1.Giriş
Bu yazının amacı insanları dava çalışmaları konusundaki sorunlarımızın çözümü üzerinde düşünmeye teşvik etmektir. Sorunlarımız ‘kompleks bir toplumda’ yaşanan sorunlardır. Bu nedenle ancak, üzerinde düşünüldükçe çözüme kavuşturulabilir. Düşünme eylemi sorunlarımızı çözmenin yegâne yöntemidir, zira hiçbir kaynakta bunlara hazır çözümler bulunmamaktadır; dolayısıyla ‘üretilmesi’ gerekmektedir. Bu düşünsel üretimin bir yolu soru sormaktan geçmektedir. Eğer sora sora Bağdat bulunabiliyorsa, sora sora (ve üzerinde düşüne düşüne) toplumsal değişimi sağlayacak yolu da bulabiliriz demektir.
Soru sorma yönteminin en kreatif uygulamasını Einstein’da görüyoruz. Einstein teorisine giden yolda kendisine sorduğu soruların arasında şöyle ilginç bir soru da yöneltebilmişti: ‘Ben bir ışık parçacığının üzerinde uçsam (saniyede 300 000 km) acaba dünya bana nasıl görünürdü?’ Bu tür düşünceyi tetikleyici sorulara bulduğu cevaplar teorisine/çözüme giden etapları oluşturmuştur.
Dava çalışmalarındaki sorunlarımızı çözmek için de bu tür sorulara ihtiyacımız var. Düşünen beyinler, kendilerine düşünceyi tetikleyici sorular sormasını beceren beyinlerdir.
Bu nedenle ‘soru’, ‘bütün öğeleri tam olarak verilmeyen bir düşünceyi tamamlatmağa ve eksiksiz bir ifade halinde belirtmeye yardım eden söz’ şeklinde tanımlanmıştır. Soru şeklinde bir üslup gerçeği daha çabuk ortaya çıkarır.
Ayrıca bir soru başka bir soruyu mobilize edebilir ve yeni, devam ettirici tartışmalara yol açabilir, yeni mülahazalara kapı aralar ve dile getirilmesini sağlar.
2.Sorular
Sorularımızı genelden özele doğru ve kısmen yazı planımızdaki[1] başlıklar altında sıralayacak olursak:
Temel Problem: Tıkanıklık Sorununu Aşmak
Tıkanıklıktan ne anlıyoruz? Tıkanıklık bilinçlenen insan sayısının belli bir noktaya gelip artık (gerçek manada) artış göstermemesidir. Eğer düşünce doğruysa ve muhatap kitlede anormal bir inat yoksa makul bir zaman sonra bu düşünce yayılmalı ve halka genişlemelidir. Türkiye’de tevhidi ve Kurani hareket bu açıdan bir tıkanma yaşamaktadır. Sayımız en azından aritmetik bile artmamaktadır. Tıkanıklık, topluma ulaşamamakta yaşanıyor. Tıkanıklığı aştığımızın göstergesi (faal olduğumuz sürece) sayımızın sürekli artıyor oluşu olacaktır.
· Sayımızın artmamasının gerçek sebebi nedir? Kuran’a samimi olarak inanan, Peygamberimizin (a.) peygamberliğini kabul eden bir toplumda[2] biz neden kitleselleşemiyoruz? Bu kadar müsait[3] bir zemin mevcut iken, Hz. Nuh’un kavmi gibi vahyi reddeden inatçı bir toplumla karşı karşıya olmamamıza rağmen neden başarılı değiliz? Böyle bir zeminde yerimizde örneğin misyonerler olsaydı devletlerini çoktan kurmuşlardı belki.
· Çalışmaların tıkanmasının asıl sebebi ilmi eksikliklerimiz mi? Modern hayatın aşırı cazibesi mi? Az çalışma mı? Bu faktörlerin hepsinin karışık bir rolü varsa yüzdelikleri nelerdir? Esas belirleyici faktör(ler) hangisidir? Hangileri etkileyici faktörlerdir?
· Modern hayatın cazibesi insanları dine karşı duyarsızlaştırdığı, bencil kıldığı için mi insanlar İslami yola girmekten imtina ediyorlar? Dünya hayatının cazibesinin her zamanlarda olduğunu düşünürsek tıkanma sorunu bağlamında bu ne kadar açıklayıcı bir faktör olabilir? Yoksa modern dönem eski dönemlere kıyasla insanları dünya hayatına bağlanmaya daha mı fazla kışkırtıyor?
· Toplumsal değişimin akışı ne tarafa doğru gidiyor? Parametreler hep aynı mı kalıyor? İnsanlar her dönemde dünyevi zevk peşinde olduklarına göre, modern toplumun önceki toplumlara kıyasla İslam’ı (bir bütün olarak) benimseme noktasında kendine has sorunu nedir?
· Toplumsal değişimde ‘bizim’ rolümüz nedir? Toplumsal değişime en çok nasıl faydalı olabiliriz? ‘Ben’ nasıl faydalı olabilirim? ‘Gurup’ nasıl faydalı olabilir? Değişimde ‘hür irade’ faktörünü göz önüne aldığımızda bizim etki derecemiz ne kadardır? Toplum bu açıdan (hür irade) ‘kendiliğinden’ mi değişir? Ne derece ısrarlı olmalıyız?
· Yayılmanın gerçekleşmemesi tebliğ görevinin hakkının verilmemesi ile açıklanabilir mi? Hz. Nuh gibi gece-gündüz/gizli-açık ofansif bir hareket ile anlatılacak olan bir tevhid düşüncesi bu topluma benimsetilemez mi? Düşünsel bir engel mi vardır? Tevhid ikna edici bir düşünce değil midir ki, yayılmasın? Toplum inatçı mıdır ki, yayılma gerçekleşmiyor?
