Yazımın birinci bölümünde globalizm’in, yeni dünyayı kuran ABD endeksli çok uluslu şirketlerin sahipleri ve kendi ülkelerinde taşeronluk yapan işbirlikçilerin oluşturduğu bir ‘din’ anlayışı, yeni dünya imparatorluğunun hayat şekli olduğunu vurgulamıştım. Bu yazımda ise daha çok ‘ahlak’ kısmına yoğunlaşmak istiyorum. Tabii, ahlak kavramının İslam’a ait olduğu bilinciyle yaklaşmamız gerekiyor. Ahlak kavramı insana yaradılışında yüklenilen iyi şeyleri ifade eder. Globalizim, fıtren yüklenen bu ahlakı, bozma ameliyesine girdi. Yerine ise yapay bir ahlak anlayışı kurarak, insanlığı yaradılışın bu olduğu safsatasına inandırıyor. Yazı içerisinde kast edilen ‘küresel ahlak’, globalizmin oluşturduğu bu ‘yapay’ ahlakı ifade ediyor.
Bu dinin temel iddiası: dünya insanını, sınırsız tüketen bir nesneye dönüştürüp, sermaye sahiplerinin iktidarını, yerkürenin her bir zerresinde var kılmaktır. Aslında bu bir hâkimiyet iddiası olup yaratıcıya başkaldırıdan başka bir şey değildir. Bu bize, nasıl bir ahlak yapısına sahip olduklarını baştan gösteriyor. Yerkürenin asıl sahibi olan yaratıcıya, hiçbir rağbeti kalmamış şeytanın ‘kibrinden’ başka bir şey değildir. Sahip olamayacağı güce tamah eden şeytanlaşmış insanın hadsiz ütopyasıdır. Haddini bilen Adem (as)’ın af yolunu değil de arsız, inatçı, nefsini ilah edinen lanetli şeytanın yolu.
Bu müstekbirler, iddialarını gerçekleştirebilmek için insanın zayıf karnı, kötülükleri emreden ‘nefsi’ kullanmaktadırlar. Nefis, eğer sağlam bir kulpa bağlı olmazsa arzularının peşinde koşturan, parlamış bir at misali, kontrolden çıkar. Kamçılandıkça, kışkırtıldıkça coşar. Bu tam da globalizmin istediğidir. Nefsin fıtraten bağlı olduğu Allah’la olan bağını koparmak gerektiğini çok iyi bilirler. Çünkü bu bağ, kurmak istedikleri ‘hazcılık’ ahlakının önünde bir engeldir. Bu bağ kalkmadıkça nefsi esir altına almaları mümkün olmayacaktır.
Kısaca yeri gelmişken, ‘dünya dinler parlamentosu konseyinin’ dinler arası diyalog ve yapay bir küresel ahlak oluşturma çalışmalarını da unutmamak gerekir. Bu meclis, dünya dinlerini, ‘insanın mutluluğu’ ortak paydasında birleştirmek istedi. Dinler, kendilerini bu hedef için dönüştürecek, aslî iddialarından vazgeçeceklerdi. Tabii globalizmin oyuncağı olan muharref dinler, etki dışına alındığı için hedef tahtasına İslam oturtulmuştu. Diyalog çalışmaları, Türkiye aracılığıyla halkı Müslüman olan tüm ülkelere masum görünüşlü çalışmalarla pazarlanmaya çalışıldı. Gerek kanaat önderleri gerekse devlet başkanları bu çalışmalara dahil oldular. Kimi, halkı Müslüman olan Mısır’a laikliği tavsiye ederken, kimi de Abant toplantılarında demokrasiyle İslam’ı uzlaştırma gayretine girdiler. Bilinçli bir yöntem tercihi olan, tabiri caizse ‘at izinin it izine’ karıştırılması yani hak ile batılı karıştırma bir diğer ifadeyle kaos yaratıp yeni bir düzen çıkarma yöntemi, globalizmin hamileri tarafından bilinçli ve ustaca kullanılarak dünyaya ‘yapay küresel bir ahlak’ enjekte edilmek istendi/istenmektedir. Eski Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez’in de ifadesiyle, Dünya dinler meclisinde Global Ahlak Vakfı başkanı Dr. Hans Küng’ün de dahil olduğu konsey, sahte ahlak değerleri üretmeye çalıştı. Bunu cinsellik ve ticaret üzerinden yaptılar diyor.
