişim her dönemde, her çağda geçerli olan kavramlardı ancak sistem bu kavramları özünden koparıp tüketim malzemesi haline getirdi.
Hz. Peygamber’in, “Güçlü mümin zayıf müminden hayırlıdır” ifadesi inanç ve değerlerimizden beslenen güç faktörünün hayatımıza kattığı kazanımlara işaret eder. Güçlü iletişim, pratik zekâ ve zaman kavramlarını taşıdıkları değerlerle birlikte ele aldığınızda hâsıl olan kazanımların madde boyutundan çıkıp manevi bir yükselişe geçtiğini ve tesirini asırlar boyu sürdürdüğünü görürsünüz. Bu kavramları değer ekseninden kopardığınızda ise elde ettiğiniz maddi kazanımlar ihtiraslarınızı ve dürtülerinizi körüklemenin ötesine geçemez.
Dışa dönüklüğünüzün getirdiği avantajlar sizi maddi kazanımlara taşıyabilir ve büyük holdinglerin aranan elamanı haline gelebilirsiniz. Kazancınızla şaşaalı bir hayat sürebilir ve iletişim becerinizi, zekânızı, sosyal çevrenizi kullanarak büyük imkânlar elde edebilirsiniz. Ancak elde ettiğiniz birikimlerinizde hak sahibi olanlara, kapınızı açmamışsanız, mülkü verene şükredip borucunuzu ödememişseniz denizin dibindeki zenginlikleri göremeyip kıyıdaki yosunlarla iktifa etmektesinizdir.
Tüketim toplumu bireylerin özgül kimliklerini kendine mal etmeye çalışan bir yapı ve bu yapı içerisinde sadece araçlar değil, düşünceler, kavramlar ve geleceğe dair idealler de dönüşerek tüketime entegre oluyor. Sistem bireylerin tüketim iştahını kabartmak için kavramlara mizacına uygun anlamlar yükleyip, cazip hale getiriyor ve bireyleri tüketim ağının içinde tutmaya çalışıyor.
Kapitalizmin öne sürdüğü kavramlar aileleri de etkiliyor… Anne-babalar artık başlarını yere eğen sakin çocukları, zayıf ve güvensiz olarak görüyor ve onlara kronik bir kompleks aşılıyorlar. Aile içinde ya da arkadaş çevresinde varlıklarını hissettiremeyen gençler başarısızlıkla damgalanıyor ve ne iş hayatlarında ne de sosyal yaşamlarında kabul görebiliyorlar. Oysa özgüven bahsedildiği gibi kişinin bulunduğu ortamda varlığını hissettirmesi değildir aksine başını eğip haddini bilmesi ve kendini olumlu ve olumsuz yönleriyle kabul etmesidir. Özgüven kişinin yüzüne taktığı tüm maskeleri çıkarıp varlığını sahip olduğu değerlerle ortaya koyabilmesidir.
Gücün sahibi Allah’tır… İnsan O’na yaklaştıkça güven duygusu gelişir, uzaklaştıkça da zayıflar. Başınızı çevirdiğinizde bunu bariz şekilde görebilirsiniz…
Fatma Tuncer/Milli Gazete