“Gardırop Atatürkçülüğü” diye ironik bir hikâye yoktur. Atatürkçülüğün bizzat kendisi gardırop ideolojisidir. Ancak son derece acı veren, can alan ve kan döken, gözyaşları döktürmüş bir ideolojidir. Batılılaşmak ve Batıcılaşmak iç içe geçmiş, laiklik ve çağdaşlaşma siyaseti bizzat İslami değerleri kamusal hayattan söküp atmak hedefiyle icra edilmiştir. Kemalist kadrolar için halkın temel hak ve özgürlükleri, refahı ve güvenliği değil esas olan Batılı hayat tarzına uygun “makbul vatandaş” standartlarına uyum sağlamasıydı. Makbul vatandaş standardına gönüllü uyum sağlamayanlar için elbette devletin derhal uygulamaya soktuğu zecri tedbirler vardı.
Bin yıldan fazla bir zaman kullandığımız ve Müslüman toplumlarla en önemli iletişim aracımız da olan Arap alfabesinin yanına Latin alfabesi koyulmadı. Aksine Arapça okumak, yazmak, eser bulundurmak yasaklandı. Yüz binlerce eser imha edildi. Yasağa uymayanlar şiddetle cezalandırıldı. Halkın kılık kıyafetinin yanına modern kıyafet tercihi sunulmadı. Geleneksel kıyafet yasaklandı, fötr şapka herkese mecbur kılındı.
Okul okumak ve çalışmak için kadınların başını açmaya icbar edildi. Sadece balolara katılım değil prosedüre uygun kıyafet giymek ve vals gibi danslar için eşleri değiştirerek katılım da zaruret sayıldı. Ulu Önder’in tertiplediği balolarda “Size dans etmeyi emrediyorum!” sözü gülünüp geçilecek bir espri değildi katiyetle.
Şapka Giydik, Bize Ne Musul’dan
Bir örnek olması bakımından Cumhuriyet’in ilk Adalet Bakanı ve Mustafa Kemal’in sadık bendesi olarak şöhret kazanmış Mahmut Esat Bozkurt’un “Atatürk İhtilali” kitabında bu şekil-şemal tapıcılığını şöyle tasvir etmektedir: “Şapka giymek bütün ilerlemelerin başında gelir, bunda hiç şüphe edilmemelidir. (Şapka giymekle) büyük yürüyüş yolları açıldı.” Bugün bizlere komik gelen bu saplantıya dönüşmüş hastalıklı ruh ve davranış modeli İskilipli Atıf Hoca başta olmak üzere yüzlerce insanın hayatına mal olan faşist bir iktidar ideolojisinin ürünüydü elbette.
Savaşlar ve göçlerden harap bitap olmuş, en basit hastalıklarla mücadele etmeyi dahi beceremeyen, yokluk ve yoksulluğun kasıp kavurduğu bir topluma şapka ile, dans ile, anıt heykel ile, Latin alfabesi ile ne kazandırılmış oldu? İşte resmi anlatılarda bir Asr-ı Saadet gibi, mutlak kurucu ve kurtarıcı model gibi tasvir edilen Kemalizm fert ve toplumun şahsiyetini ezen, iradesini hiçe sayan, böylesi uyduruk ve faşist bir Batılılaşma modelinin, toplumu İslamsızlaştırma despotizminin adıdır.
Kemalist modernleşmenin en önemli sembollerinden birisi olan ‘şapka’yla neleri nasıl kıyasladıklarına şöyle bir bakalım. Adına hâlâ İstanbul Barosu tarafından hukuk ödülleri de verilen Mahmut Esat Bozkurt anlatıyor:
“Atatürk bir gün, lütfen bu (şapka) husustaki fikrimi sormuşlardı. O sırada Musul işi, aleyhimize sonuçlandığı için, rahmetli bir hayli sıkıntılı idi. Şu cevabı vermek cesaretinde bulundum: Şapka giymek bu millet hesabına bir Musul’un fethinden üstündür. Atatürk hafifçe gülümsediler ve başlarını birkaç defa eğerek beni taltif ettiler.” (Atatürk İhtilali, s. 155)
Gururla, övünerek yaptıkları şu rezil ve zelil kıyasa bakar mısınız? 1924’te Meclis’in yayınladığı Misak-ı Milli haritasında yer alan 77 vilayetten birisi de Musul’dur. 18 kaza, 25 nahiye ve 3 bin köyle beraber Kerkük ve Süleymaniye’de Musul’a bağlıdır. Toplamda Musul’un yüzölçümü 90.370 km2’dir yani bugünkü Irak topraklarının 1/3’i kadar. Daha net anlaşıldın diye şöyle söyleyelim; sahip olduğu genişlik itibariyle Musul 9 Ankara veya 16 İstanbul demektir.