· Yayılma çok az sayıda insana ulaşıldığı ve anlatıldığı için mi gerçekleşmiyor? Tersinden ifade edecek olursak toplumun örneğin %80’ine en az birkaç kere anlatılmış olsa (müsait olan bu) toplum değişir miydi, en azından değişime yönelir miydi? Bizim camia toplumun yüzde kaçına ulaştı/tebliğ etti ki bir yayılma bekliyoruz veya tıkandık diyoruz? Tıkanma teşhisi toplumun çoğuna ‘ulaştıktan’/’hakkıyla tebliğ’ yapıldıktan ve o durumda bir netice alınmadıktan sonra konulması gereken bir teşhis değil midir?
· Toplumsal değişimde bire bir tebliğin rolü ve ağırlığı nedir? Peygamberimizin döneminde İslam’ın yayılması bire bir tebliğle gerçekleşti. Bugünle o toplum arasındaki özdeki fark insan sayısında ve kitle iletişim araçlarının varlığındadır. Bugünün sayısal şartlarını hesaba kattığımızda ‘bire bir tebliğ’ görevi bir araç olarak konumunu muhafaza ediyor mu? Ediyorsa ne derecede ediyor? Buna ek olarak ne gerekiyor? Tebliğ yine tek yol mu? Toplumsal değişimde kitle iletişim araçlarının etkisi ne kadar? Milyonlara bire bir tebliğle ne kadar/nasıl ulaşılabilir? Hangi faaliyet/araçlar bu ‘açığı’(şartların farklılığını) kapatabilir? Bu dönemde bire bir tebliğden ziyade(ki tebliğ görevinin yerine getirilmesine devam edilebilir, fakat sayı çok fazla olduğu için asıl vuruşu bu araçla yapamayız görüşünden yola çıkarsak) kitle iletişim araçlarına yoğunlaşarak mı toplumun değişimini hızlandırmayı hedeflemek gerekir? Yoksa bire bir tebliğ mutlaka öncelenmesi gereken bir etkinlik olarak aslında halen konumunu muhafaza ediyor ve dolayısıyla canlandırılmalı mıdır? Ya da her iki yönteme birlikte mi odaklanılmalıdır? Ulaşım ve etki yapma açısından bire bir tebliğ ile kitle iletişim araçlarının kullanımı dışında üçüncü bir yol var mıdır?
· Yaşanan tıkanıklık hangi oranda sistemden (yapılanma tarzı-cemaat modeli ve anlayışı/çalışma yöntemleri ve araçları), hangi oranda fertlerin yetersizliğinden (takva ve görev bilinci eksikliği, ahlaki zaaflar vb.) kaynaklanmaktadır?
· Topluma yayılmanın durmasının, ilk yıllardaki çalışma azmi ve yayılma hızının sekteye uğramasının sebebi, daha sonra yapı/cemaat içi sorunların yaşanması ve bunun sonucunda -Kuran’ın da ‘rüzgarın gitmesi’(8/46) kavramıyla haber verdiği- çalışma azminin düşmesi, insanlara karşı yaşanan hayal kırıklığından dolayı geleceğe yönelik ümidin azalması ve bunun neticesinde insan kazanma şevkinin kırılması mıdır? Bu durumda şu sonuç çıkar: Eğer cemaat içi sorunlar çıkmasaydı sayımız sürekli artış gösterirdi. Eğer böyleyse, bu sorunlara karşı bir çözüm/tedbir üretilmelidir. Bunun için sorunların sebepleri doğru teşhis edilip eğer yapının kendi mahiyetinden(cemaat modelinden) kaynaklanıyorsa ve bu mahiyet sorunların çıkmasını tahrik ediyorsa alternatif bir birliktelik modelinin üretilmesi gerekir. Sorun insanların olgunlaşmamasından kaynaklanıyorsa bunun çözümü üzerinde düşünülmelidir. Her iki faktör etki yapıyorsa sabitelerimiz muhafaza edilerek köklü bir değişim ve dönüşüm geçirilmelidir.
· Yapılar/cemaatler topluma ikna edici/cazip mi gelmiyor? İnsanlar karşılarında ‘örnek cemaat’ göremedikleri için mi katılmıyorlar/uzak duruyorlar yoksa örnek bir cemaat/hareket olsa yine de ilgisiz kalırlar mıydı? Mevcut durumda örnek bir yapılanmanın olmayışının etki derecesi ne kadardır?
· Camiada aktif fertlerimiz gerçek manada takvalı olsalar yine de bir tıkanıklık yaşanır mıydı, yoksa bu özellikleri toplumun dikkatini çeker ve bir cazibe merkezi mi oluştururdu?
· Yoksa ‘biz’ mi bu davaya ehil değiliz? Sorun bizim ‘ehliyetsizliğimizden’ mi kaynaklanmaktadır? Burada ehliyetsizliği organizasyonel anlamda ve ahlaki açıdan değerlendirebiliriz. Ahlaki ehliyetten kasıt davanın ağırlığının gerektirdiği samimiyeti ve ciddiyeti gösterememek, organizasyonel ehliyetten kasıt ise, bu işi örgütleme ve insanları sevk ve motive konusunda yetersiz/aciz olmamızdır. Yani bizim yerimizde yapılarımızın başında bizden daha ehil kişiler olsaydı, fikrimizi benimseyen daha kabiliyetli, daha çalışkan ve atak insanlar yönetseydiler belki bu dava normal mecrasında genişliyor olur muydu? Yoksa mevcut durumda ehil/kabiliyetli yöneticiler de mi bir tıkanma durumu yaşarlardı?
