MEHDİ GURRA 26.11.2020 Dünya Bizim
Arnavutların kendi topraklarındaki refahı adına Osmanlı Devleti’nin varlığının kritik önemi, Osmanlı’nın dağılma süreciyle çok derinden hissedilmeye başlanmıştı. Geniş bir coğrafyaya yayılan ve yerleşen, Osmanlı Devleti içinde önemli yönetici kademelerde bulunan Arnavutlar, imparatorluğun bir parçası olarak, gerilemenin etkisiyle bu büyük ve güçlü devlet içindeki etkinlerini de yitirmeye ve kendi kabuklarına çekilmeye başlamışlardı. Osmanlı Devleti’nin resmi olarak yıkılmasından birkaç yıl önce Balkanlarda yaşanan gelişmeler neticesinde bağımsızlığını ilan eden Arnavutluk’un sınırları içinde kalabilen bazı Arnavutlar talihliydi. Arnavutların yaşadığı bölgelerin büyük bir çoğunluğu ise asırlık Osmanlı Devleti’nin son demlerinde, dönemin güçlerinin keyfî kararları sonucunda komşu Balkan ülkelerine dahil oldular.
Osmanlı Devleti resmen yıkılmış olsa da barış içinde yaşadığı ve yaşattığı çok uluslu köklü medeniyetin izleri fiilen varlığını sürdürmekte. Ulus devletler resmen kurulmuş ve sınırlar çizilmiş olsa bile fiilen kurulamamıştır; ya da böyle olması çirkin emellerini gerçekleştirmek adına bazılarına daha münasip görünmüştür. Neticede bazı milletler başka devletlerin sınırları içinde azınlık olarak kalmış ve kabul edilmişlerdir. Osmanlı Devleti’ni emperyalist düşünceleri önündeki en büyük engel olarak gören güçler ya bu sonucu göremediler ya da medeniyet tasavvurlarında insan hayatının ve çekilecek sıkıntıların hiçbir önemi yoktu. Bu milletlerden biri de Arnavutlardı. Onlar çileye maruz kaldılar, zulüm gördüler, etnik vahşet yaşadılar, yollara düşmek zorunda kaldılar, topraklarını, evlerini, servetlerini, Arnavut ve Müslüman oldukları için bırakmak zorunda kaldılar. Bu soykırım ve etnik nefretin acılarını ise en çok Çameryalılar çekti. Özellikle İslam dinine mensup olanlara yönelik geçtiğimiz asrın ilk yarısında başlayan milliyetçilik hareketleri sonucunda, şiddet ve vahşet dolu olaylar neticesinde ata topraklarından kovuldular. Yunanlar tarafından unutkanlığın empoze edilmesi ve olayları örtbas etme çabası, Arnavut siyasi sınıfının bu konuyu gündeme getirmeye gücünün olmaması, Çamerya sorununun mutlak reddine yönelik eski Yunan taktiğinin başarıya ulaşmasını sağladı.
Bugüne kadar Arnavutluk’u kim yönettiyse ya Çamerya meselesine nasıl yaklaşacağını bilmemiş ya da güney komşusuyla başını derde sokmak istemediğinden Çamerya meselesinde kekelemiştir. Sorun hiçbir zaman gerektiği gibi gündeme getirilmemiş, çözümüne ilişkin bir beklenti bile oluşmamıştır. Çamerya meselesi iki devlet arasında çözüm bekleyen hassas bir konu olmaya devam etmiştir. Şimdiye kadar bu meselenin çözümüyle ilgili somut ve samimi bir adım atılamamıştır.
Zorla göç ettirilen Çameryalıların torunlarının vatanlarını ziyaret etmelerine, atalarının hâlâ ayakta kalan veya yıkılmış evlerine gitmelerine ya da zorla ele geçirilen mülklerini yeniden almalarına izin verilmiyor. Çamerya’da kalanlar düzenli bir biçimde Yunanlaştırmaya (helenizasyon) maruz kaldıklarından, bugün çoğunluğu Ortodoks inancına mensup. Yunan devleti konu Çameryalılara geldiğinde aşırı hassas ve ihtiyatlı olmuş, ne kadar küçük olursa olsun, sorunlarının çözülmesi için iyimserliğe yer bırakmamıştır. Aynı ülke, Arnavutluk’taki Yunan azınlık söz konusu olduğunda yerli yersiz haklar isteyerek uluslararası hukuktan uzak, orantısız ve dengesiz bir tutum ortaya koymaktadır.
