Hikayeye göre köylünün oğlu okumak için şehre gitmiş. Yıllarca okul okumuş ve aldığı tahsil ile iyi bir meslek edinmiş. Ve bir gün babasını ziyaret etmek için köyüne dönmüş. Babasını tarlada çalışır bulmuş. Sarılıp kucaklaşmışlar. Sonra da baba yarım kalan işini bitirmek üzere çalışmaya devam etmiş. Eli belinde havalı havalı gezen oğlunun hali, babanın hiç hoşuna gitmemiş. Konuşması da yürüyüşü de bir faklıymış. Alaycı ve yüksekten bakan bir hali varmış oğlunun. Baba, La havle çekip sessiz kalmış.
Ortalıkta aylak aylak gezen köylünün havalı oğlu, yerde yatan küçük el tırmığını, parmağının ucuyla göstererek babasına sormuş;
-baba, şunun adı neydi?
Baba “işte fırsat” demiş. Bir derse ihtiyacı olan oğluna;
-oğlum kendine sorsana” demiş.
-ama nasıl olur, bu alet bana adını nasıl söyler? O konuşamaz ki!
-konuşur konuşur, hele ucuna bir ayağınla hızlıca basarsan adını hemen söyler.
Oğlu şaşkın bir halde, merakını gidermek istemiş. Yerde yatan aletin ucuna hızlıca basmış. O anda gürgen ağacından yapılma sağlam sap, yerden fırlamış ve sert bir şekilde köylünün oğlunun alnına çarpmış. Şaşkınlık içindeki çocuk, hem acı içindeki alnını tutarak yerinde zıplıyormuş hem de bas bas bağırıyormuş;
-“bu tırmığı buraya kim koydu yahu”
Baba gülmüş. “Bak oğlum, tırmık nasıl da güzel söyledi adını. Oğul, sen onun adını değil de işlevini unutmuşsun. Bir daha hiçbir şeyi küçümseme ve adını bildiğin bir şeyi tanımaya devam et” demiş.
Kıssadan hisse şu olsun. Adını bildiğimiz şeyleri gerçekten tanıyor muyuz? Akşama kadar konuşuyoruz, gerçekten ne dediğimizi biliyor muyuz?
Dün Ankara’da bomba patladı. Hepimiz de konuştuk olayı. Peki biri sorsa “düşüncelerinizin doğruluğundan emin misiniz? son kararınız mı?” Ne cevap verirdik acaba?
Cevabı vermeden önce bir düşünelim mi, yoksa tırmığın ucuna basalım mı? Basmakta bir tercih; nasıl olsa adını kendi söylüyor!