· Toplumsal değişimde, İslami tebliğde sanal ortamların, sosyal medyanın, facebook, twitter vb. platformların rolü nedir? Bunlarla İslam tebliğ edilir mi? Gerçek faydaları var mıdır ve nedir ve bu fayda orada harcanan zamana değer mi?
· İnternette İslami bilgiler daha hızlı yayılıyor, fakat niye kabul görmüyor? Alternatif/rakip fikir sistemlerinin çokluğundan mı bu fikirler alıcı bulamıyor, muhataplarda bir kafa karışıklığı mı doğuyor? Karşıt sistemleri ikna edici bir şekilde çürütemediğimizden mi bizim anlayışımız üstünlüğünü kanıtlayamıyor ve dolayısıyla yaygın bir kabul görmüyor? Yoksa ortamın sanallığı mı -birebir tebliğde söz konusu olan- kişiye doğrudan hitap, ilgilenme, göz kontağı vb. faktörlerin sanal ortamlarda olmayışı mı bunun sebebidir?
· Sanal ortamlarda İslami/faydalı içerikle de olsa yapılan paylaşımlar, orada geçirilen zamanın boyutu dikkate alındığında, bir zaman kaybı mıdır? Buraya harcanacak boş zamanlarımızı okumaya ve bire bir tebliğ aktivitelerine harcasak daha anlamlı olmaz mı?
· Çağımızın temel özelliği herkesi sarmış olan nete bağımlılıktır. Bu bağımlılık[4] içinde tebliğ faaliyetimizin/görevimizin hakkını vermek için bir denge nasıl sağlanabilir? Dolayısıyla facebook vb. ortamları nasıl ve hangi sınırlarda kullanırsak İslami tebliğde faydalı olur ve zamanı israf etmemiş oluruz?
Siyer Felsefesi
· Her kesim siyerden kendi görüşüne uygun/işine gelen örnekleri veriyor. Bu çelişkili çıkarımların önünü almak için siyerdeki örneklerden hüküm çıkarmanın kendi içinde tutarlı bir usulü nasıl olabilir? Oradaki bir örneği bugüne tatbik ederken hangi şartların yerine getirilmesi gerekir?
· Peygamberimizin(a.)Mekke döneminde uyguladığı siyasi yöntemin bugün örnek alınmamasının sebebi nedir? Bu açık örneklik hangi ilmi gerekçe ile göz ardı ediliyor, bugün için uygulanamaz kabul ediliyor? Bir diğer ifadeyle Peygamberimiz bugün gelseydi bugünün sistemi ve şartları içinde nasıl bir mücadele yöntemi takip ederdi? Demokratik sistemin içinde bir parti kurar, bugün kullanılan söylemleri kullanır ve tenkit mevzu olan icraatları yapar mıydı? Eğer bu sorunun cevabı menfi ise bu örneklik bizim için hangi ilmi gerekçe ile bağlayıcı kabul edilmiyor?
Siyerde İslami Hareket
· Bi’setin ilk 3 yılının(M. 610 – 613 arası) gerçek mahiyeti nedir? Literatürde çok çelişkili tanım ve ifadeler yer alıyor. Bunların Kuran’la uyumlu tablosunu çizmek gerekir.
· Bu yıllarda Peygamberimizin faaliyetleri nasıldı? Kimlere açıldı? Kimleri kazandı? Gizlilik dönemi var mıydı? İlk indirilen surelerde gizliliğe delalet eden ayetler var mıdır? Teşkilatlanma gizli ama tebliğ açık mıydı? Müslümanlar kimliklerini gizliyorlar mıydı? Açıktan davet ne zaman başladı? Fetret dönemi var mıydı?
· Müddessir suresi(Kum fe enzir)ve Safa tepesindeki davet ile yeni bir dönem mi geliyor? Bu dönem için kadrolaşma tamamlandı mı (davet için) demek lazım? Hangi gerekçe ve şarttan dolayı kitlesel davete geçildi? Müslümanlar yapı olarak ne kadar güçlüydüler? Kâbe yürüyüşü[5] çok daha sonra gerçekleştiğine göre kitlesel davet ile yapının gücü beraber yürümek zorunda değildir diyebilir miyiz? Bu ‘aşamanın’ bugüne tekabülü nedir? Bugün için hangi şartları biz yerine getirirsek, Resulün bu uygulamasını örnek alıp hayata geçirebiliriz?
· Darul Erkam’ın işlevi ve bugüne tekabülü nedir? Peygamberimizin iç eğitim faaliyetleri nasıldı? (Haftalık veya günlük ders var mıydı?). Çekirdek kadro var mıydı? Kuran nasıl işleniyordu, Resulün ‘tefsir metodu’, ayetleri açıklama ve anlatma metodu nasıldı? Bugün bizim işleyiş tarzımız ne kadar nebevi metoda uygundur?
· Sahabelerin İslami faaliyetleri nasıldı? Literatürde bu konuda ne kadar veri, malumat var? Kimleri kazandılar? Faaliyetlerde belli bir kesime öncelik verdiler mi? Her insana eşit mi anlattılar?
· Sahabe kendi arasında organize bir yapı mıydı? Günlük faaliyetleri nasıldı, her gün tebliğ mi ediyorlardı? Kaç kişiye tebliğ ediyorlardı? Finansal bağımsızlıkları ve bunun davete etkileri neydi?
· Peygamberin Mekke liderleriyle yoğun mesai harcamasının amacı ve bugüne tekabülü nedir?
· Müslümanların sıkıntılarını hafifletecek, işkenceleri bitirecek özelliğine rağmen yapılan onca uzlaşma teklifleri neden kabul edilmedi?
