Bir toplumu ayakta tutan ana sütun hiç kuşkusuz inancı ve ahlakıdır. Toplumun temeli hangi hayat felsefesi üzerine kurulmuşsa idealleri ve beklentileri de o doğrultuda olur. Örneğin Batılı toplumlar vahiyden koparılıp materyalist felsefe üzerine inşa edildiği için daha baştan ahlaki çürümeyi kabullenmiş demektir. Yani batı toplumlarında insanlar daha çok bir dünya cenneti hayal eder ve bu uğurda mücadele verir ve semeresini de görmek ister. Bu mücadele sürecinde alabildiğine özgür davranan batılı kurumlar ve bireyler sınırları zorladığı zaman devletin demokratik sopasıyla ve seküler yasalarıyla hizaya getirilir. Ki bu konuda kurum ve kurallar tıkır tıkır işler.
Müslümanların yaşadığı toplumlarda ise daha çok din ağırlıklı temayüle sahip olan halk kitleleri ne yazık ki iki dünya arasında (İslam ve laiklik) sıkışır ve devamlı gelgitler yaşar. Bir yanda Batılı, laik devlet yapısı diğer yanda İslam’ın insana yüklediği yükümlülükler ve atalarından devraldıkları örf. Yani halk adeta cami ve sistemin kutsalları arasında sıkışıp kalmış durumda. Halkın ne sistemin kutsallarını reddetmeye cesareti ve bilgisi var ne de Allah’ın koyduğu kurallara boyun eğecek sağlam bir itikadı. Çünkü toplum yüz yıl önce özünden koparıldı hak ve batılı, doğru ve yanlışı sadece demokraside arar ve görür oldu. Yani izzeti yanlış yerde aramayı kendine ilke edindi.
Bu bilinç ve çürümeyle seçime çağrılan halk elbette ki her seçimde olduğu gibi yine bu sefer de kendi doğrusunu ve kendi cebini seçme gereği duymuştur. Diğer yandan Demokratik kurallarla seçilen ve seçilmek isteyen insanların İslam/ahlak, adalet anlayışına asla bakılmaz. Bakılan tek şey o kişiyi seçtirmek isteyen parti veya liderdir. Liderin baktığı ana etken ise aday olacak kişinin ne kadar oy alıp alamayacağıdır. Yani önemli olan her halükarda o beldede seçimi kazanabilecek şahsiyete ihtiyaç vardır. Adayınız ister futbolcu olsun, ister şarkıcı olsun, ister artist, isterse dünyanın en ahlaksız adamı olsun fark etmez. Yeter ki oy alabilecek kapasitesi ve kabiliyeti olsun. Bu manada herkesin seçilme hakkı vardır, yeter ki seçime girecek sözüm ona yasal kuralları yerine getirsin. Onun için adayın profili halka sorulmaz. Buna efendiler karar verir, ama hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu da duvarlara yazmaktan geri durmazlar.
İşte geçtiğimiz günlerde bu tarz bir seçim daha yaptılar ve halk sandık başına gitti. Bir yanda sistemin kabullendiği, hak tanıdığı ama hükümetin ve halkın büyük çoğunluğunun istemediği ve PKK’nın uzantısı olan Dem diye bir parti, diğer tarafta diğer partiler. Burada vurgulamak istediğimiz şey şudur; halk kendisine şunu sormuyor ‘yahu kardeşim biz bu PKK yandaşlarını sevmiyoruz ama sistem bunları meşru görmüş, o halde sistemde bir sorun var, bizim asıl sorgulamamız gereken tek zanlı Kemalist sistemin ta kendisidir’ diyemiyor. Halkta bu sorgulamayı yapacak bilinç ve irade maalesef yok. Sistem de halkın bu bilince ulaşmasını zaten istemiyor. Hal böyle olunca tabiri caizse tuz kokmuştur. Sistem kendisini revize edip bu terör belasını aşamıyor. Çünkü devlet aygıtı dediğimiz laik Kemalist sistem yanlış zemin üzerine bina edilmiş ve toplumun ana damarı dediğimiz İslam hukukundan, ahlakından, hilafetinden koparılmış.
Hatırlarsak generalin biri şöyle demişti; “bu İslamcılar PKK’dan daha tehlikeli.” Evet, o adam doğru söylüyordu. Çünkü sistem hilafetin enkazı üzerine kurulmuştu. Bizde diyoruz tam tersine bu toplumu birbiriyle bir bina gibi ayakta tutacak tek harç Allah’ın dini İslam’dan başkası olamaz ve tek kurtuluş yolu tekrar bu topraklarda İslam’ın hüküm sürmesidir. Bu hakikat görülmediği ve görmezden gelindiği müddetçe insanlar asla huzura kavuşamaz. Batı’dan ve batıl olandan ithal edilen seküler hukuk sistemi Müslüman bir halkı nasıl huzura kavuşturabilir ki! Bu eşyanın tabiatına aykırı ama bunu ne halk anlamak istiyor ne de sistem.
Yukarıda değindiğimiz gibi herkesin güya eşit haklara sahip olduğunu söyleyen anayasal laik ve özgürlükçü bir sistem de yaşıyoruz, dolayısıyla PKK’lı bir milletvekili rahatlıkla aday olup seçilme şansına sahip. Fakat toplum bunu henüz yaşamadığı için olacakların farkında bile değil. Hâlbuki seçilme hakkını kullanan ve belediyenin başına geçen bir adam devletin başına da pekala geçebilir bu onun ‘demokratik’ hakkıdır. Madem bu adam kötü, terör yanlısı veya size göre haindi de, ne diye adamı aday olarak kabul ettiniz? Bu kurumların çürümüşlüğünü, demokrasinin tam bir baş belası olduğunu göstermez mi? Gerçekten akıl alır gibi değil. Bu kadar lakayt, bir anlayışla devlet yönetilir mi? Hele de şehri yakıp yıkan, toplumun malına mülküne zarar veren Vandalizm in ardından, geri adım atarak adamın mazbatasını vermek daha bir tutarsızlık ve ahlaki çürümüşlüğün, tükenmişliğin ta kendisidir.
Son olarak geldiğimiz nokta, demokrasi denen putun ebter olduğu ve insanlara huzur getirmediğini ziyadesiyle görmüş durumdayız. Zaten demokrasi ve insan hakları uydurmasının ne olduğunu Gazze olayında tüm dünya gördü. O gün Yahudi itlerini Gazze’ye yerleştirenlerle bugün PKK’yı tetikçi olarak içimize sokanlar zaten aynı. Fakat adamlar yüz yıl önce kurulmasına yardım ettikleri devletten karşılığını almak istiyorlar. ABD ve Batı’lı siyaset ve fikir adamları, sosyologlar bunun için mücadele ediyor. O halde tez elden bu laik devlet yapısından kurtulmalıyız ve hakimiyeti kayıtsız şartsız insanlara değil Allah’a vererek kendi fıtri hukukumuza geri dönmeliyiz. Ancak o zaman tüm bağlardan kurtulur özgürleşir tek Allah’a bağlanmış oluruz. Mutlak doğru Allah’a aittir.
Venhar