Deprem sarsıcıdır. Sadece ayağımızın altındaki zemini sarsmaz, o sarsıntı varoluş idrakimizi de sarsar. İnsanın sabit bildiği, kimi zaman kibirle, kimi zaman güvenle, kimi zaman delercesine yürüdüğü zemin sarsılmıştır. Bir türlü kabul etmek istemese de fani olduğunu bildiği yerin, yani dünyanın geçiciliğini deprem idrak etmesini sağlar.
Deprem sarsıcıdır. Varoluşsal sarsıntıdır. İnsan “ben”in özüne ilişkin kainat, yaratıcı, öte, sonsuzluk gibi temel tasavvurlarını yeniden gözden geçirir.
Bir hatırlatıcı olarak deprem dünyayı mekan tutmaya, faniliği unutmaya eğilimli yapımızı sarsar. Depremin yerle bir ettiği evler, söndürdüğü ocaklar; sarsılmaz bir hakikatin, ölümsüz gerçeğin işaret taşıdır.
Olanca maddi tezahürüne rağmen deprem insan için metafizik bir ürpertiye dönüşür.
Sosyal yapıları, kurguları sarsar… Siyasal projelerin insanlar arasına ördüğü duvarları sarsar, yıkar deprem… Bu anlamda depremin sarsıcı etkisi inşa edicidir. Fedakârlığı, yardımlaşmayı, kardeşliği yeniden hatırlatır, inşa eder. Bir yandan aramızdan aldıklarından ayrılır, diğer yandan görmediğimiz bilmediğimiz nicelerle buluşuruz.
Deprem sahte hakikatleri de sarsar, yerle bir eder… İnsanın dünyayı güzelleştirme misyonunu unuttuğu yerde nasıl çirkinleşebildiğini gün yüzüne çıkarır. Her sarsıntı; kazanma hırsıyla yükseltilen binaları, binlerce insanın hayatına mal olan rant ekonomisinin iki yüzlü sahtekarlığını adeta suratımıza çarparcasına haykırır. Moloz yığınları ve yıkıntılar altında can veren canların hayatı pahasına yükseltilen ahlaksız, haksız kazançların iç yüzünü ortaya çıkarır.
Yeryüzünü sonsuza dek mülk edinenlerin, bu mantıkla toprağı mutlaklaştıranların, toprak düzenini tanzim eden siyasetin ne kadar adaletli olup olmadığını sorgular… Mülkün mutlak sahibini hatırlatır her artçı sarsıntı… Evrensel iktisadi hakikat diye dayatılan kuramların, düzenlerin alt üst oluşunun tarihe geçen kaydıdır rasathanelerin kaydettikleri…
Toplumları dizayn eden, zihinlere siyasal ideolojileri indoktrine eden mütekebbir ideologların kendi faniliklerini gün yüzüne çıkarır…
Öte yandan deprem kaynaştırır, bu faniliğin küçük hesaplarla gönül kırmaya değmeyeceğini hatırlatır, sevmediklerinizle bile kaynaştırır. Yıkılan binalar gibi küçük hesaplarımız, öfkelerimiz, kıskançlıklarımız, kinlerimiz; hasılı adeta putlaştırdığımız zaaf heykellerimiz teker teker devrilir.
Altını üstüne getirirken toprağın üstündekini altına gömer, acıyı içimize gömeriz. Çünkü başkalarının ölümü bize kendi ölümümüzü hatırlatır. Deprem bir hatırlatmadır. Her dem unuttuğumuz mutlak gerçeği acı, gözyaşı ve pişmanlık duygusuyla hatırlatmadır.
Binlerce yıl bu topraklarda yaşamamıza, sayısız deprem ve yıkımla karşılaşmamıza rağmen büyük unutkanlığımızı hatırlatmadır deprem… Sorumsuzluğumuzu, gelecek nesillerin hayatlarını çaldığımızı, kurduğumuz şehirlerin büyük bir yalan üzerine inşa edildiğini hatırlatıyor tekrar tekrar…
Yıkılan binaların devlet binası olmasından devletin devlet gibi olmadığına ve elbirlik devleti kazıklamanın hazzına kadar milleti katlettiğimizi hatırlatma değilse nedir bu deprem!
Alt üst olan sadece toprak değil kurgulanmış gerçeklerimiz, yaldızlı nutuklar arkasına gizlemeye çalışılan sahte uygarlığımızın çürük yapısıdır.
Deprem, insanlık adına kalmışsa, birazcık merhamet ve şefkat duygusunu da iptal ederek ırkçı bir ayrımcılığın tohumlarını ekebilecek katılıkta insanları da aramızda barındırdığımızı hatırlatıyor…
Deprem onca canı alırken yıkıntılar arasında 14 günlük canı koruyan merhametin tecellisidir.
Akif Emre/Yeni Şafak