11.01.2019 tarihinde Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde Afganistan İslam Cumhuriyeti Büyükelçisi Sayın Abdul Rahim Sayed Jan’ın verdiği konferansa katılmıştım. Büyükelçi Afganistan’da yaşanan iç savaş, karmaşa ve kaosta ABD’nin bir dönem dağıttığı silahların barışçı güçlerin eline geçmediğini aksine politik veya ideolojik olmaktan uzak bazı militan grupların eline geçmesinde ABD’nin örtülü rol oynadığını ima etmişti. ABD’nin terörizm ile savaş veya mücadele gerekçesi ile 7 Ekim 2001’de başlattığı askeri operasyon veya müdahalenin üzerinden yaklaşık 17 yıl geçmesine rağmen Taliban başta olmak üzere hükümet karşıtı bazı silahlı gruplar neredeyse ülkenin yarısında kontrolü ele geçirmiş bulunuyorlar. Analistlere göre güvenlik hiç olmadığı kadar kötü ve birçok Afgan, meselenin birinci sorumlusu olarak Amerikalıları görüyor. Önce Sovyet işgali ardından patlak veren iç savaş ve sonrasında başlayan Amerikan işgali, Afgan halkını bıktırdı. Komplo teorileri havada uçuşuyor. Kimileri Washington’ın savaşı kasten uzattığını öne sürüyor. Afganistan’ın Yüksek Barış Konseyi üyesi Muhammed İsmail Kasımyar, “150 bin civarında ABD ve NATO askeri ile yüz binlerce Afgan askeri ve polisi, sayıları binlerle ifade edilebilecek Taliban militanlarına karşı savaşı kazanamadı. Peki neden?” diye soruyor. ABD, bu ülkedeki varlığını kalıcı hale getirmek için Pakistan’la birlikte Afganistan’ı kasten bir kaosun içine mi sürüklüyor? İddia edildiği gibi amacı Çin, Rusya ve İran’a karşı bu bölgeyi dinleme üssü olarak kullanabilmek mi? ABD ve NATO 17 yıldan bu yana Afganistan’da ama, Taliban ne hikmetse etkisini arttırmaya devam ediyor. Taliban’ı Suriye ve Irak’a ABD’nin müdahalesini meşru kılan taşeron veya kurgu DEAŞ terör örgütü gibi değerlendirmek ne kadar doğru? Zira Taliban 17 yıldır ABD’nin Afganistan’da kalmasının meşruiyetini sağlarken DEAŞ terör örgütü de ABD’nin Suriye ve Irak’a müdahalesini meşru kılıyor.
Sovyetlerin dağılmasından sonra bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya Cumhuriyetleri’nin enerji yataklarından faydalanmak da ekonomik olarak önemliydi ve bunun için de İran’ın etkisinin mümkün olduğunca azaltılması gerekmekteydi. Dolayısıyla İran rejimine ters ve aynı zamanda kendi politikalarını uygulatabilecek bir hükümetin kurulması ABD’nin işine gelecekti. Bahsi geçen hükümeti kuracak olan örgüt ise Taliban’dan başkası değildi. ABD Pakistan ve Suudi Arabistan’ın desteklediği örgüte el altından silah ve parasal yardımlarda bulunmuştur. Taliban’ın Kabil’i ele geçirdiği 1996 yılından itibaren 2 yıl ABD bu politikasına devam etmiştir. Fakat 1998 yılına gelindiğinde Taliban ile politikalarının uyuşmadığını anlamış ve bu kez tam tersi bir siyaset izlemeye başlamıştır. Nairobi ve Darüsselam’a yapılan saldırılardan Taliban ile yakınlığı bulunan Bin Ladin ve El-Kaide sorumlu tutulmuştur. Çizginin tamamen yön değiştirdiği olay ise 11 Eylül saldırılarıyla somutlaşmış, ABD Taliban yönetimin devrilmesi için her türlü yolu denemiş ve Afganistan’a müdahale ederek emelini gerçekleştirmiştir. Ancak El-Kaide lideri Ladin’in ABD ajanı olduğuna yönelik güçlü iddialar El-Kaide-Taliban ilişkisi CIA ile Taliban arasında da en azından örtülü bir iletişim kurulduğuna yönelik iddiaları güçlendirmektedir.
Amerikalı analist Dr Randy Short’a göre Boko Haram terör örgütünü CIA tezgahlamıştır. CIA, Boko Haram’ı Libya Devrimci Muhafızlar Komutanı Halife Hafter aracılığıyla kurmuş ve finanse etmiştir. Halife Hafter de geçmişte CIA tarafından eğitilmiştir.
ABD’nin 2003 tarihinde Irak’ı işgal etmesinin ardından, Maliki ile birlikte, Irakta Sünni aşiretleri dışlayarak Şiileri desteklemesi, İran’ın da Şii politikalarına verdiği destek sonucu bu bölgede bilerek uygulanan yanlış strateji ve politikaların, IŞİD veya türevi örgütlerin doğmasına gelişip büyümesine zemin hazırladığı bilinen bir gerçek. DEAŞ’ın Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme amacıyla küresel ve hegemonik güç ABD’nin bir maşası ve sopası olarak ortaya çıkarıldığı da diğer bir gerçek. NSA ajanı Snowden DEAŞ’ın amacının bölgede İsrail’in güvenliğini tesis etmek ve korumak olduğunu açıklamıştı. Türbeleri yıkan, Mekke’yi ele geçirerek Kabe’yi dahi yıkabileceği tehditlerini savuran DEAŞ’ın, İsrail aleyhinde tek
bir kelam etmemesi efendilerinin kimler olduğu konusunda derin ipuçlarını gözler önüne seriyor.
Afrika, Asya ve Ortadoğu başta olmak üzere İslamiyet’i terörle ilişkilendirmek amacıyla CIA tarafından kurdurulan ve finanse edilen İslamiyet ile hiçbir ilişkisi olmayan aksine İslamofobiyi arttıran cinayet mekanizması esrarengiz terör örgütleri var. Evangelistler; Yahudi ırkının seçkinler olduğuna inanan, Yahudiler’in Dünya’ya egemen olması için “delicesine uğraşan” Hıristiyan Siyonistler’dir. Kidron Vadisi’nde Armageddon/Kıyamet savaşının olacağına inanmışlardır. Evangelist yapılanma, ABD’de, Ronald Reagan’ın (1981-1989) başkanlık döneminde ve George W. Bush(2001-2009) devrinde ”Beyaz Saray’ın gizli dini” olmuştur. W. Bush, “Dini misyonum var. Tanrı’dan görev aldım” iddiasıyla ve bütün İslam halklarına savaş ilan ederek, Afganistan ile Irak’ı işgal etmiştir. İşgaller; İslam coğrafyasında İslam’la ilgisi olmayan terör örgütlerinin çıkmasına ve önce var olanların çok güçlenmesine imkan hazırlamıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “İslam dünyasını DEAŞ, Taliban, El Kaide, Boko Haram, Eş Şebab, FETÖ gibi terör örgütleri vasıtasıyla cendereye almaya çalışanların asıl hedefi, Müslümanların hayat damarlarını kurutmaktır” açıklamasıyla bu açık tehdide karşı tüm Müslüman dünyasını uyarmıştır.
Yeni Şafak / Bülent Orakoğlu