Evet, bu yapay ahlakın oluşmaya başladığı ilk basamak, nefsi yaratıcısından koparmaktır. Birinci bölümde de vurguladığım gibi yeni bir akide oluşturmakla başlıyor bu iş. Varlığın sebebini yok saymak veya belirsizleştirmek. Sonrasında ise tek anlamlı olan düşüncenin ‘anı’ yaşamak olduğunu empoze etmek.
Utilitarist bir ahlak anlayışı üreten globalizim, insanlığı, öz değerlerinden soyutlamış, tek ahlaka sahip, hazcı, tüketim delisi, aynılaşmış bir insan modeline dönüştürüyor. Bir eylemin doğruluk ölçüsünü, etkilediği kişilere getirdiği mutlulukta, arayan bu ideoloji, mutluluğun ancak mala, mülke sahip olup bunları tüketmekten ibaret olduğunu söylüyor. İnsanlığın, dünya seviciliğini en üstün değer olarak görmesini sağlayan, hâkimiyetine engel teşkil eden tüm harici değerleri tu kaka gösteren bir ideoloji ve yapay bir ahlak sistemi dayatıyor.
İlk önce ahlak sisteminin nasıl işlediğine kısaca bir bakalım. Ahlak dediğimiz mefhum, tek boyutlu bir sistem olmayıp, iman ve amel (düşünce ve eylem) ilişkisinin uyumu sonucu ortaya çıkan, melekelerin davranışa dönüşümüdür. Gazali’nin de tarif ettiği gibi ahlak, insan nefsinde yerleşen öyle bir melekedir ki, onun sayesinde kulun tutum ve davranışları, fikrî zorlanma olmaksızın, kolaylıkla ortaya çıkıverir.
İşte globalizm, Allah’ın insana Adem (as)’la yüklediği bu fıtrî sistemi bozuyor. Yerine başka bir ahlak sistemi doğuran yeni bir akide ve amel bütünlüğü yerleştiriyor. Bunun sonucunda oluşan melekeler de insanda hiçbir fikri zorlama olmadan yeni ahlak sisteminin davranışlarını, çoğu zaman da bilinçsiz olarak sergiletiyor.
Demek oluyor ki, bir ahlak sistemi bir bütün halinde çalıştığı zaman doğru davranışa dönüşüyor. Din -bizim nezdimizde İslam- için de bu söz konusudur. Takvalı bir şahsiyetin oluşması ancak gerekli unsurların bir bütün halinde yaşatılmasıyla ortaya çıkar. Birinde sorun yaşanırsa, salgın bir virüs misali, diğer unsurlara sirayet ederek bütünü yozlaştırır. Örneğin harama bakmakla başlayan sürecin zinada sonuçlanması gibi veya akidevi bir sorunun zamanla amele yansıması gibi. Birbirini etkileyen, tetikleyen dinamik bir döngüdür bu.
Din, globalizmin aksine nefsi, dengede tutan ve dizginleyen ahlak kurallarını barındırır. Akidevi bağlamda Allah’a bağlılık, O’nun her şeyi bilir ve görür olması ve bunun doğurduğu ameli ve ahlaki sorumluluk. Örneğin; israf etmeyin, zinaya yaklaşmayın, ihtiyacınız dışındakini Allah yolunda harcayın, aşırıya gitmeyin, cemaat olun, dayanışma içinde olun, din kardeşinizi koruyun, sılay-ı rahim yapın ila ahir… gibi ahlak kuralları, nefsi arındıran, şımarmasını engelleyen, aşırılığı önleyen kuralları ihtiva eder ve tabii bunlar doğal itibari ile globalizmin haz almadığı kurallardır. Bahsettiğim dinamik döngü gereği, bu kuralların otomatikman işlemesiyle nefis, yaratanıyla bağlanır. Yaratanıyla yaratılan arasındaki ilişki ait olduğu yere konur.
