Varlık Depremi / Bir Evin Yıkım Tarihi
Dünya uğulduyor başım dönüyor.
Otuz yıl öncesine gidiyorum gözlerim nemli.
Çok insanın gıptayla baktığı villamızın, uzak ufukları gören taraçasında, diken üstünde otururken.
Bugün üzerime abanan dünyadan ne kadar farklıymış, kayıp giden sislerle kaplı geçmişin iman, neşe, uçarılık, heyecan dolu dünyası.
Üniversiteye gidemeyen kızların başını örtmesinin sessizlikle karşılanıp onaylandığı, okuyan kızlar için farklı bir tarifenin benimsendiği günlerden geldim.
Darbelerin önümüzü kestiği, başörtülü fakülte önlerinde bekletildiğimiz kara günlerden.
Kutlu Kitap’la tanışmıştım. Arkadaş çevrem değişmiş, yeni bir dünyaya yelken açmış gibiydim.
Ailem bile bendeki değişimi nasıl karşılayacağını bilememişti. Endişeli gözler, bulutlu yüzlerle bakmışlardı. Okuldan atılacağım korkusunu iliklerine dek duyuyorlardı.
Şimdi yapılması mümkün olmayacak “Elele Eylemi”ni gerçekleştirmiştik. Ülkemiz baştan başa kılık kıyafet yasağını protesto etmek için yollara dökülen milyonlarca insanın “Elele” tutuşmasına şahitlik etmişti.
Yılmadık. Onurumuzla mücadele ettik. Heyecanlı, kararlı, sabırlıydık. Başımızı dik tuttuk. Ödünç sloganlar bile attık, şarkılar söyledik:
“Susma! Sustukça Sıra Sana Gelecek!”
“Başın Öne Eğilmesin! Aldırma Gönül Aldırma! Ağladığın Duyulmasın! Aldırma Gönül Aldırma!”
En çok içimi acıtan da, “Burası Türkiye, İsrail Değil!” demek zorunda kalışımızdı.
Başörtülü okuyamayan kız kardeşlerimiz, başta Avrupa olmak üzere dağıldılar yeryüzüne.
Okulu terk edenler, evlenip çoluk çocuğa karıştılar.
Kimi arkadaşlarımız bu yükü kaldıramadılar, acı ve utançla açtılar başlarını. Okuyabilmek için.
İş arayanlar, ikinci eşlik tarifesinde evlilik teklifleri aldılar dindar görünümlü adamlardan.
Yıllar sonra da olsa yarım kalan okul hayatını bitirmem mümkün oldu.
Dinimin gereklerini yerine getirebileceğim bir hayatım; sığınağım olacak evim, ocağım olsun istedim. Evlendim, oldu…
Eşim, işlerini geliştirdi. Epey varlıklı bir aile olmuştuk.
Zamanla yasaklar kalktı. Mahrumiyet azaldı. Aramızdan ülkenin en zengin işadamları sınıfına girenler oldu.
Bir kız bir erkek iki çocuğumuz oldu. İyi, terbiyeli, nezaketli, bilinçli birer insan; Kitaba uygun Müslüman olsunlar istedim. Elimden geldiğince çırpındım.
Varlık arttıkça hayatımız değişmeye başladı. Çevremizden uzaklaşmaya başladık. Şehrin en varlıklı insanlarının oturduğu semtlerden birinden villa aldı eşim, itirazlarıma rağmen.
Arkadaşlarımı arıyor, bir araya gelmeye gayret ediyordum ama fiziki uzaklık bağlarımızı zayıflatıyordu. Çocukların okulu ve arkadaş çevreleri de değişmişti.
Hepsinden öte eşimdeki değişim ve dönüşüm beni çokça tedirgin etmeye başlamıştı. Eleştiriye gözü kulağı gönlü kapalıydı. Para, araba, pahalı kıyafetler, lüks restoranlarla beni ikna etmeye çalışıyordu. Geçmiş günlerden bir namazı kalmıştı.
İşyerine gitmek hiç içimden gelmiyordu. Gördüklerim nasıl bir yıkım etkisi yaptı anlayamazsınız. İşlerinin içine haramlar karıştığını dehşet içinde gördüm.
“İnancımıza uygun bir hayatımız, sade bir evimiz olsun, haram yollarla kazandığın çok paramız olmasın” dedim. Kibirli bir edayla, “Devir değişti, yalan söylemeden, çalmadan, rüşvet vermeden iş olmuyor” sözleri döküldü dudaklarından ve devam etti: “Amaan hanım, geç bu sözleri. Senin hayatına gıptayla bakan milyonlar var. Zenginlikler hep başkalarında mı olacak, bizim neyimiz eksik.”
Fırtınanın şaşkınlığı biraz yatışınca çocukları çağırdım. Babalarının haram yollardan para kazandığını anlattım. “Amaan anne abartıyorsun” dediler.
Uzunca bir zaman ikna olmadılar. Yeni hayatlarından ve arkadaş çevrelerinden memnun gözüküyorlar. Hepimizi dünyevileştiren, dindar ve sade bir hayat yaşamaktan uzaklaştıran dalgalar arasında yitip gitme korkusu her yanımı sarıyor.
“Allah’a inanan ama korkmayan” biri haline geldi eşim… Tanıştığımız günlerin dindar, heyecanlı, inançları ve eylemlerinde tutarlı insanı değil artık.
Şimdi garip bir karışım var karşımda. Namaz kılan ve haram yollardan para edinen, sevdiğim o genç adama benzemeyen birisi.
Çocuklar, babalarının namazını değil, haramlarla sarmallanmış hayatını örnek aldılar. Kızım başını açmak istediğini söylüyor, oğlumuz yeni arkadaşlarının içkili partilerine gidiyor.
“Zenginlerin ilmihali farklıymış”, “Tanrı’ya fakirlerin ihtiyacı varmış”…
Çocuklar, babalarının işlerine haram karıştığına ikna oldular ama elimin altından kayıp gidiyorlar.
Bugün, çocuklarımı uçurumun kıyısından almak için, sevgi, heyecan ve muhabbetle kurduğumuz ocağın sönmesine, kalenin yıkılmasına karar verdiğim gün. Hicret etmeliyiz. Boşanma davası açıyorum.
Her Taraf / Mehmet Yavuz Ay