· Abdullah bin Mesud’un Kabe’deki tebliğinin bugüne tekabülü nedir?
· Mekke’deki sosyal hayatı düzenleyen yapı ve Peygamberimizin ve Müslümanların sosyal hayata katılımları nasıldı? Bu tür imkanları tebliğ faaliyetleri için ne kadar kullanıyorlardı? Bugüne tekabülleri nedir? Hangi sosyal etkinliklere mutlaka katılmalıyız?
· Kâbe yürüyüşünün şartları, amacı ve bugüne tekabülü nedir? Kâbe yürüyüşü İslami Hareketin ilanı mıdır? Örgütün açıktan hareket aşamasına geçmesi midir? Yapıyla(onun gelişimi ve ilanı gibi bir amaçla) ilgisi olmayan bir hareket midir? Bu emri Peygamberimiz mi vermiştir yoksa sahabenin inisiyatif kullanması ve Peygamberimizin onayıyla mı gerçekleşmiştir?
· Mekke’deki zulümlere karşı Müslümanların tavrı nasıldı? Hak talebinde bulundular, protesto yürüyüşleri yaptılar mı? Neden bu yöntemlere başvurmadılar? Hılful Fudul uygulamalarına benzer bir uygulama ile hak aradılar mı? Peygamberimiz Hılful Fudul zamanında uyguladıkları yöntemleri neden burada kullanmadı?
· Sosyal boykot döneminde İslami faaliyetler nasıldı? Yine aynı tempo ve şekilde mi faaliyet gösterilmeye devam edildi?
· Eman müessesesi ve himaye arayışından bugüne çıkarılabilecek dersler nelerdir? Ebu Talib ve Peygamberin ilişkisi nasıldı? Bu ilişki tarzının bugüne tekabülü ne olabilir? Sistem içi araçları kullanmanın sınırı ile ilgili bu örneklerden neler çıkarabiliriz?
· Mekke döneminde aşamalar var mıydı? Kafamızdaki var olan ‘davete hazırlık, kadrolaşma, kitleleşme, devletleşme’ şablonları doğru mudur? Bu aşamalar daha da inceltilmeli midir? ‘Şabloncu’ yaklaşımlar doğru değil midir? Bu tür yaklaşımların hareketin gelişimine faydası ve zararı nedir?
· Peygamberimizin mücadelesi direk ‘devlete’(sisteme) yönelik miydi? Yoksa ileri gelen şirk ve küfür önderleri mi muhatap alınıp eleştiriliyordu? Mücadelede kimi hedef aldılar? (sistem mi, şahıslar mı?) Bugünkü söylemimizi/karşıtlığımızı belirlerken karşımıza neyi almalıyız (kurumları, şahısları, fikirleri)?
Kuran Kıssalarında İslami Hareket
· Kıssalardaki farklı örnekler arasında yöntem hususunda bir zıtlık söz konusu mudur? Hz. Peygamberin Mekke sistemiyle uzlaşmaması ile Hz. Yusuf’un Melikin sisteminde görev alması arasında bir zıtlıktan bahsedebilir miyiz? Bu iki örneği nasıl telif edebiliriz?
· ‘Melikin yasasına göre kardeşini alıkoyamazdı’(12/76) ayetinden Hz. Yusuf’un her ne kadar icraatta tam yetki sahibi olsa da üstünde ülke genelinde halen geçerliliği bulunan bir yasanın olduğu sonucu çıkmaz mı? Nitekim kanunların da üzerinde tam yetkili olsaydı kardeşini yanında alıkoymak için gümüş kapla alıkoymasına gerek kalmayacaktı. Bir sistemde görev alırken bu durumdan hangi sonuç çıkar?
· Bu ayette geçen ‘ma-kane’ kalıbını ‘yakışık almazdı’ şeklinde çevirenler var. Nitekim Kuran’daki bu kalıbın geçtiği ayetlere baktığımızda her iki anlamda kullanıldığını görüyoruz. Bu iki ihtimalden hangisinin bu ayette kastedildiği nasıl tayin edilebilir? Bu çeviriye göre Hz. Yusuf’un mevcut olan yasayı uygulaması zaten doğru olmazdı ve bu yüzden o yasayı uygulamamak için Hz. Yakub’un şeriatındaki yasayı uyguladı anlamı çıkıyor. Dolayısıyla ülke yasalarının Hz.Yusuf’u bağlamadığı ve onun bu yasaların da üstünde bir güce sahip olduğu sonucu çıkarılıyor. Arapça dil kuralları ve bağlama uygunluk açısından böyle bir çeviri doğru olabilir mi yoksa kendi görüşümüzü doğrulamak için başvurulan zorlama bir çeviri midir?
· Hz. Yusuf’un Melikin sisteminde görev alması o sistemi meşrulaştırmak anlamına gelmediğine göre meşrulaştırma eyleminin gerçek mahiyeti nedir? Hangi durumda ve ne yaparsak sistemi meşrulaştırmış oluruz? Bu durum bir sisteme ‘katılmaktan’ ziyade o sistemin içindeki ‘icraatların’ ve ‘söylemin’mahiyetine mi bağlıdır? Hz. Yusuf görev başına geldiğinde kendisi ne icraatta tam yetki verilmişti, fakat sistemin kanunları değişmemişti, putlara tapılmaya devam ediliyordu. Sistemin gayri İslami unsurları devam ediyordu. Buradan gayri İslami işleyişe ve icraatlara bilfiil katılmaksızın bir sistemde yer almak, görev üstlenmekte bir beis yoktur şeklinde bir sonuç çıkar mı?