İşte globalizm ve bu dini besleyen tüm modern akımlar, aydınlanma felsefesini oluşturan özgürlükçü ideolojilerin tümü; demokrasi, laiklik, liberalizm, hümanizm, kapitalizm ve diğerlerinin ortak ve temel hedefi insanı yaratanından koparmaktır ve dünya seviciliği üzerinden güce tapan kesimlerin dünya iktidarını sağlamaktır. İslami tabirle bu, yeryüzünde ilahlığa soyunmanın adıdır.
Bu ideolojiler, insanın yaratıcısıyla olan bağını kopardıktan sonra ahlakı bozma ameliyesine girdiler! Çünkü bu ahlak bağı, tüketim üzerine kurulacak olan ahlak sisteminin önünde büyük bir engeldir.
Özgürlükçü bu akımların belirgin özelliklerinden biri ‘bireycilik’ (individüalizm) ahlakını dayatmalarıdır. Modern eğitim, çocukları ana okulundan itibaren bireyci bir ahlakla terbiye eder. ‘Ben’in her şeyden önemli olduğunu öğrenirler. Benim düşüncem, benim duygularım, benim arzularım… Öğrensinler ki, yaratıcının, nefse ve toplumsal hayata müdahalesine muhalif olan modern, batı tandanslı demokrasi kuramının vazgeçilmezi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin temel unsurları olan fikir hürriyeti, mülk hürriyeti, şahsi hürriyet ve vicdan hürriyeti gibi mefhumlar, kişilerin zihinlerinde ve melekeler dünyasında yer edinsin. Çünkü ileride topluma şekil verecek olan bu zihniyetli çocuklardır.
Okullarında yetişen bu yeni kuşaklar, dini ve milli değerlerden uzak yeni dünyanın değerleriyle yetiştirilirken, dine karşı bir mesafe oluşturuluyor. Sorgulama, eleştirme kültürü hâkim kılınıyor. Yalnız bu sorgulama, ilâhi olan için yapılırken bilim, teknoloji ve modern akımlar sevdiriliyor. Kısaca özgürlükleri sınırlayan, globalizm bağlamında tüketimi sınırlayan her şey tu kaka gösteriliyor.
Nedir bu bireycilik ve nasıl bir ahlak oluşturuyor? Kısaca bakalım.
Bireycilik, özet olarak şöyle tarif ediliyor:
“Bütün değerlerin, hak ve ödevlerin kaynağı olarak ‘bireyi’ kabul eden ‘ahlak’ görüşü. Toplumun, bireylere ve kümelere geniş bir özgürlük tanıdığında ‘gelişeceğine ve mutluluğa’ kavuşacağına inanan toplumbilim görüşü”
“Yalnızca tek olanın, ‘bireyin bağımsız gerçekliği’ olduğunu, gerçekte yalnız bireylerin bulunduğunu, ‘tümel terimlerin’ gerçeklikte hiçbir karşılığı olmadığını savunan öğreti.”
Görüldüğü gibi, bireycilikte, bireyin bağımsız gerçekliği ve mutluluğu belirleyici unsurlardır. Bu ahlak öğretisi, bireyi dolayısıyla hevayı merkeze alır. Dinî, millî veya cemiyet odaklı değerlerden uzaktır. Tabii böyle olunca tüketime elverişli bir şahsiyetin üretilmesi de kolay olmaktadır.