– Çamerya’nın kısa tarihi
Çamerya 1913 yılı öncesinde Arnavutluk’un en güney ucunda, İyon denizinin doğusunda, kuzeyinde Konispol, güneyinde Preveze olmak üzere Yunan sınırını oluşturuyordu. 1913 yılındaki Londra Büyükelçiler Konferansı’nda Çamerya Yunanistan’a bırakılacaktı. O andan itibaren soykırım dalgaları yaşanacak, bunlar İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda, yani 1944-1945 yıllarında doruk noktasına ulaşacaktı. Yunanistan yeni bir demografik gerçeklik oluşturmak için, Çamerya halkını korkutma ve uzaklaştırma yolunu seçecekti.
Arnavut-Yunan ilişkilerini araştıran tarihçi Bekir Meta Anadolu Ajansı’nın Arnavutça yayınında bu ilişkiler hakkında yaptığı değerlendirmede, 1913 yılında Çamerya’nın önde gelen 72 aile reisinin katledilmesiyle, ilk soykırım faaliyetlerinin bu dönemde kayda geçtiğini anlatıyor. Güçlü bir etnik kıyım dalgasının on yıl sonra Lozan Antlaşması’nın ardından gerçekleştiğini, ardından İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında devam ettiğini aktarıyor.
Çamerya’da yaşanan son etnik kıyım ise en trajik olanıydı. Zorla göç ettirme, katliamlarla birlikte 27 Haziran 1944 yılında başladı ve bir sonraki yılın Mart ayında sona erdi. Tüm Müslüman Çameryalılar evlerini terk etmeye ve Arnavutluk’a sığınmacı olarak gitmeye mecbur bırakıldılar. Binlercesi ise Yunan etnik vahşeti sonucunda öldürüldü. Prof. Dr. Bekir Meta’ya göre, 35 bin kişi bu etnik gözü dönmüşlük neticesinde soykırıma maruz kaldı. Soykırımdan kurtulabilen Çamerya Arnavutları ise zor şartlarda Arnavutluk’a sığınmacı olarak geldiler.
Müslüman Çameryalılar tarafından boşaltılan yerleri, Yunan hükümeti tarafından getirilen Yunanlar aldı; yerlerin isimleri değiştirildi, Yunanlaştırıldı. Çamerya’nın gerçek sahiplerinin evleri sonradan getirilen bu Yunanlara kendi mülkleriymiş gibi verildi. Çameryalılar etnik kıyıma maruz bırakılmıştı; bu kıyım dini inanç temelinde, aralarında seçicilik yapılarak gerçekleştirilmişti: Müslüman olanlar özellikle seçilmişti. Ancak her zaman olduğu gibi bugün de, Yunanistan’ı kim yönetiyorsa Çamerya sorununun varlığını inkâr etmektedir. Münferit çabalara rağmen, Arnavut makamları hiçbir zaman konuyu ikili müzakere masasına getirme cesaretini gösterememiştir.
– Arnavut sözlüğünde Çamerya
Çamerya hakkında yayımlanan ansiklopedi üzerine konuşmadan önce, Arnavutlar tarafından terk edilmek durumunda kalan bu en güneydeki Arnavut vilayeti hakkında daha fazla bilgi vermemiz gerekiyor. Arnavut Sözlük Ansiklopedisi’nde yer alan bilgilere göre, Çamerya İyonya kıyıları boyunca uzanan, kuzeyde Pavla (Şales) nehrinden, güneyde Preveze körfezine kadar 107-108 kilometre uzunluğunda, güneyde Kurilla dağlarına ve Paramithi’ye (Aydonat) kadar 3 bin 900 kilometre karelik bir alanda, yüksekliği bin metreden fazla olmayan tepe ve dağlara çevrili bir yerdir. Filat, İgumeniça (Reşadiye), Lurai Margiliç, Arta, Paramithi, Parga ve Preveze şehirleri Çamerya’nın merkezî yerleri olarak biliniyor. 1913 yılındaki Londra Büyükelçiler Konferansı, Arnavut devleti sınırları içinde Müslüman halkın yaşadığı Dişat, Yanyar, Konispol, Markat, Ninat, Şales, Verve ile Ortodoks halkın yaşadığı Çiflik, Mursi ve Xarra köylerini Yunanistan’a bıraktı. Bu saydığımız yerler geri alınmışsa da Çamerya ve Çameryalılar kaderlerine terk edilmiştir.
