Uygulamalı takva programının bu sondan ikinci yazısında şimdiye kadar yazılanların kısa bir özetini
[1] vermeye çalışacağız.
Takva programının anahtar kavramları ve ana tezleri
1) Kuran’ın nefsi terbiye metodu: ‘Tefekkür’
Bu yazı dizisinde en çok kullanılan kelimeleri sıralasak ‘tefekkür’ kelimesi en üst sıralarda yer alır.
Tefekkür duyguları harekete geçiren zihinsel bir eylemdir. Tefekkür yaygın kanaatin aksine sadece imanı ispatlamaya yönelik bir yöntem değil aynı zamanda takvayı inşa etme hedefine yönelik bir yöntemdir. Takvanın güçlenmesi süreci tefekkür yöntemiyle şu şekilde işlemektedir: Takva duygular üzerinden güçlenmektedir. Takvanın güçlenmesi Allah sevgisi/korkusu/haşyet/şükür vb. duyguların güçlenmesine bağlıdır. Bu duyguların yaşanması/harekete geçmesi ise en etkili bir biçimde göklerdeki ve yerdeki ayetleri tefekkürden
[2] geçmektedir. Dolayısıyla tefekkür duyguları harekete geçirmekte, duygular da ittikaya yol açmaktadır.
[3] Duygular ile takva arasında sebep sonuç ilişkisi bulunmaktadır.
Tefekkürün önemini daha iyi anlayabilmemiz için şu misali verebiliriz: İçi mücevher dolu olan bir sandık düşünelim. Sandığın dışından bakınca içindeki yakutları, mercanları, incileri, altınları, elmasları göremiyoruz, belki içinde olduklarından da habersiziz. Fakat sandığın kapağını kaldırıp içine baktığımızda gözlerimiz gördüklerimiz karşısında kamaşıyor. İşte ‘sandığın kapağını kaldırıp açma’ işlemi ‘tefekküre’, gözün kamaşması duyguların harekete geçmesine tekabül etmektedir. Kuran’ın yüzlerce ayette işaret ettiği göklerdeki ve yerdeki bütün maddi olguların/ayetlerin aslında birer yakut, birer inci, birer elmas olduğunu tefekkür sayesinde anlayabiliriz.
2) ‘Kuran’ı takva merkezli okuma’
Hani dağı sanki bir gölgelikmiş gibi onların üstüne kaldırmıştık da üzerlerine düşecek sanmışlardı. (Onlara:) “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın ve onun içindekileri hatırlayın ki(mâ âteynâkum bi kuvvetin vezkurû mâ fîhi), umulur ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız(leallekum tettekûn)” demiştik.(7/171, 2/63)
Bu ayetin perspektifinde Kuran okumalarımızı gözden geçirmeliyiz. İnsan bir şeyi okurken ilgi, beklenti ve amacına göre bir ‘arama listesi’ oluşturarak okur. Kuran okurken de bilinçaltından oluşturduğumuz bu listeye uygun ayetleri daha bir dikkatle okuyoruz. Listede olmayan konularla ilgili ayetler gözden kaçıyor. Bu tıpkı internetteki arama motorlarının ‘arama algoritması’ gibidir. Ne aranıyorsa o bulunur. Arama alanına hangi kelimeleri yazdıysanız onlarla ilgili sonuçları elde edersiniz. Kuran okumadaki gaye(arama listesi) doğru belirlenmezse Kuran okumaları bize fayda vermez. Kuran’ı bilen insanların
[4] Kuran okuması takvayı güçlendirmek, bilincimizi yenilemek, kalbimizi pekiştirmek, azim elde etmek maksadıyla olmalıdır. Yukarıdaki ayette işaret edildiği gibi ‘bildiklerimizi zikr/hatırlama’ maksadıyla olmalıdır. Ayetin sonunda bu okuma biçiminin bizi takvaya götüreceği dile getirilmektedir. Kuran takva merkezli okunmaya başlanınca ‘Lokman’a Allah’a şükret diye hikmet verdik’, ‘Sabah akşam Rabbini tespih et’, ‘Allah’ı çokça zikret’, ‘Kalk ve uyar’, ‘Onlar namazlarında huşu içindedirler’ vb. yüzlerce ayet daha farklı bir perspektiften değer kazanmakta ve kişiyi(takvasını!) daha güçlü bir şekilde etkilemektedir. Okunan ayetler takvaya katma değer olarak geri dönmektedir. Fizikte maddenin enerjiye dönüşmesi gibi takva merkezli okunan ayet enerjiye dönüşmektedir.