Bireysel ahlak anlayışı, insanın mutluluğunu öncelediği için insan, bunu sağlayacak her işi yapma hevesine kapıldı. Tek amacı bu mutluluğu sağlayacak hayaller ve ameller üretmek şeklinde kendini kuran bu yapay ahlak, akidevi (teorik, felsefi) bir meşruiyet zemini bularak da, hazza bağlılığa bir zemin oluşturdu. Bu bağımlılık psikolojisi aynen bir uyuşturucu bağımlısındaki bağlılık kadar etkilidir. Öyle yoğun bir dürtüdür ki bu, insanı diğer işlerden soğutur ve o yoğun arzuyu tatmak için tüm gücünü, emeğini harcar. Dolayısıyla bu dürtü, işleyeceği haramları helalleştiren, meşrulaştıran teorik, bir zeminde geliştirir. Böylece insanın mutluluğu, tapınılacak ölçüde, haz üzerine kurulmuş olur. Arzularına, duygularına esir olan veya edilen bu insan için bir gerçek algısı da böylece oluşmuş olur. İnsan fıtri bir zorunluluk olarak düşüncelerini ve fiillerini bir hakka veya doğru zannettiği bir anlayışa dayandırmak ister. Duygulara esir olmuşluğu, hak olarak sunmak ve/veya kabul etmek, üretilen modern globalist hayatın toplumsal gerçekliğiyle uyum sağladığı için de kabulü kolay oluyor. Zaten zayıf yaratılan nefsin istediği de budur. Nefsin kötülüğü emretmesi (Yusuf suresi 53) ve üretilen gerçekliğin de buna uyması, bu yapay küresel ahlakın bu kadar yaygın oluşunu da açıklıyor. Buradan hareketle şunu çok açık söyleyebiliriz ki, küresel hegemonya, iktidarını, insanın zayıf karnı üzerine kurmuştur. Bütün gücünü buradan almaktadır. Şeytanın, Ademi, kandırdığı yer de tam bu noktadır. Yoksa hiç güçlü değildir. Şişirilmiş bir balondan ibarettir o kadar! Asıl güç Allah’tır. Yeter ki, insanlık bunun farkına varabilsin. İnsanlık ne zaman Allah’la olan bağını en sağlam olan İslam akidesine oturtur ve nefsini bu akidenin kurallarıyla terbiye ederse, o şişirilmiş balon çok çabuk sönecek, sahte görünümlü ihtişamını, kaybederek, buruşmuş bir halde pisliğin ait olduğu çöplüğe atılacaktır.
Tüketime odaklı bir insan modeli, ahlak sistemi kurmak isteyen globalizm, bireysel bir toplum anlayışına ihtiyaç duyar. Çünkü bireysellik dayanışmayı, diğergamlılığı, cemaat olmayı, ümmet olmayı yıkar. İnsanı, iktidarı elinde bulunduranlara ram eder. İnsanı kendine yeterli olacağına inandırır. Bu inanç, müstağni bir insan oluştururken yalnızlaştırır da ve kurtların sofrasında yenmeye hazır bir lokma oluverirsin. Bununla birlikte bireycilik, insanın zihnen ve bedenen özgür, hiçbir ilahi kutsala bağlı olmadığı, dolayısıyla da ölüm sonrası hesaba çekilmeyeceğine de inandırır. Yani kısacası globalizm, insana şirin görünüp dünyevi ve uhrevi tutunacağı tüm dalları kırdıktan sonra, ipleri tek eline alan ve dilediği gibi kuklayı oynatan münafık ahlaklı modern diktatoryanın adıdır.
Evet, bugün kulluk için yaratılmış ve kulluk tabiatıyla donatılmış insan, insan fıtratına uymayan, yabancısı olduğu bu bireysellikle, Allah’a olan bağlarından koptuktan sonra, kendine kul köle yapan bu lanet ideoloji, ilahi olan tüm bağların çözülmesi için belki de en etkili olan iki konuyu gündemleştirdi. Cinsellik ve Ekonomi. Bunları destekleyen görsellik (gösteriş) ahlakıyla da diğer nefisleri galeyana getirerek yayılmayı başardı.
