Yıllar önce, bir gün, bir abiye dedim ki;
-Abi ne çok şanslısınız!
-Neden?
-Ne çok seveniniz var sizin! Misafiriniz hiç bitmiyor, yalnız geçirdiğiniz bir gün bile olduğunu sanmıyorum.
Alaycı bir tebessüm bıraktı ortaya. Şüphe uyandırdı bu hali bende.
-Yanlış bir şey mi söyledim, diye sordum.
-Yanlış diyemem elbette, birçok misafirim oluyor, birçok arkadaşım var; hepsi de güzel insanlar. Yine de bunlar bir insanın yalnız olmasına mani değil maalesef, dedi.
-Nasıl, nasıl olur? Yalnızlıktan mı şikâyet ediyorsunuz? diye sordum şaşkınlıkla.
-Tabi yalnızım kardeşim, tüm kalabalıklardan sıyrılıp kaldığım zaman bir başıma; ne kadar yalnız olduğumu görüyorum. Ve her geçen gün daha da yalnızlaşıyorum, dedi.
Şaşkınlığım daha da artmıştı.
-Ne diyorsunuz abi? Bu nasıl bir yalnızlıktır?
-Yalnızlık, varlık bilincinin bir bedelidir kardeşim. Varlığını hissettikçe yalnızlaşırsın. Etrafında insanlar çoğalır belki ama yalnızlık her geçen gün daha da artar. Bir düşün! Bu dünyada en yalnız olan kimdi biliyor musun?
-Kimdi? dedim hayretle.
-Peygamberimiz Muhammed… Onu en yakını bile anlamadı çoğu zaman. Bazen eşleri, bazen dostları… O onları, dostları da onu terk etmedi elbette; lakin yalnızlığa çözüm olmadı hiçbir şey. Onu yüce bir dosta yönelten de buydu belki de. Anladıkça yalnızlaştı. Bu hiçbirimizin kaçamayacağı bir son…
-Yalnızlık, öyle mi?
…
Bir üşüme geldi bana o anda. Aramızda sessizlik oldu bir müddet. Sonra izin isteyip ayrıldım yanından.
Aradan neredeyse yirmi yıl geçti. Bugün bile söylediklerini ne unuttum ne eksilttim. Gidip soracağım, “aynı kanaatte misin, abi?” diye.
O ne düşünüyor şimdi bilmiyorum; ama artık ona inanıyorum.