Son hafta içindeyiz. 31 Mart gerilimi had safhada.
Yazar, “Bir örnek vereceğim bir de soru soracağım” diyor. Ben önce sorduğu soruyu paylaşayım sizlerle, sonra örneğini… Sorusu şu:
“Sizce sadece Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde sandık kurulsa Cumhurbaşkanı Erdoğan yüzde kaç oy alır?”
Nasıl, müthiş bir soru değil mi?
Yazar bu sorudan önce şu örneği veriyor:
“17-25 Aralık’tan sonra yapılan bütün seçimlerde Ankara’da kamu kurum ve kuruluşlarının bulunduğu lojmanlarda yüzde 65’in üzerinde AK Parti aleyhinde sonuçlar çıkıyor.”
Örnekten yola çıkarak sorunun cevabını aradığınızda ister istemez, yazarın sizi “Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde kurulacak bir sandıktan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çıkacak oy lojmanlardan farklı olmayacaktır” gibi bir sonuca götürmek istediğini anlıyorsunuz.
Yazar gerçekten de onu anlatmak istiyor, çünkü bu soru da bu örnek de “tehlikenin içerde olduğu kanaati” ile bağlantılı. Şu cümle de yazara ait: “31 Mart seçimlerine bir hafta kala AK Parti’yi bekleyen en büyük tehlike budur işte.”
Yazar öyle böyle biri değil. Bir kere Haber Müdürü, üstelik Ankara Haber Müdürü ve Yeni Şafak’ın haber müdürü Hüseyin Likoğlu. (25 mart 2019)
***
Yeni Şafak’ın durduğu yer belli. 31 Mart’ta Cumhur İttifakı için üstün bir başarı arzu ediyor. Aslında bu yazıda da o başarı arzusu dile getiriliyor. Ancak “içerdeki tehlike”ye işaret ederken, “tehlikenin Külliye’nin içinde odaklandığı” gibi bir iddiaya ulaşmak şaşılası bir durum.
15 Temmuz’da Cumhurbaşkanı’nın yaveri ihanet halindeydi.
15 Temmuz’dan bu güne koca bir sistem değişti, Cumhurbaşkanlığı sarayı değişti, Külliye’nin içindeki her şey yeniden yapılandı ve yazara göre “Bugün seçim olsa Erdoğan kendi Külliyesi’nden yüzde kaç alır?” gibi bir soru, iktidara yakın bir gazetenin Ankara Haber Müdürü’nün sütunlarına yansıyor.
Ben sayın yazarla ilgili bir kuşku belirtme noktasında değilim. Yeni Şafak’ın Ankara Haber Müdürü Külliye’ye ilişkin böylesine bir kaygıyı eskilerin ifadesiyle ceffel kalem yazmaz.
İşin bir “Nasıl olur böyle bir şey?” tarafı var. Külliye’ye bu adamlar nasıl dolduruldu, kim doldurdu tarafı var? Alırken böyle bir vasıfları yoktu da, sonradan mı bu hale geldiler, tarafı var.
İşin Külliye boyutunu bir kenara bıraksak bile, asıl meselenin, Ak Parti’nin dün aldığı oylarda bir değişim olup olmadığı noktasında toplandığı kanaati 31 Mart’ın en kritik sorusu durumuna geldi.
Meydanlarda bir sorun yok. Ankara, İstanbul… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu ana kadar kürsüye çıktığı bütün meydanlar hem dopdolu, hem coşkulu.
Ama ilginç olan şu ki, kamuoyu araştırmaları meydan coşkusuna paralel bir sonuç ortaya koymuyor.
Koymadığı için de Cumhur İttifakı’nın iki lideri olarak Erdoğan ve Bahçeli, “siz anketlere değil meydanlara bakın” demekte ısrar ediyor. Hatta anketçilerin komplo peşinde olduğu değerlendirmeleri iktidara yakın medyaya yoğun biçimde yansıyor.
Anketçiler böyle bir komplo içine girecek cesareti gösterebilirler mi, iktidar her alandaki çok güçlü duruşu çerçevesinde en azından doğru sonuç verecek bir anketçi bulamaz mı, bilmiyorum.
Ama anketlerle meydanlar arasında bir fark varsa, bu, meydanlara taşınan coşkulu kalabalıkların varlığı gerçeği yanında arka planda bir farklılık oluştuğu sonucunu verir.
Yazının ilk bölümünde paylaştığım Yeni Şafak yazarının sorusu, anket-meydan farklılaşması için ipucu niteliğinde ise ortada gerçekten acayip bir durum var demektir. Külliye’de görülmeyen “iç tehlike”memleket sathına yayıldığında nasıl görülecek?
“İç tehlike” ifadesi tabii “Beka meselesi”nden yola çıkılınca “iç tehlike” oluyor.
Yoksa “Bize ders verecekseniz bile bu seçimde vermeyin” yollu açıklamalara bakılırsa, bir “iç tehlike”den değil, “iç yorulma”dan, “iç sancı”dan, “iç rahatsızlık”tan, “iç tepki”den söz etmek gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Üsküdar mitinginde, parti teşkilatı, milletvekilleri, bürokrasi… Bütün alanlardaki şikayetlere işaret ederek kendisini “Güven odağı” olarak sundu.
Aslında üzerinde düşünülmesi gereken şey, çok daha yaygın bir iklimle ilgili.
Bu iklimin mesela yüzer gezer oylarda nasıl bir izlenim oluşturduğunu okumak gerekiyor.
31 Mart nasıl sonuç verirse versin, sonrasında çok net bir siyaset dil onarımına ihtiyaç var.
Karar / Ahmet Taşgetiren