Tüketimi, ulaşılması gereken bir hedef olarak gören globalizimin, ticaret üzerine yoğunlaşması doğaldır. Çok satabilmek için ihtiyaç ötesi bir psikoloji oluşturması gerekiyordu. İnsanlar bu büyünün etkisi altında mutluluğu, hazzı ve tabii rekabeti, çok kazanmayı, çok tüketmeyi, gösteriş yapmayı hayatın kendisi bilecekti. Bu nedenle “Günümüzde tüketim, yaşamın sürdürülebilmesi için gerekli olan temel ihtiyaçların karşılanmasının çok ötesine geçmiştir. Modern ve özellikle de post-modernleşen tüketim toplumlarında tüketim olgusunun duygusal ve / veya hissi boyutunun öne çıkmış olması sebebiyle bu eylem aynı zamanda insan için haz ve zevk almak, psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak için bir tatmin aracına dönüşmüş ve yaşadığı sosyal yapıda kendisinin konumlandırılması, hayat tarzının belirlenmesi ve bireyler ile kültürler arasındaki etkileşiminin sağlanması adına gerçekleştirilen bir eylem haline gelmiştir (Torlak vd., 2007: 76). Tüketimin bu yönü düşünüldüğünde günümüzde ihtiyaçların, yapay ve gerçek ihtiyaçlar olmak üzere sınıflandırılabileceği ve yapay ihtiyaçların aslında toplum ve işletmeler tarafından yaratıldığı ifade edilmektedir .” (Odabaşı, 2006) http://unec.edu.az/application/uploads/2017/12/suleymanl-adnan237.pdf
“Genelde, eğlence, zevk, fantezi ve düş yaratmayı sağlayabilen mal, hizmet ve markaların hedonik (hazcı) tatmin yaratmakta olduğu söylenebilmektedir. Birincil tüketim gerekçesi var sayarak ürünün kendisine sağlayacağı mutluluğa ve ürün aracılığıyla sosyal çevre içerisinde edineceği prestij ve ürüne sahip olma duygusuna karşı hassasiyet göstermektedir” (https://studylibtr.com/doc/959845/hedonik-t%C3%BCketim Roy ve Ng, 2008)
Örneğin, ‘eski’ kavramına yeni bir anlam yüklediler. Önceleri eski, kullanım süresini, işlevselliğini yitirmesiyle tamamlayan eşya için kullanılırken, bugün yeni bir versiyonunun çıkmasıyla tamamlıyor. Bir senelik bir ürün, sapasağlam, ihtiyacı karşılayacak tüm özellikleri barındırmasına rağmen, insanda oluşturulan psikoloji, onun eski olduğunu kabul ettiriyor.
Bugün globalist insanın ilgi alanlarını, “Plastik cerrahi, sosyal iletişim ağları, bunalım ve terapi, kimlik ve imaj, realite programları cinsellik ve ahlâk ilişkisi bağlamında fuhuş, pornografi, şiddet, kürtaj, kiralık annelik ve tüp bebek sahibi olmak, ayrıca canlıları kopyalamak (klonlamak), ötenazi”, transhümanizm (sözde insanın iyiliği adına makinaların insanla fiziksel ve zihinsel birleştirilmesi ve bütünleşmesi) gibi konular oluşturuyor.
Yazımın ikinci bölümünü burada sonlandırmak istiyorum. Üçüncü ve son bölümünde ise yukarıda yazdıklarım bağlamında bu yapay, türedi ahlak sisteminin, modern insanı, ne denli yozlaştırdığını ve bu yozlaşmanın hayattaki tezahürüne dair örnekler vermek istiyorum.
Kendi istek ve tutkularını (nefsü hevâsını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı Sen mi vekil olacaksın? (Bırak, herkes hak ettiğine erişecektir.) Furkan 43
Küresel vatandaş dedikleri şey bu galiba.
Doksanlı yıllarda meşhur tartışmalardan biride din elden gidiyor muhabbeti idi. Rahşan Ecevit din elden gidiyor demiştide o zamanki Müslümanlar gülmüştü.
Evet Rahşan Ecevit belki siyasal çıkarı için farklı manada söylemişti ama bugün dinin elden gittiğine elimizden alındığına şahit oluyoruz.
Çok acı, yazdıklarını okuyunca demeden edemiyor insan:
Fe eyne tezhebuun. Bu gidiş nereye ey insan
Allah razı olsun Ahmet Altınok
selamlar
Allah razı olsun Ahmet kardeşim. Her yerinde emek var bu yazının. Allah ecrini versin. Umarım daha çok insana ulaşması mümkün olur. O. Sezer