· Melikin sistemi ile bugünkü siyasi sistem arasında ne gibi bariz farklar ve benzerlikler bulunuyor ve bu farklılıklar olayı açıklamakta ne kadar yardımcı unsurlardır? Yoksa buradaki hata (düşüncekarışıklığı) ‘sistem’ kavramından mı kaynaklanıyor? Soyut kavramsallaştırmalarla işi kendimiz için zorlaştırıyor muyuz? Olmayan şeyleri var kabul edip o şeye menfi hüküm verdikten sonra o şeyin içine soktuğumuz her şeye aynı hükmü mü yapıştırıyoruz?
· Bu surenin indiriliş amacı, içinde yaşanılan sistemle uzlaşılabileceğine dair bir mesaj mı vermektir? Eğer böyleyse Peygamberimiz bu sureden neden böyle bir mesaj almadı? Peygamberimiz bu sureyı nasıl anladı?
· Hz. Peygamberin örnekliği önceki peygamberlerin kıssalarından metod çıkarımı yapılırken kıstas olarak alınması gerekmez mi?
· Kıssası anlatılan Peygamberlerde ilkeler değişiyor mu? Hz. Yusuf’ta farklıydı, Hz. Musa’da farklı olabilir mi? Fark tam olarak nerede, ilkede mi, taktiklerde mi, stratejide mi?
· Hz. İbrahim’in içinde yaşadığı dönemde putları kırması ile Hz. Peygamber’in Kabe’de putları kırmamasını nasıl anlamalıyız? Neden Peygamberimiz Hz. İbrahim’in yaptığının aynısını yapmadı? Burada taktiklerin/hedeflerin/şartların farklılığı mı söz konusudur? Kıssalardan metot bağlamında bu farklılıktan hangi sonuçlar çıkar?
· Kıssalardan toplumsal aşamalar çıkarılabilir mi?
İslami Hareket Yöntemi
· Devlet/rejim/sistem kavramları arasındaki fark nedir? ‘Devlet’ nötr bir olgu mudur? (Tevhid inancının mevcut yapılara karşı gerektirdiği) karşıtlık ‘devlet’ten ziyade ‘rejim’ kavramına karşı mı gösterilmesi gerekir?
· ‘Tağuti sistem’ kavramı ne ifade ediyor, içine ne giriyor ne girmiyor? Tağut olan sistem midir, devlet midir, rejim midir, liderler midir, hukuk sistemi midir? Gayri İslami bir yönetimin başında olan her lider otomatikman tağut kavramı altına girer mi? Müslümanların hicret ettiği ve himaye gördükleri Habeşistan kralı Necaşi tağut kavramının kapsamına dahil midir? Müslümanlara dost ve adil olmaya çalışan liderler bu kavramın istisnası mıdır?
· Seçimlere katılım bağlamında[6] örneğin Türkiye’de seçimlere katılmak caiz değildir diyoruz. Bazı kesimler ise Pakistan’da Mevdudinin partisine oy vermek caiz oluyor, fakat Türkiye’de caiz olmaz diyorlar? Sebebi ise Pakistan’da programın açıktan İslami olmasıdır. Fakat bu farklı bir hüküm vermek için yeterli bir gerekçe midir? Bir partiye oy vermeyi caiz kılmayan unsur (sadece) o partinin hangi söylemle çıktığı mı yoksa oy verme işleminin gayri İslamî bir sistemi ‘işletmesi‘ midir ya da bu yolda ilkelerle bağdaşmayan tavizlerin verilmesi midir? Pakistan’da da oy verilince sonuçta İslamî olmayan bir sistem işletiliyor.
· Demokratik bir sistemin ‘işletilmesi’ tam olarak nasıl gerçekleşmektedir? Oy verilmediği takdirde bu pasif tutum oy olarak diğer partilere pay ediliyor görüşü doğru mudur ve bundan hangi sonuç çıkar? Bu görüşe göre oy kullanmayınca sistemin aleyhinde bir durum oluşmuyor?
· Bir partiyi desteklemek onun her şeyini desteklemek mi oluyor? Bizim lehimize icraatleri olan partileri desteklemek neden caiz olmasın? Biz kendi işimize devam ettiğimiz, onların içinde yer alıp aktif görev üstlenmediğimiz sürece bu neden sakıncalı olsun?
· Yine örnek olarak Almanya’da yabancı düşmanı aşırı sağcı partiler iktidara gelmesin diye yabancı düşmanı olmayan partileri desteklemek ehveni şer açısından bakıldığında neden sakıncalı olsun? Sakıncası tam olarak nerede? Evet, bir şer destekleniyor, fakat o desteklenmese daha büyük bir şer başımıza musallat olacak, böyle durumlarda neden ‘akıllı’ hareket edilemesin? Yapılan işin ‘destek’ ile sınırlı kaldığını düşünürsek o partinin gayri İslami söylem ve icraatlarına biz katılmadığımız sürece onların her yaptığından ve ileride her yapacaklarından biz neden sorumlu olalım? Bir kere destekledik diye bütün zamanlar boyunca mahkumu mu oluyoruz? Bu cümleden olarak şöyle bir senaryo çizebiliriz:
Habeşistan’da bir seçim olsaydı ve oraya hicret eden Müslümanlara oy hakkı verilseydi, Müslümanlar Necaşi’nin rakibi olarak daha kötü bir kral adayın seçilmemesi için Necaşi’yi oylarıyla desteklerler miydi? Bu destek, Necaşi seçildikten sonra yapacağı bütün gayri İslami icraatları desteklemek anlamına gelir ve dolayısıyla Müslümanlar bundan sorumlu olurlar mıydı? Bir insana/lidere/partiye ‘destek’ onların her yaptığını desteklemek anlamına mı gelir?
