Bizler şarklı milletiz. “Şark Meselesi”, garp küffarının Müslüman milletine karşı tasarlayıp sonsuza dek sürdürmeye kendini programladığı niyet ve amacıdır.. Osmanlı devletinin Cumhuriyet Türkiyesine çevrilmesi de, bunları fırsat bilip hedeflerine ulaşamadıkları amaçlarının henüz sona erdirilememiş birinci safhası…
ABD”nin NATO’dan müttefiki Türkiyemizi, dünya kütüğünden kaydını terkin amacıyla sınırlarımıza ve hatta içimize sevk ettiği silahlı lejyoner kuvvetleriyle bitirip yok ettiği gün, bu amacın birinci evresi tamamlanmış olacak…
Gerisi kolay. Osmanlı Devletinin yok edilmesiyle imamesinden boşalan Müslümanların ferdi planda darmadağınık hale düşmeleri gibi, Türkiye’nin de siyasi ve fiziki varlığına son verildiğinde, halkları bölük pörçük Müslüman toplumlar da, eşyanın tabiatı gereği, pek fazla zorlanmadan, kendiliğinden bitip tükenecekler…
•
Merhamet, cemiyet hayatının kan kimyasında yer alan Allah vergisi unsurlarından birisidir…
Lakin her tarafın kan gölüne çevrildiği şu zamanda bizim toplum, bu bağlamda biraz yorgun ve bitkin görünüyor. Şarkın Allah vergisi bu unsur bakımından dünya lideri pozisyonundaki ülkemizin insanı, ne hikmetse, bu katliamları hayatın normalleriymiş gibi algılamaktan açıkça utanıp sıkılmıyor da…
Müslüman toplumun, daha doğrusu bizim şarklı insanımızın, doğal afetlerde can ve mal kaybına uğrayanlara karşı merhamet duygusunda kesif bir çözülme görülmemesine karşın, giderek kesafete yönelen bu çözülmeyi, ferdi planda lükse düşkünlük, eşyaya bağımlılık bir yana, mutfağında meydana gelen sıkıntılarını, Suriyeli göçmenlere bağlayanlar, maalesef, günden güne artıyor…
Helal olsun, yine de canlarını verip aramızdan ayrılanların şehitliğine dualarını esirgememekle beraber, geride kalanlarına sabır ve selamet dilemekten pek ötelere uzanmayı da, ne acıdır ki, düşünemiyorlar…
Hiç değilse, şunları olsun, duymayabilseydik!
“Kökten yerli ve milli olunacağına, keşke Suriyeli göçmen olunabilinseymiş” gibi…
•
Biz şarklılar asker millet idik. Başlarımız, hep kendi devirlerinin rütbeli askerlerindendi. Duraklama ve gerileme dönemine kadar sultanlar cepheden cepheye elde kılıç at koşturdular. Fatih, hem de dünya çapında iki farkı dinin imparatorluğunu eline almış bir kumandan idi…
Bizans’ı geçin bir kalem, ammaaa, Osmanlı müminlerindeki merhamet duygusu, yine, Peygamberi kuralların ışığında, cengâver kumandan Hz. Ali öğretisiydi…
Ne hazindir ki, bu değerlerimizi unutuyoruz…
Sanki bunlardan kurtulma sürecine girilmiş gibi bir görüntü veriyoruz…
•
En açık ve net görüntüsüyle İstanbul’da camilerle, kiliseler ve Müslümanlarla Hıristiyanlar ve gayrimüslimler iç içe ve kardeş kardeşe asırlarca yaşamış ve son yıllara kadar da sulh içinde ve birlik halinde yaşayarak bu günlere erişmişler. Ne oldu, olduruldu da, bu duygu kurumaya meyletti?
Bu kuruma hareketi bir hastalık olarak eğer yönünü göçmenlerden çevirip de İmtiyazlı Kartal İmam Hatip’liler gibi, şu zamanda eğitimde yerli ve milli ocakların süper ayrıcalıklı talebelerine yönelirse!…
Akit / Atilla Özdür