1. Takva Eksikliği
Takva eksikliği bu cemaatlerin ilk nüvelerinin ortaya çıktıkları dönemde ağırlık ve önceliğin başka konulara verilmesinden ve bu durumun daha sonra gözden geçirilmemesinden kaynaklanmaktadır. Gündemde olmayan bir konuda eksikliğin, boşluğun oluşması doğaldır. İnsanlar gündemlerinde ne varsa, neye odaklanırlarsa o alanda gelişirler, derinleşirler.
‘Kuran’ı ahlak edinme’ söylemimiz de soyut kalan, nasıl gerçekleşeceği, önündeki engellerin nasıl aşılacağı bildirilmeyen ve daha çok ‘ahlaki’(insanlar arası ilişkide iyi davranma) düzlemde yapılan bir çağrıydı. Bu yüzden dinin manevi ve ruhi derinliğine yönelik bir söylem de bir eylem de geliştirilemedi. Örnek olarak kılınan namazların Kuran’da belirtilen kalite standartı olan ‘huşu’su sorgulanmadı, gerçek anlamda gündem yapılmadı. Namazın Kuran’da en çok üzerinde durulan konu olması hasebiyle Kuran’ı ahlak edinme iddiası ve söylemiyle ortaya çıkan insanların bu konuyu hem şahsi hayatlarında hem de eğitim programlarında gerektiği gibi önemsememeleri izah edilmesi mümkün olmayan bir çelişkidir. Yine Allah’ı gündelik hayatımızda namazların haricinde ne kadar çok düşündüğümüz, andığımız sorgulanmadı. Hatta bu tür konular zımnen küçümsendi, tarikatlara has meşgale olarak görüldü. Kuran’ın bu konudaki güçlü vurguları, emirleri göz ardı edilmek bir yana algılanmadı bile.[1]Zira daha önemli işler, gündemler vardı ve bunlar nefsimizin tabiatına daha fazla uyuyordu: Bidat ve hurafelerle mücadele ve devlet kurmak(başkalarını eleştirmenin nefiste oluşturduğu tatmin duygusu ve devlet kurma gibi bir hedefe sahip olmanın nefiste oluşturduğu heyecan duygusu). ‘Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen’ cemaatler oluşmadı velhasıl. Kendisi bir şey inşa etmeyen, kendini eleştirmeyi değil – çünkü bu daha zor ve sıkıntılı bir iştir- sadece başka kişi, gurup ve cemaatlerin hatalarını maharetle tespit etmek ve onları eleştirmekle gündeminin büyük bölümünü, belki tamamını dolduran ve tatmin bulan hastalıklı yapılar oluştu.
Bu durumdan kurtulmak için bizim tabiri caizse bir ‘paradigma’ değişikliğine ihtiyacımız var. Bu değişim yeni bilincin içinde şu bilgiyi ihtiva ederse gerçekleşir: Kulluk Allah ile kişisel ilişki kurmaktır. Takva da bu kulluğun en iyi şekilde gerçekleştirilmesidir, yani kulluğumuzu önce fert bazında dört dörtlük yerine getirme şuurudur. Takva, bu cümlenin gereği olarak hatalarını sürekli azaltma, salih amellerini sürekli artırma ve ibadetlerindeki derinliğini sürekli geliştirme azmidir.
Bilgi düzeyinde malum olan bu hakikatin his düzeyinde de kavranması, içselleştirilmesi gerekmektedir.[2]
Takvanın hak ettiği konumu tekrar geri alabilmesi için[3] ayrıca dinde ilim, devlet, mücadele, toplum vb. kavramların ikinci dereceden önemli değerler olduğunu kavramak gerekir. Bunun için nefsin bu konulardaki ‘şehveti’nin farkına varıp daha öncelikli konuları Kuran’ın açık vurgularına rağmen ihmal edip ikincil konulara yoğunlaşmamızın işbu sebepten kaynaklandığını görmek gerekir. Dolayısıyla Allah ile kişisel ilişkimizi toplum, devlet, davadan (vb. insanlarla ilişki eksenli çalışmalarımızdan) daha önemli görmediğimiz sürece sorunun püf noktasını yakalayamayız.