· Parlamentoya sözcü olarak girmek için (sadece bir bölgeden) seçimlere katılmak da sonuçta sistemi işletmeye katkı sayılmaz mı? Burada rahmetli Ercümend Özkan’ın İslami Parti kurma çalışmasına atıf var. Özkan, bu parti çalışmasında meclise sadece bir sözcü seçtirmeyi düşünüyordu. Seçime katılım bu çalışmada istisnai bir durum olarak kabul ediliyordu. Sözcü seçtirmenin gerekçesi ise Mecliste de ‘konuşma hakkı’ndan yararlanılarak İslami düşüncelerin Meclis kürsüsünden tebliğ edilmesiydi ve kanun yapımına iştirak edilmeyecekti. Mecliste bulunmak bizatihi sakıncalı değilse, seçimlere katılım konusunda da istisna yapılabiliyorsa ve Meclise katılımın sakıncalı yönü sadece kanun yapımına iştirak ise, aynı gerekçelerle kanun yapımına iştirak etmeksizin değişik bölgelerden seçime katılıp geleceğe yönelik ileride meclis çoğunluğunu ve buna dayalı olarak kanunları düşüncesine uygun çıkarmayı hedef alan bir katılım da meşru olmaz mı?
· Veya kanun yapımına iştirak ederken İslam’a uygun olan kanun tekliflerine onay vermek diğerlerinde ret oyu kullanarak meclisteki çalışmalara aktif katılım söz konusu olamaz mı? Bu seçenek ile kanun yapımına hiç iştirak etmemek arasında özde/hükümlerini zıt kılacak hangi fark vardır? Meclisteki İslam’a aykırı yapılan yeminin kalktığını ve Meclise girdiğimizde İslami söylem ve aktivitelerimizde taviz anlamına gelecek icraatlara (anıtkabir ziyareti vb.) zorlanmadığımız şartıyla o ortamın İslami dönüşüm için kullanılması caiz olmaz mı? Dolayısıyla buradan ‘seçimlere katılım’, ‘Meclise iştirak’ bizatihi caiz olmamaktan ziyade, hükümlerini orada yapılan işlerin mahiyetinden almaktadırlar sonucu çıkar mı? Bir diğer ifadeyle İslam’dan (söylem ve icraat) taviz verilmediği sürece bu yöntemlere başvurulabilir sonucu çıkar mı?
· Pragmatik davranışlara sınır çizmek mümkün müdür? Bir kere ‘gaye vasıtayı meşru kılar’ dedikten sonra ‘fakat gayemiz şu şu vasıtaları meşru kılmaz’ diyebilir miyiz? Bir diğer ifadeyle hangi (Kuran, sünnet) delile dayanarak ‘gayemiz şu şu vasıtalar hariç diğerlerini meşru kılar’ diyebiliriz? Laikliğe yemin etmek, içki içmeye cevaz vermek, oradan masum insanların ölümünü göze almaya kadar başvurulan onca araçlar arasında hangi fark var? Hepsi İslami açıdan haram hükmüne girdiğine göre arada sadece haramlığın derecesinin farkı var denilebilir ki, hangisinin daha büyük haram olduğunu tespit etmek de bazen zor olabilir. ‘Gayemiz şu haram derecesinde olan şu vasıtayı meşru kılmaz, diğerini meşru kılar’ diyebilmek için hangi ölçüyü/delili kullanacağız? Bu sorunun cevabı metazori olarak keyfe dayalı olmak zorunda değil midir? Biri gayeden dolayı meşru olabiliyorsa diğeri hangi düşünce/gerekçe ile meşru olmaz? Birincisini meşru kılan düşünce ikincisini niye meşru kılamıyor? Gaye hangi vasıtayı meşru kılma gücüne sahip değildir ve neden bu güce bu vasıtada sahip değildir de diğerlerinde bu güce sahip olabiliyor? Dolayısıyla pragmatik hareket eden kişi daha kötü araçlara başvuran diğer pragmatik bir kişiyi hangi delille ilzam edebilir? Burada sınır çizilecekse keyfi bir şekilde çizilmeyecek midir?
· Bir gurubun, partinin veya devletin pragmatik davranışlarını onaylayan insanların başka pragmatik davranışları olan gurupları ve devletleri pragmatik davranışlarından dolayı eleştirmeleri ahlaki açıdan tutarlı mıdır?
· İslami siyasette ‘ehveni şer’ meselesinin yeri nedir? Ölçü ve sınır nedir? Pragmatik davranışlara İslami siyasette hiç mi yer yoktur? Varsa, hangi durumlarda vardır? Yoksa pragmatizm mutlak olarak reddedilen bir yöntem midir? İstisnaları[7] varsa bunun sınırını belirleyen ölçü ve deliller nelerdir?
· Anayasa tartışmaları bağlamında, Müslümanların menfaatine olan ve fakat özünde şer barındıran bir şey desteklenebilir mi? İslam’ın menfaati ile Müslümanların menfaati her zaman özdeş midir? İslam’ın şirk olarak tanımladığı maddelerin bulunduğu bir metni onaylamak o maddeleri de onaylamak anlamına gelmiyor mu? Böyle bir durum İslam’ın menfaatine olabilir mi? Kendi ayağına kurşun sıkmak anlamına gelmez mi? Habeşistan’a hicret eden Müslümanların Necaşi’nin karşısında eğilmemeleri sahnesini hatırlayalım. Kendi lehlerine bir durum elde etmeye çalışıyorlar ve bunun için Necaşi’ye başvuruyorlar, fakat bunu elde etmeye çalışırken İslam’ın reddettiği bir davranışın içine de girmekten imtina ediyorlar. Bunu binlerce kilometre yorucu bir yolculuktan sonra, bu davranışlarından dolayı kralı kızdırıp müşrik heyete geri teslim edilme ve bilahare bir sürü sıkıntı ve işkenceye maruz kalma rizikosunu göze alarak gerçekleştiriyorlar! Şirkin onaylandığı bir metne imza atmak bu tabloda kalırsak boynunu eğmek anlamına gelmez mi? Buradan Müslümanların menfaati her zaman İslam’ın menfaati ile özdeş değildir ve ikisi çatıştığı zaman Müslüman gözünü kırpmadan İslam’ın menfaatini canı pahasına öne alır sonucu çıkmaz mı?
