Depremde Ne Oldu?
Arzullahi’l-vâsianın (Allah’ın geniş arzı) yaklaşık bir buçuk dakika süren sallanmasını bilim adamlarının halı silkelemeye benzetmeleri, yaşanan olayın dehşetini anlatmaya yetmektedir. Deprem dağları, tepeleri, ovaları, ırmakları, sahilleri, tarlaları, otoyolları, köprüleri, ağaçları, hasılı arzda var olan her şeyi halı çırpar gibi çırptı. Halı gibi silkelenen yerleşimlerde insanlar da yer alıyordu. Şehirlerimiz dümdüz oldu. Ölüm salındı cadde ve sokaklara, ölüm yağdı yeryüzüne.
Deprem ateş düşürdü yüreklerimize. Ateş sadece düştüğü yeri yakmadı, tüm ülkeyi yaktı. Bu belki biraz da, her şehrin her şehirle akraba olmasındandı. Eşler, dostlar, hısım ve akrabalar çok üzüldü, üzüldük. Her şeye rağmen hayat bitmedi. Çocukları fark ettik, günahsız sabîler gülüyorlardı. Yüzlerindeki gülümsemeyi gördük, umudu ve cesareti fark ettik. Çocuk varsa hayat da vardır dedik de, güven geldi yavrucaklarımızdan bize. Sonra “inna lillah ve inna ileyhi raciuun” dedik: Allah’a ait olduğumuzu ve yine O’na döneceğimizi hatırladık. İmanımız tazelendi. Allah’tan umut kesemeyeceğimizi hatırladık ve kesmedik. İşte hayattayız, devam etmekte olan hayatta.
Halı silkeleyen titreşim dalgaları zengin-fakir, kentli-köylü, dinli-dinsiz diye ayırmadı. İlahi ferman her cana ve her mekâna tatbik edildi. Ortadan ikile bölünen dut ağacı her şeyi anlatmaktadır. Bir büyük yıkım, bir büyük acı ve bir büyük musibet yaşadık ülke olarak. Bir an ölüm sessizliğine büründü beldelerimiz. Karanlıklar içinde kaldık. Feryat figanlar arşı a’lâya ulaştı. Yüreklerimizi burktu zelzele, bir o kadar da ısıttı.
Aceleci yanımız ağır bastı, tedbirsiz hareket edenlerimiz oldu, ikinci depreme yakalandık böylece. Hasılı, bu depremin tarihin en büyük olaylarından biri olduğunda tüm kesimler karar kıldı. İlk günlerde bazı muhabirlerin “Cumhuriyet tarihinin en büyük depremi” demeleri dikkat çekti.
İnsan yüzünü iki sayfalık bir kitaba benzetebiliriz. Depremi bütün dehşetiyle yaşamış insanların yüzleri sanırım dünyanın en gerçekçi kitabı gibiydi. Depremin bütün tesiri yüzlerde en açık şekilde okunuyordu. Hiçbir tasannu yoktu bakışlarda. Tamamen doğal/insanî olarak yaşanan hüznü özetliyordu gözler. İnsanlarımızı belki de hiç bu kadar içli ama bir o kadar da vakur görmemiştik. Gerçekten Allah’a imanın verdiği bir vakardı o. Teyzelerimizin, bacılarımızın, amcalarımızın, gençlerimizin ve çocuklarımızın, Allah’a teslimiyetlerini ifade eden cümleler ne güzel yakışıyordu ağızlarına.
İnsanların vakarlı duruşları, bakışları, yüzlerindeki tarifi zor deprem izi, mahşer meydanını hatırlattı bizlere; bütün yüzlerin yere bakacağı, seslerin kısıldığı, fısıltıdan başka bir sözün işitilmeyeceği o büyük günü. Bu yüzlerde isyan yoktu, büyük bir olgunlukla, Allah’tan gelmiş bir musibeti kabullenmek vardı. Hasılı deprem insanlarımızın evlerini başlarına yıkmıştı ama dirençlerini yıkamamıştı.
Depremde göz yaşları sel olup aktı. Depremden sağ çıkanlar bir ayrı ağladı, onları izleyenler bir ayrı ağladı. Ağlamak sadece üzüntüden değil, biraz da Allah adına çıkarılmış derslerdendi. Dünyanın ebedî bir yaşam diyarı olmadığını deprem anlattı hepimize. Dünyada hiçbir şey kalıcı (muhalled) değilmiş meğer; helak olmaktan nasibini almayacak olan sadece Allah’ın veçhiymiş.
Eyvallah hocam kaleminiz dert görmesin. Elbette bu topluma dair, kendimize dair umutları var kılacağız. Allah’tan umut kesmeyeceğiz. İnsanlar acının olduğu ilk anda çok iyi kenetlenebiliyorlar ama karaya çıkınca fırtınaları da çok çabuk unutabiliyorlar. Allah, insanların iman ederek bir felaketle karşı karşıya gelmeseler de sürekli ayık olmalarını istemektedir. Bu ayık olma hali hem seküler siyasete ve onların efendilerine karşı hem de tabiatla barışık bir halde nasıl yaşanabileceğine dair bir öğretiyi beraberinde getirir. İnsanın aciz ve sınırlı bir varlık olduğunu ona her an hatırlatır. Allah ilminizi artırsın ve ilminizden de bizleri faydalandırmayı nasip etsin.