Çam ve Çamerya, İlir kabilesi olan Sesprotyalıların yaşadığı Sesprotya’dan geçen Tyamis nehrinin antik ismiyle bağlantılı bir yer. Çamerya Osmanlı döneminde Delvina ve Yanya sancağında yer almaktaydı. Yukarıda bahsi geçen yayındaki bilgilere göre, bölgenin nüfusu 95 ila 110 bin arasında değişiyordu. Yunan çeteleri 1854 ve 1878 yıllarında Çamerya’ya saldırmış, fakat yerel halkın silahlı direnişiyle karşılaşmış, sonunda geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Onların başaramadığını, 1913 yılındaki Büyükelçiler Konferansı göz açıp kapayana kadar gerçekleştirmişti. Bu neticenin ardından Yunan hükümetleri binlerce Çameryalıyı Anadolu’ya doğru sürmüş ve bu sürgünler İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda da devam etmişti.
– İbrahim Davut Beydeşati’nin eserlerinde Çamerya
Topraklarından sürülen, istenmeyen ve zulüm gören bir toplum olarak Çameryalıların trajik kaderine ilişkin delillere, Geleceğin Alternatifi Vakfı (ALSAR) tarafından kısa süre önce yayımlanan ansiklopedik eser eklendi. Söz konusu yayın, ALSAR Vakfı’nın ulusal meseleleri ele alan yazar ve eserlere yönelik “açık kapı” politikası doğrultusunda ortaya çıktı. Vakfın bu gibi eserlerin yayımlanmasına yönelik gayreti, vatansever duruşunun bir neticesi ve milli meselelere bakışının somut bir delilidir.
Çamerya’nın tanınmış ailelerinden birinin mensubu olan İbrahim Davut Beydeşati (Hoca) hayatının büyük kısmını, doğduğu toprakların tarihiyle ilgili malzemenin toplanması ve “Güney Arnavutluk genelinde yolculuk: Çamerya” adlı eserin yayımlanmasıyla sonuçlanan bir metnin derlenmesine adadı. 923 sayfalık ansiklopedinin başında bazı alıntılara rastlıyoruz. Yazarın bu alıntılardan ilham aldığı görülüyor: “Kendi geçmişini tanımayan bir millet ya çocuktur ya da akılsızdır. Bunu hor gören bir millet de kaybolmuş bir millettir”, “Geçmişini bilmeyen bir millet, kendi geçmişinin yaşadığı sefaletlere maruz kalmaya mahkumdur!”
Zengin bir dil kullanan yazar, girişteki dört satırla söz konusu ansiklopedik eserin ne olduğunu anlatmaktadır. Yazar burada ansiklopedinin, 300 yıldan fazla Arnavut olarak adlandırılan en güneydeki İlirlerden, onların atalarının topraklarından, onların örnek teşkil eden vatanseverliklerinden ve topraklarını savunmalarından, seçkin savaşçı özelliklerinden ve bölgedeki yaşamlarında meydana gelen olaylardan bahsediyor.
Yazarın eserinde Çamerya halkına ait isimleri, yerleri, olayları, kültürel özellikleri, okulları, dini yapıları, çeşitli kurumları, dernekleri, haritaları ve fotoğrafları bulmak mümkün. Eser, tarihte zengin ve son derece bereketli zamanlar yaşasa da, netice itibariyle ancak adını yaşatabilmiş vatandaşlar için son derece talihsiz bir Çamerya’dan haberdar ediyor bizleri.
Eserde Çamerya’ya adanan ses, feryat diğer tüm seslerden daha yüksek çıkıyor. Çameryalıların dramını anlamak adına çok önemli olan birinci paragrafı burada paylaşmakta fayda var: “Çamerya Arnavut topraklarının en güney kısmını teşkil ediyor. Altı aylık özverili bir savunmadan sonra (18 Ekim 1912-7 Mart 1913), 10-13 Mart 1913’te Çamerya saldırgan Yunan askeri birliklerin elinde kaldı. İşgal yılında (1913) Çamerya genelinde, çoğu Arnavut olmak üzere 120 bin kişi yaşıyordu. Dönemin güçlü Avrupa ülkelerinin temsilcileri, yüzde 85’i Müslüman olan Çameryalıların haklarını hiçe sayarak, en nefret edilen Atina-Fener Haçlı işgalcilerinin boyunduruğunu takarak, lanetli Büyükelçiler Konferansı aracılığıyla baltayı sapladı. Bunlar hiçbir şeyden çekinmeden, açık bir şekilde tüm insani, ulusal hakları ve uluslararası anlaşmaları ihlal ettiler. Kırk iki yıl boyunca [devam eden] bu hüküm, kendini Arnavut olarak bilen, öyle kalmaya çalışan ve kendini, malını ve toprağını bu kara kölelikten kurtarmak için elinden geleni yapan tüm Çameryalıları ortadan kaldırdı.”