· Sistem içi araç kullanılabilir mi? Hangi şartlarda ve sınırlar içinde kullanılabilir? Bu konuda kendi içinde tutarlı bir usul nasıl olabilir?
· Yerel seçimlere katılıp belediyelerin sorunlarıyla ilgilenme, içinde yaşadığımız şehirlerin sorunları konusunda duyarlı olmak ve sorumluluk üstlenmek ‘sistemi işletme’ anlamına gelir mi?
· Nebevi hareket yöntemine uygun alternatif ve örnek bir hareket nasıl meydana getirilebilir? İnsanlar hayatta karşılığını görmedikleri bir şeye inanmakta zorlanıyorlar. Bir şeyin nasıl olmaması gerektiğini dile getirmek yetmemektedir. Nasıl olması gerektiği somut olarak ortaya konulmadığı sürece farklı yöntemlere başvuran insanları ikna etmemiz zor gözükmektedir.
Toplumsal Değişimde Cemaat Olgusunun Rolü
· ‘Hiçbir fikir örgütlenmeden iktidara gelemez’ sözü doğru mudur? Fransız devrimi belli bir örgütün inisiyatifiyle gerçekleşmemişti. Buradan yola çıktığımızda örgütlenme olmazsa olmaz mıdır?
· İlla ‘cemaatsel’ bir yapılanma gerekiyor mu, böyle bir emir var mıdır? ‘Farklı yapılanma tarzları’ aynı amaca hizmet ediyorlarsa ve belki daha etkili olacaklarsa neden denenmesinler?
· Kuran’da birliktelik (cemaat vb.) modeli var mı? Yoksa tıpkı devlet modelinde olduğu gibi mi değerlendirilmeli? Devlet modelinde Kuran dört-beş ana prensibi veriyor, yapısı/şekli içtihada bırakılıyor. Aynısı cemaat modeli için de söz konusudur diyebilir miyiz? Dolayısıyla liderin yetkilerinin sınırı, bağlılık sistemi, çalışma tarzı vs. içtihada mı bırakıldı?
· İslam’a göre üyelik-bağlılık-mensubiyet anlayışı nasıl olmalı, Peygamber döneminde nasıldı?
· İslam tarihinde bu konular nasıl gelişti (cemaat, örgüt) modelleri nasıldı?
· Bugünkü cemaat/örgütlenme/organizasyon modelleri Batı modernitesinin ürünleri midir?
İslami Yapılanma Sorunları –Alternatif Modeller Üzerine Düşünmek-
· Bugünkü şartlarda en uygun, sonuç alıcı, sorunlar yaşanınca kendine çelme takmayan bir birliktelik sistemi(organize olma modeli) nasıl olabilir?
Yayılma Stratejisi ve Faaliyet Sistemi
· Toplumsal değişim nefislerin değişimi ile gerçekleşeceğinden ve insanları değiştirmek onları etkilemekten geçtiğine göre, bunun en etkin yolu nedir? Hangi faaliyetler ve yöntemlerle insanları azami derecede etkileyebiliriz? Hangi faaliyetlerimizi etki yapmadığı gerekçesiyle iptal etmeliyiz veya değiştirmeliyiz? Bu bağlamda hangi faaliyetler kalıcı etkiye sahiptir? Topluma yayılma (ders + cemaate üye kazanma) dışında nasıl olur?
· Tebliğ-eğitim-örgütlenme-ilim faaliyetlerinden hangisine ne kadar ağırlık ve hangi aşamada öncelik tanınmalı? Yoksa hepsine eşit derecede eş zamanlı olarak mı yönelmek gerekir?
Dava Bilinci
· Bir insanın dava bilincine sahip olduğunun pratikteki somut göstergeleri nelerdir?
Dünyevi Başarıya Kilitlenmek
· Kuran bizden dünyevi bir başarı (İslam’ın hakim kılınması) istemekte midir? Eğer istiyorsa buna göre oluşturulacak bir azmin derecesi nasıl olmalıdır?
Özel Görevimizi Bulmak
· Davanın yayılması için fert olarak benim yapabileceğim en doğru ve mantıklı görev hangisidir? Şu an hangi çalışmanın içindeyim, hangi faaliyeti gerçekleştiriyorum, hangi görevi üstlendim? Bu görev ve faaliyet vaktimin ne kadarını alıyor, geri kalan boş zamanlarımı nasıl değerlendiriyorum?
‘Kum fe enzir’(Kalk ve uyar) ya da Tebliğin Farziyeti Üzerine
· Bu emrin muhatabı sadece Peygamber midir? Eğer biz de muhatap isek ne kadar çok tebliğ etmemiz gerekiyor?