Bu cümleden olarak her kişi kulluk denklemini ‘Allah ve ben’ şeklinde kurmalıdır.[4] Bu ilişkideki eksiklikler, arızalar ve kusurları gidermek öncelikli görevimiz olmalıdır. Toplumsal sorumluluklarımız ikincil önemde görülmelidir. Şu anki tablo ise bunun tam tersi bir durumun ifadesidir. Toplumla ilgili, diğer insanlarla ilgili ilişkilerimiz daha çok gündemimizde, bu nedenle de onlar üzerinde daha çok odaklanıyoruz, böylece Allah ile ilişkimizin derinliği sorunu arka plana itilmekte, kendi kulluk sınavımıza çalışmayı ihmal edip, tabiri caizse başkalarının sınav sorularıyla meşgul oluyoruz.
Takva hiçbir kesimin veya meşrebin tekelinde olmadığı için bu konudaki eksiğimizi giderip temsil kabiliyetine ulaşmamız gerekmektedir.
2. Program eksikliği:
Programdan kasıt toplumsal değişim programıdır. Program eksikliği iki açıdan soruna yol açmaktadır:
1. Zihin kargaşası/düzensizlik/dağınıklık. Programsızlık dikkatin ve gücün bir noktada odaklanmamasını ve böylece bir alanda uzmanlaşamamayı beraberinde getirmekte, bu da çalışmaların son tahlilde etkili olmaması, semere vermemesi sonucunu doğurmaktadır. Bugün yaşanan hadise özetle budur, on yıllardır bir şeyler yapılmakta, fakat bu yüzden netice alınamamaktadır. Bu bağlamda Alman devletçiklerini tek bir çatı altında birleştirmiş başarılı bir devlet adamı olan Bismarck’ın şu sözünü hatırlayabiliriz: ‘Başarımın sırrı, sadece tek bir tavşan kovalamamdır.’
2. Yolu bilmemek. Yoldan kasıt hangi işin, hangi sıralama ve hangi ara hedeflere yönelik yapılacağının bilinmemesidir. Yol bilinmeyince alışkanlık oluşturmuş faaliyetlere devam ediyor, patinaj yapıyoruz.
O halde başarılı olabilmek için toplumun nefsindekini İslami yönde nasıl değiştireceğimizi gösteren bir ‘yol haritasına’ ihtiyaç var. Programlılık bize ulaştığımız ara hedeflerimizi gösteren ve gelecekteki hedefleri hedef tahtasına koyduğumuz ‘haritamızı’ oluşturur.
Program, istenilen hedeflere ulaşılabilmesi için stratejilerin belirlendiği yazılı dokümandır. Bu yazılı doküman bir klavuz olarak kabul edilir. ‘Program, içerik yönden bir biriyle bağlantılı aynı hedef istikametine sahip projelerin demetidir.’[5]
Program hem nasıl’ın bilgisini içerir, hem de ‘nasıl’ın düzenlenmiş’ şeklidir. Böylece daha ileri bir aşamayı temsil eder. Nasıl’ın bilgisi bağlamında bir takım fikir-bilgi-yöntemler bilinmektedir. Fakat bunlar düzene konulmamış, sistematize edilmemiş, öncelik sıraları ve ağırlıkları belirlenmemiş şekilde duruyorlar.
Programlılık en yüksekyararıberaberindegetirenprojelerin/faaliyetlerinseçiminitespitetmeyiöngörür. Bunu yaparken etkinlikler şu iki kritere göre seçilmelidirler: 1. Stratejik önem, 2. Aciliyet.[6]
Bu iki kriter ise bir açıdan hedeflerin tespitiyle bağlantılıdır. Şu an yaşanan sorunda bir hedef karmaşasıdır veya hedefsiz çalışma anlayışıdır. Varılmak istenen hedef ve ara hedefler açık ve net bir şekilde tanımlanmalı. Hedefler bir hiyerarşiye konulmalıdır. Hedef karmaşası önlenmelidir. Bu hedeflere ulaşabilmek için aksiyon planları hazırlanmalıdır.