Adlandırmalar, konumlar, aidiyetler, hedefler, geçmiş, devletin idari birimleri, tepeler, boylar, düzlükler, kaynaklar, akarsular, ırmaklar, göller, denizler, koylar, körfezler, limanlar, adalar, iklim, bitki örtüsü, yaban hayatı, ekonomi, hayvancılık, tarım, zanaatlar, ticaret ve pazarlar, yol ağı, tarihi olaylar, giysiler, dini inançlar, ahlaki nitelikler… Bunların hepsi Çameryalıları ifade eden bütünün ayrılmaz birer parçaları.
Ansiklopedide Çameryalıların dini yaşantısı, ana şehirlerdeki cami sayısı, cami isimleri, camileri inşa edenlerin isimleri, Konispol gibi medrese isimleri, Arvanitler, Çamerya ve Yanya’daki Yahudiler, Evliya Çelebinin Çamerya ve Molosya seyahatlerinden bahsedilmekte. Çameryalı kadınlar ve onların yaşı ve medeni durumuna göre belirlenen toplumsal konumu analiz edilmekte, Kristo Frasheri’nin “Çamerya Tarihi” gibi Çamerya hakkındaki eserler eleştirilmekte.
Yazar Osmanlı dönemiyle ilgili şunları ifade ediyor: “Çamerya, Yanya ile diğer Arnavut vilayetleri gibi Osmanlı saltanatına dahil edilir edilmez, tarih ve tarih öncesi yolculuklarında ilk kez ‘Arnavutluk’ adı altında tek bir birim halinde bir araya getirildiler”. Her türlü ideolojik virüsten etkilenmiş farklı tarihçiler tarafından karartılmış aynı dönem hakkında yazar, eserin 838. sayfasında şunları ifade ediyor: “Gerçek tarih kaynaklarına göre, Türk-Arber ortak hakimiyeti olduğu tereddütsüz kanıtlanan yaklaşık 500 yıllık Osmanlı hakimiyeti sırasında, Arberler ve onların selefleri olan Arnavutlar, bilinçli bir şekilde Osmanlı saltanatı içinde kaldılar. Komşu gaspçı hayranı olan güçlü Avrupalı hükümetler, 100 yılı aşkın kötü eylemleriyle bu hayati gerekliliği yok etmeyi başardılar. Arberler Türklerle kardeş, hatta görüldüğü üzere neredeyse onlarla bir oldular. Başka bir yerde ifade ettiğim gibi, söz konusu tamamen gerekli kaçınılmazlık, Arberler ve Türklerin aynı düşmana sahip olduklarının farkına varmalarıyla olarak ortaya çıkmıştır”. 850. sayfada Arberlerin Osmanlı saltanatındaki altı iyiliğine yer verilirken, bunun ardından Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Arnavutluk ziyareti sırasında söylediği “Arnavutluk biz Türkler için ikinci vatandır” ifadeleri yer alıyor. Çamerya ansiklopedisinin yazarı, bundan daha titiz bir tanım yapılamayacağının altını çizmektedir.
Arnavutluk’taki az sayıda kişi gibi söz konusu yazar da FETÖ suç örgütü ve onun Türk ordusundaki hizmetkarları tarafından kalkışılan başarısız darbe girişimine karşı sert bir duruş sergilemektedir. Ansiklopedi’nin 834. sayfasında, bu trajik olayın faillerine yönelik son derece isabetli bir tanımda bulunan, Türkiye’nin gerçek bir dostunun tepkisi yer almaktadır.
– İbrahim Davut Beydeşati
İbrahim Davut Beydeşati Hoca, ölümü 1940 yılında İtalyan-Yunan savaşının başlatılması için kullanılan Davut Hoca’nın oğludur. Hayatı boyunca zorluk ve sıkıntılarla uğraşan İbrahim Davut Beydeşati Hoca, Çamerya için araştırmaktan ve yazmaktan hiç geri durmadı. Yaşlılığına rağmen umudunu, inancını ve azmini hep diri tuttu. Yıllar boyunca yayımlanan binlerce makalesinin dışında, yazar ve eş yazar olarak onlarca kitap yazdı. En son yayımlanan “Güney Arnavutluk genelinde yolculuk: Çamerya” adlı eserindeki bir özelliğinden bahsetmek gerek. Bu eser, hak ettiğini düşündüğü şey için, sert ve keskin bir dil kılıcıdır. Bu has Çameryalı böyle konuşuyor!
[Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu olan Mehdi Gurra Geleceğin Alternatifi Vakfı (ALSAR) başkanıdır]