Nüzul sırasına göre tebliğ stratejisi
· Kuran’ı nüzul sırasına göre okuduğumuzda nasıl bir tebliğ stratejisi takip ediliyor? Kuran’da ilk 10 yılda hangi konulara ağırlık verildi? Ayetlerde siyasi üslup, siyasi hakimiyet vb. konular var mı? Yoksa bunlar yan tesir mi? Tebliğde konuların öncelik sıralaması nedir? Bu tebliğ stratejisinin çağın insanının itikadi durumu ve hidayet bağlamında ihtiyaçları göz önünde bulundurulduğunda bugüne tekabülü nedir? İnsanlara hangi konulardan başlayarak tebliğ edilmesi gerekiyor?
3. Soruları ne yapacağız?
Sorularımız düşünme, araştırma ve tartışma sorularıdır. Bizim örnek olarak formüle ettiğimiz bu sorular yüzeysel olarak akla gelen sorulardır. Bunların geliştirilmeye ihtiyacı var. Amaç örneklerdeki ve benzeri mahiyetteki soruları geliştirerek Einstein’dan aktardığımız kıvamdaki soruları sorabilecek seviyeye gelmektir. Hedeflediğimiz kıvamdaki sorular ya kolektif aklın ortak odaklanması sonucu ortaya çıkarlar ya da dahî beyinlerin bu kervana katılmaları ve onların düşünme faaliyetleri sonucunda oluşurlar.
Bu ve buna benzer sorular üzerinde boş zamanlarımızda düşünmeliyiz. Aklımızda bu soruları evirip çevirmek, değişik açılardan bakmak, başka sorularla birleştirmek, zihnimizde cevap niteliğinde oluşan düşünceleri not etmek ve o yeni düşünceler üzerinde de düşünmek ve bu yeni düşüncelerin akla getirdiği yeni soruları not etmek ve bunların da üzerinde düşünmek gerekir.
Bazı sorular genişletilerek ve geliştirilerek lisans ve doktora tezleri bağlamında incelenebilirler.
Bazen sorunlarımızın çözümünü bilinen şeylerde değil, bilinmeyenlerde ve aradaki boşluklarda aramalıyız.
Düşünmek dava bilincine sahip fertlerin en başta gelen görevlerindendir. Düşünmek bu açıdan önemli bir aktivitedir. Düşünen davasını dert edindiğini göstermiş olur.
Ercümend Özkan’ın dediği gibi: “Doğrulardan inşa olunan binalar büyük inşaatlardır. Her nesilden insanların kendi günlerinde binayı yükseltmeleriyle yükselen bir binadır düşünce binası.”
_______________________________________________
DİPNOTLAR
[1]Bkz.:http://www.venharhaber.com/-dava-calismalari-uzerine-dusunceler-makale,2378.html
[2] Bu toplum tevhidi bilinçten yoksun olsa bile Kuran ve Peygamber’e samimi bir şekilde inanmaktadır. Bu onları ikna edebilmek için ciddi bir fırsattır.
[3]Toplumun belli kesimlerinde (tarikatlar, gelenekçi cemaatler) inatçı bir karşı koyuş olabilir. Fakat bunlar toplumun çok az bir yüzdesini oluşturuyorlar. Bizim camia bunların din anlayışlarındaki/uygulamalarındaki hatalarla aşırı derecede ilgilenmekte, esas ‘yazılmamış kağıt’ gibi berrak olan on binlerce insan kitlesini ihmal etmektedir. Hâlbuki yöneliş tam tersi olmalıydı. Tarikat ve cemaatler en az zaman ve ilgi harcayacağımız kitleler olmalıydı. Kuran’dan bahsettiğimiz zaman ‘Siz Kuran’ı anlayamazsınız’ demeyecek on binlerce insan dururken ne diye azınlık bir kitleyle vakit ve enerji tüketiyoruz? Acaba bunun sebebi de diğer insanlarla uğraşmak daha zor olduğu için olabilir mi? Bu insanların hidayeti için gösterilecek çaba tarikat ve cemaatleri ‘eleştiri’ için gösterilecek çabadan daha fazla olduğu için mi bilinçaltından nefsimiz bizi bu kitlelerle uğraşmaya sevk ediyor?
[4]Realist bakıldığında nasıl ki cep telefonuna direnemedik-çoğumuz itibariyle- direnme gereği bile duymadık, bundan da (face, twitter, internet) çoğumuz kopamayacağız. Dolayısıyla bu şartları en iyi şekilde (görevlerimizi ihmal ettirmeyecek şekilde) değerlendirmenin yolunu bulmalıyız.
[5]Hz. Hamza vebirkaçaysonraHz. Ömer’in Müslüman oluşu ile Müslümanların güçlendiği bir aşamada Kabe yürüyüşü gerçekleştirilmiştir.
[6]Seçimler bağlamında sorulan soruların tamamı hakikati bulmaya yönelik sorulardır; akılda oluşan soru işaretlerinin giderilmesi, karşıt görüş sahiplerini düşünmeye sevk ve kendi görüşümüzün doğruluğunu test etmeye yöneliktir.
[7]Kuran bu konu bağlamında bir istisnayı belirtiyor: Can tehlikesi.‚Kim imanından sonra Allah’a (karşı) inkâra sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç- inkâra göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah’tan bir gazab vardır ve büyük azab onlarındır‘ (16/106). Bir başka ayette: ‘Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah’tan hiç bir şey (yardım) yoktur. Ancak onlardan korunma gayesiyle sakınma(nız) başka. Allah, sizi kendisinden sakındırır. Varış Allah’adır.‘(3/28) Bu ayet sadece can tehlikesiyle mi sınırlıdır? Kuran’ı doğru anlama usulüne bağlı kalarak bu ayeti yorumlarken 1. Kuran’ın bütünlüğü, 2. Sünnetteki uygulamayı nakzetmeyecek bir sonuç çıkartılmalıdır.