Program bize hedeflerimizi bir hiyerarşiye koyma disiplini sağlar. Soyut olan ‘toplumsal değişim’, ‘islami devlet kurmak’ vb. hedefler bize varılacak yeri gösterirler, oraya nasıl gideceğimizi değil. O hedeflere nasıl gidileceğini ara hedefler işaret eder. Ara hedefleri belirlemediğimiz sürece yaptığımız faaliyetler düzenli hale gelemez. Bu ara hedefleri kendi arasında birleştiren yazılı planlama aracına/enstrümanına ‘program’ denmektedir. Program hem genel hedefleri, hem ara hedefleri, hem o hedeflere giden kilometre taşlarını, hem kullanılacak yöntemleri ve stratejileri, hem ilkeleri, hem değerleri ihtiva eder.
Örneğin hedefimiz‘ev yapmak’ diyelim. Malzeme de var. Program hangi sıra ile neyin/hangi işin, hangi oranda yapılacağının bilinmesidir. Meşhur sözde ifade edildiği gibi: ‘Ülkemizde un var, yağ var, şeker de var. Ustalarımız da çalışıp helvayı yapabilirler.’Ustanın helvayı yapmak için kafasında var olan ‘plan’(işler ve bunların sıralaması) bizim ‘program’ dediğimiz şeydir.
Program hazırlamak için strateji, taktik, plan, hedef, yöntem, araç, ilkeler, değerler, misyon, vizyon, toplum vb. konu ve kavramlar ele alınıp netleştirilmeli, hallaç pamuğu gibi atılmalıdır.
Kavramsal netlik konusunda ünlü Alman strateji teorisyeniGeneralClausewitz (ö. 1831) ‘Savaş Üzerine’ isimli ünlü yapıtında şöyle der: ‘Her teorinin ilk yapması gereken şey birbirine karıştırılmış kavram ve tasavvurları temizlemesidir ve önce isim ve kavramlar hususunda anlaştıktan sonra, eşyaya bakışta berraklık kazanabilir ve kolaylıkla yürüyebiliriz ve okuyucu ile hep aynı bakış açısında durduğumuz konusunda emin olabiliriz. Taktik ve strateji zaman ve mekânda birbirinin içine geçen, fakat yasaları ve aralarındaki ilişkiler kavramsal tanımlarını tespit etmedikçe açık bir şekilde düşünemeyeceğimiz özde farklı etkinliklerdir. Her kim için bu söylediklerimiz bir şey ifade etmiyorsa, ya hiçbir teorik bakışa müsaade etmemeli, ya da kendi aklı için şaşkın ve şaşırtıcı, hiçbir sabit bakış açısına dayanmayan, tatmin edici bir sonuca ulaşmayan, bazen düz, bazen fantastik, bazen boş genellemeler içinde yüzen tasavvurları canını henüz acıtmamış olmalıdır ki, savaş yönetimi üzerinde bu tür acıları çok defa duyuyor ve okuyoruz; bunun sebebi ise bilimsel bir araştırma ruhunun bu nesne üzerine eğilmemesidir.’[7]
Cemaatlerimiz büyük düşünüp geleceğin devrimcilerini ve Mao, Lenin vb. gölgede bırakacak devrim liderlerini yetiştirmelidirler.[8]
