Son iki yazımda birçok hususa değinemesek de din / siyaset ilişkisini dilimizin döndüğü, aklımızın erdiği kadar ifade etmeye çalıştım. Bugün de din / ekonomi ilişkisine değinmek istiyorum.
İnsanlık tarihi boyunca din ekonomiyi, ekonomi de dini etkilemiş. Sosyolojik ve tarihsel süreç gösteriyor ki, dinsiz siyaset süreklilik arz edemediği gibi, din dışı ekonomi de insanlığa zulümden başka bir şey verememiş. Maamafih ekonomik ve politik gelişmeler o toplumun dindarlığını yakından ilgilendirmiş. Aynı zamanda dindarlık da toplumun ekonomik ve siyasi yapısını ve geleceğini belirgin bir şekilde etkilemiş.
Tarihte dinlerin çıkış süreçlerine bakıldığında toplumların özellikle imanî ve ahlâkî yönden zafiyette düştüğü dönemler önümüze çıkıyor. Allah bilincinin ortadan kalktığı, insanların insanlıktan çıktığı, birbirlerinin haklarına tecavüz ettiği, güvenin, dürüstlüğün ve hayırseverliğin yok olduğu devirlerde dinler neş’et ediyor…
Meselâ son din İslâm’ın ortaya çıktığı MS 600’lü yılların başında Hicaz bölgesindeki Arap toplumu incelendiğinde söz konusu durum açıkça görülebiliyor. Malûmunuz o devre “cahiliye” adı veriliyor. Cahiliyenin anlamını tam olarak verebilmek için Kur’ân-ı Kerim’e bakmak gerekiyor. Zirâ “cahiliye” kelimesi Medine döneminde nâzil olan şu 4 âyette açıkça geçiyor.
Âl-i İmran 154’üncü âyeti kerimede münafıkların Allahu Teâlâ hakkındaki yanlış düşüncelerinin cahiliye zamanına benzediği belirtilirken Mâide 50’nci âyet-i kerimede haksızlık, adaletsizlik ve zulme atfen cahiliye idaresinden söz ediliyor. Bahsedilen cehalet, Peygamberimiz Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın hanımlarına “Geçmiş cahiliye devrindeki kadınlar gibi açılıp saçılmayın…” mealindeki Ahzâb 33’üncü âyet-i kerimede de geçiyor. Fetih 26’ncı âyet-i kerimede ise cahiliye taassubuna atıf yapılıyor.
***
Yine Nisa 17’nci âyet-i kerimede geçen “bilmeyerek kötülük yapanlar” şeklinde çevrilen Kur’ân’ın cahillik ifadesi neyin iyi neyin kötü olduğunu ayıramamaktan kaynaklanan günah işlemeye değil, iyinin ve kötünün bilinmesine rağmen iradeye hâkim olamamaya karşılık geliyor. Furkan 63’üncü âyet-i kerimedeki “cahilîn”(cahiller) kelimesi de bilgisizler değil, densizler, kendini bilmezler ve küstahlar olarak çevriliyor.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın “Ümmetim cahiliye devrinden kalma dört âdeti tamamen terk etmeyecek. Bunlar asaletleriyle övünmek, başkalarının soyuna dil uzatmak, yıldızlara tevessülde bulunarak yağmur beklemek ve ölünün ardından yüksek sesle ağlamaktır” (Müslim; Cenâiz: 29) mealindeki hadis-i şerifi de cahiliye devrindeki cehaletin şeklini resmediyor.
Cahiliye “ilimsizlik” anlamında cehalet ve karanlığın kol gezdiği bir çağ olarak yorumlanabilir. Ama bu doğru bir yaklaşım olmaz. Çünkü o devirde de edebiyattan, ticarete, astronomiden matematiğe her türlü ilmin zirve yaptığı biliniyor. Dolayısıyla “cahiliye” ilimsizlikten öte daha çok hilmsizliği, ahlâksızlığı ifade eden bir kavram olarak ortaya çıkıyor. Çünkü Arapça’da “cehl”kelimesinin zıt anlamlısı “hilm” olarak biliniyor. O dönemin ünlü edebi eserlerinden Muallaka bunun en büyük delili.
Meselâ Muallaka şairlerinden Amr b. Külsüm’ün kasidesinde cehl ve hilm kelimelerinin ne demek istediği rahatlıkla görülebiliyor. Kasidedeki “Bakın, hiç kimse bize kibir/kurum satmaya, harniyet (korumacılık) taslamaya kalkmasın. Yoksa biz kibir / kurum satmanın dik âlâsını yaparız…” ifadelerinde “cehl / cehalet” kelimesi kibir, gurur, küstahlık, mutaassıplık, zorbalık, haddini bilmezlik gibi anlamlarda kullanılıyor…
***
İslâm öncesi cahiliye hayatının İslâm Dini ile birlikte sosyal, siyasi ve ekonomik olarak farklılıklar göstermesi dinin insan hayatındaki etkisini anlatması açısından iyi bir örnek. Burada Hicreti misal verebiliriz. Müslümanların hür ve bağımsız yaşayabilmek için Mekke’den Medine’ye Hicret etmelerinde müşrikler tarafından uygulanan sosyal, siyasi ve ekonomik ambargoların etkisi olduğu bir gerçek.
Meselâ Hicret olayında Peygamberimiz Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın Medine’de pazar olmasına karşılık Müslümanların hâkimiyetinde yeni bir Pazar kurulmasını istemesi, dinin ekonomik hayata da nasıl etki ettiğini göstermesi açısından önemli bir hâdise.
Zirâ Medine’deki eski pazarda İslâm’ın yasakladığı, yalan yere yemin edilmesi, ayıplı malların sağlam mal diye satılması, müşterilerin kandırılması, yapılan muamelelerde hile ve aldatma yolunun seçilmesi, karaborsacılık, stokçuluk (ihtikâr), tefecilik, faizcilik gibi alışverişte uygun olmayan işler yeni bir pazarın kurulması ihtiyacını doğurmuştu.
İslâm’ın ticarette yasakladığı saydığım bu hususlar bugün evrensel ahlâkın da benimsemediği kurallar… 1920 yılında ölen ünlü Alman düşünür, sosyolog ve ekonomi / siyaset uzmanı Max Weber de “Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu” adlı çalışmasıyla dinin ekonomi üzerindeki etkisini alenen ortaya koyuyor. Weber, iktisat ahlâkını belirleyen esaslardan birinin insanların hayat tarzını düzenleyen dini motifler olduğunu söylüyor. Weber yine birçok ülkede modern kapitalizmin gerçekleşmemesinde dinin önemli rolünün olduğunu ileri sürüyor.
Sosyolojik açıdan da sabit… Dinlerin getirdiği inanç, düşünce ve kurallar insanların pratik hayatındaki davranışlarını müspet etkiliyor. Bu yüzden ekonomi, dini ölçüler dâhilinde gelişme ve kalkınmaya net katkı verdiği gibi ahlâkı da tanzim ediyor. Ekonominin siyasetle ilişki içerisinde olması gibi din ile de ilişki içinde olduğu gerçeği bugün de tüm dünyada yaşanıyor.
Bu nedenle ekonomiyle din, din ile siyaset ve siyaset ile ekonomiyi ayrı ayrı düşünmenin ve farklı yapılar olarak görmenin doğru bir yaklaşım olamayacağı ortaya çıkıyor.
Yeni Akit / Sedat Yılmaz