% 90’ı Müslüman olan 400 bin nüfuslu bir vilayetimiz sudan sebeplerle İngilizlere terk edilmişken şapka, smokin, dans, heykel ve vatan üzerine atılan tiratlarla mesut bahtiyar olamaya çalışan, gururla poz veren iktidar sahipleri duruyor karşımızda. Vatanın bir çakıl parçası üzerine edebiyatlar parçalayıp iş icraata gelince şapka ve alfabe üzerinden devrimcilik, frak ve vals üzerinden anti-emperyalizm müsamereleri oynuyorlar.
Dersim’den Çıkarılamayan Dersler
Dersim bölgesinde idari ve güvenlik açısından problem olduğu, vergi toplamak ve askere alma gibi sıkıntılar yaşandığı meçhul değil. Ancak Dersim Harekâtı bu sebeple değil bu sebepleri bahane ederek Şark Islahat Planı çerçevesinde yapılmıştır. Şark Islahat Planı’nın özünü ve hedefini İkinci Adam’dan, İsmet İnönü’den dinleyelim: “Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları mutlaka Türk yapmaktır. Türklüğe ve Türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.”
Dönemin ruhunu bire bir yansıtan ifadelere bir daha bakalım: Türk yapmak, Türklüğe ve Türkçülüğe muhalefet edenleri kesip atmak, vatana hizmet için ilk aranacak vasıf olarak Türk ve Türkçülük kriterine uymak. Ne güzel Cumhuriyet, ne tatlı demokrasi, ne müthiş halkçılık değil mi? Benim diyen demokratik cumhuriyetlere parmak ısırtır Billahi! Türkçülük meselesinde dönemin Başbakanı İnönü’yle yarışan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt şöyle diyordu İzmir Ödemiş’teki bir nutkunda: “Bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır.”
Dersim’i büyük bir yıkıma uğratıp, kan ve gözyaşına boğup Tunç-eli/Tunceli yapan irade işte bu Kemalist ideoloji ve kadrolardır. Yıllar boyunca Dersimli gençleri Kemalizme payanda, sol-sosyalist örgütlere militan yazıp bozuk para gibi harcayanlar bugün Tunceli ismini, Tunceli’nin sembolize ettiği Ata/Türkçülük misyonunu nasıl da tazim edip kutsuyorlar. Halkın sadece iradesini değil tarihte yaşadığı acı tecrübeleri de alay konusu yapıyorlar. Değil ucundan kenarından bir özeleştiri hiçbir pişmanlık emaresi dahi göstermiyorlar. Mustafa Kemal’in Trabzon’daki Kabayanidis Köşkü’nde ikamet ederken önüne serdiği büyükçe bir harita üzerinde saldırı mıntıka ve yollarını belirleyerek Dersim Harekâtı’nı telgraf talimatlarıyla nasıl yönettiğini anlatmak dönemin ruhuna pek uymuyor şimdilerde.
Celladına âşık olma ve aşık etme modası hiç geçmiyor. Dersim’i Tunceli’ye döndürenlerin isimleri anılmadığı gibi 27 Mayıs’ta Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı idam sehpasına çıkaran ideoloji ve kadroların da isimleri anılamıyor. Birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok muhtacız ya karıştırmayalım eski defterleri, kaşımayalım derin yaraları…
Akit / Kenan Alpay
Ulus devlet rejimlerinin temel özelliklerinden biri de unutkan bir toplum inşa etmektir.Bu inşa süreci Fransız ihtilali ile başlayıp günümüze dek eğitim programları ile süregelmektedir. Devlet, kendisi için yetiştireceği makbul yurttaşın “bilinç ve duygularını, davranışlarını kontrol altında tutarak eğitir. İnsan doğasına ilişkin en iyi yönetim biçimi olarak adlandırılan Cumhuriyet rejimi, ahlak sınıf ve din çatışmaları konusunda unutkan bir siyasal toplum yaratacak fikirler, duygular ve temsiller ortaklığı yaratmalıdır.” (F. Üstel)
Eğitim müfredatlarında siyasal eleştiri ve itiraz bilinci olmadığından, yetişen çocuklar dünü bilmemek ve bugünü anlamamak üzere yetiştirilmektedir. Bunun sonucu ise karşımıza kamufle bir söz olan “dün dündür, bugün bugündür” olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dersim Tunceli olayını birde bu zaviyeden değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.