Evet, program eksikliğini gidermek, kaliteli programlar hazırlamak bu yolda atılacak ilk somut adımdır. Aksi takdirde slogancılıktan öteye gidemeyiz. Slogancılık nefsin bir aldatmasıdır, nefsin zevk duyduğu ve kendini tatmin ettiği bir eylemdir, mutlaka sakınılmalıdır. Sakınılmadığı takdirde kavramlarımızın değerini/heybetini/azametini de düşürmüş oluruz. Kullandığımız kelimeler hakkı verilmeyecekse kullanılmamalıdır. Kullanılacaksa somut adımlar önerilmeli ve öneri sahipleri örnek olup o adımı atmalılar, çalışmaya başlamalıdırlar. Şu meşhur kıssayı da bu meyanda aktarabiliriz: Avrupa’ya okumaya gitmiş Filistinli öğrenciler 67 Harbi patlak verdiğinde her gün radyonun başında haberleri dinlemekten kalkmazken, İsrailli öğrenciler her gün derslerinin başından kalkmıyorlarmış. Kendilerine ‘Siz niye memleketinizin meseleleriyle ilgilenmiyorsunuz?’ diye sorulduğunda şu meşhur cevabı vermişler: ‘Biz buraya ülkemize ileride hizmet edebilmek için gönderilmiş öğrencileriz. Görevimizi bitirip bir an evvel memleketimize dönüp hizmet etmek istiyoruz.’ Biz bu İsrailli gençlerden daha bilinçli gençler yetiştirmeliyiz. Bunun için çalışmalarda tabiatı itibariyle ‘radikalliğe’ meyleden, asıp kesen kişilere prim verilmemeli, iş bitirici, görev bilincine sahip, gürültüsüz çalışan, başkalarını eleştirmekten çok kendi yapması gereken işlere konsantre olan, ilmiyle amil, nefsini terbiye etmiş, muttaki/ihlaslı insanlar ve gençler teşvik edilmeli, önleri açılmalıdır.
Modern dönemde ülkemizde daha önce toplumu değiştirme işi başarılmadığı için toplumsal değişim yönteminin son kertede bilinen/malum bir noktaya gelmesi kolektif aklımızın ürünü olacağından, bu yönde fikir teatisi yapılmalı, düşünceyi tetikleyici tartışmalar gerçekleştirilmeli, seminerler, açık oturumlar, paneller, sempozyumlar hep bu ana konu çerçevesinde düzenlenmelidir. [9]
Yazı dizimizin esas amacı da davasını seven insanlarımızı toplumsal değişimin yöntemi konusunda düşünmeye, araştırmaya, okumaya, tartışmaya teşvik etmektir. Bizim sunduğumuz bilgi ve fikirler ham madde örnekleri olarak görülebilir, bunların ve başka ham maddelerin işlenmesi gerekmektedir.
Dernek ve cemaatlerin sorumluları program hazırlama konusuna mesailerini harcamalılar. Aksi takdirde yapılan çalışmaların suyun toprakta kuruması gibi bir sonuçla karşılaşması mukadderdir. Eğer kendi emeğimize yazık etmek istemiyorsak programlı çalışmalıyız.
Sorumlu kişilerin temel tutumu netice almak üzere çalışmak olmalı, zamanı doldurmak, içinde bulunduğumuz akıntıya kendimizi salıvermek, gidişatımızı sorgulamamak, değişime yanaşmamak gibi illetlerle malul olmak ahiretteki dava hesabımızı verebilmemizi zorlaştıran tutumlardandır.
İyi hazırlanmış program hedefe giden yolu gösterir, o yolu yürüyen sağlam elemanlar bir gün çıkar. O halde ‘yolu bilmek’ ‘eleman sahibi’ olmaktan daha önemlidir. Zira yol/program belli olduktan sonra fedakar insanlar her zaman bulunur. Kalifiye eleman sorunu bu açıdan ikincil bir sorundur. Kişi (bulmak) değil, yolu (bilmek) daha önemlidir.
Sonunda öyle program/lar hazırlanmalıdır ki,[10] ‘hayırda yarışma’ esprisi içinde insanlar bu program/ları uygulayabilsinler, guruplara sadece çalışmak kalsın.
Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, Kuran İslam’ı davası da takva eksikliğini giderip programını oluşturduktan sonra, nebevî hareket yöntemine uygun bir şekilde bu davaya dört elle sarılacak insanlar çıkınca hedefine ulaşacaktır.
[1]Bkz.: http://www.venharhaber.com/allahi-zikir-makale,1356.html
[2]İçselleştirmeninnasıllığıkonusunda bkz.: http://www.venharhaber.com/-bilginin-amele-donusum-sureci-1–makale,707.html
http://www.venharhaber.com/-bilginin-amele-donusum-sureci-2-makale,806.html
[3]Takva eksikliğinin nasıl giderileceği ile ilgili somut bir program önerisi için önceki yazı dizimize bakılabilir.
[4]Burada modern anlamda bir bireyselciliğin kullukta da ikame edilmesi savunulmuyor. Her kişinin yaratılış gayesi açısından imtihanını fert olarak vereceği hakikatindan yola çıkılmaktadır. En temel hakikat bu olduğuna göre kulluk denkleminin de buna göre kurulması gerekmez mi? ‘Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez(velâteziruvâziratunvizrauhrâ)’ (17/15)
[5]Bkz.:http://de.dbpedia.org/page/Multiprojektmanagement
[6]https://de.wikipedia.org/wiki/Multiprojektmanagement
[7]Carl von Clausewitz, SavaşÜzerine, Rowohlt Yayınevi, 2013, s. 55-56.
[8]Lenin, kendi devrimine giden yolda Clausewitz’in eserini İsviçre’deki sürgününde incelemiş ve devrimi için kullanmasını bilmiştir. Konuyla ilgili Georgetown Üniversitesi’nden Prof. Stefan Possoney,1953 yılında yayınlanan ‘Ayaklanma Yüzyılı’ eserinde şunları yazar: ‘Lenin Clausewitz’e o kadar çok değer veriyordu ki, 1917 Temmuz-Ayaklanmasından sonra saklandığında, yanına iki kitap almıştı: Marx’ın ‘Fransa’daki İç Savaş’ını ve Clausewitz’in ‘Savaş Üzerine’ kitabını. Birinci kitap Lenin’e iktidarın nasıl kullanılacağını öğretiyordu, Clausewitz ise ona iktidara nasıl ulaşacağını gösteriyordu. Lenin Clausewitz’in savaşlar ve seferler üzerine yaptığı sistematik araştırmalar sonucu elde ettiği en önemli askeri, strateji, operatif ve taktik prensipleri dünya çapındaki sınıf savaşına uyguluyordu.’ Mao TseTung ise şunları yazıyordu:‘Lenin Clausewitz’in düşünce zincirini Marksist aksiyomlarla birleştirmek suretiyle komünist harekete dünya çapında bir dinamiklik kazandırdı. O savaş yönetimiyle ilgili prensipleri ‘devrimci’ savaşa aktardı ve partiyi stratejik hedef belirlemelerine göre merkezileştirdi ve militanca organize etti. O artık meydandaki ordu gibi hareket ediyordu. Taktiğini hakim olan durum ve şartlara uyduruyor, saldırı ve göstermelik saldırılarda bulunuyor, geri çekilmeler organize ediyor, ateşkes teklifleri yapıyor; ittifaklar kurup onları bozuyor, partizan gönderiyor ve yeni yerlerde beklenmedik saldırılara geçiyor. Taktik stratejiye hizmet ediyor. Bu ise dünya siyasetindeki konstallasyonlara göre yönleniyor ve dünya hakimiyetini hedefliyor…’ (a.g.e. S. 256)
[9]Ayrıca diğer ülkelerdeki bu işi başarmış hareketler (İran, Sudan örnekleri) görüşlerinden bağımsız olarak ve ülkelerinin şu an geldikleri noktalara bakılmaksızın incelenmelidir.
[10]Başka alanlardan örnekler için http://www.venharhaber.com/-dava-calismalarinin-muhasebesi-makale,2426.html
yazısının 6. dipnotuna bakılabilir.