3) Nefis bilinci kazanmanın yolu: ‘Ben-Nefs ayrımı’
Nefsinin ona ne vesvese verdiğini biliriz(50/16)
Bu ayet nefsi terbiye metodunda kilit ayetlerdendir. Burada ‘nefs’in ‘ona’(bi-hi)/ben/biz ‘vesvese’ vermesinden bahsediliyor. Demek ki, bir ‘nefs’ ve ‘ben’ ayrımı yapılmaktadır. Bu ayrımın farkına varmak kişiye nefis bilinci kazandırır.
Fiillerimizin üzerinde bilinçli bir hakimiyet sağlamanın yolu ‘ben’ ile ‘nefs’ ayrımını yapmaktan geçer. Zira bu bilinci kazanmakla içimizden geçen duygu ve düşünceleri tefrik etmiş ve böylece gümrük kontrolünden geçirmiş olmaktayız. Aksi takdirde kabaca haram olarak görünmeyen birçok duygu ve düşünceye ‘kendi’ düşüncemiz olduğu sanısıyla sahip çıkıyoruz. Oysa ilk bakışta haram görünmese bile bu tür duygu ve düşünceler bizi hakkıyla kulluktan uzak tutan düşüncelerdir. İşte bunların farkına varabilmemiz için böyle bir ayrıma(ben-nefis) gidilmesi gerekmektedir. Bu ayrımı yapmayınca dizginler nefsin eline geçmekte ve ‘kaliteli kulluk’ dediğimiz takva gerçekleşmemektedir. Çünkü nefis kaliteyi düşürmektedir. Kalitemizin artmasını engellemektedir. Birtakım büyük günahlardan uzak duruşumuzu nefsimizin bizi yönetmediğinin delili olarak algılıyoruz, bu noktada bir sorunun olmadığı vehmine kapılıyoruz. Oysa nefis bizi çoktan sarıp sarmalamış ve biz onun illüzyonuna aldandığımız için bu durumun farkına varamıyoruz.
‘Ben’den kasıt bir ‘bütün olarak ben’dir(beden-akıl-irade-ruh-vicdan-nefis). Nefs ile o bütünün içinde bir özelliğimizi(12/53) kasdediyoruz. Dolayısıyla ‘Benin isteği’ İslami bir süzgeçten geçtikten sonra istediğimiz şeydir. Bu istek nefsin ‘İslami ben’ tarafından onaylanmış bir isteği de olabilir. Nefsin her isteği geri çevrilmek zorunda değildir. Onun meşru istek ve arzuları da vardır ve bunların da doyurulmaları gerekmektedir.
4) Nefsin argümanlarına ikna olmamak için: ‘Nefsi tanımak’
Nefsin nasıl işlediğini bilmek nefsi terbiye için şart olan bir bilgidir. Nefsini tanımayan onu nasıl yeneceğini bilemez. Bu açıdan nefsi terbiyede en önemli konulardan birisi nefsin hangi mekanizmalarla çalıştığını anlamaktır. Bunun için kendi nefsimizde gözlemler yapıp nefsimizi tanımaya çalışmalıyız.
Nefis bizi düşüncede ikna ettikten sonra sözünü geçirmektedir. Düşüncede onay vermediğimiz bir şeyi bize yaptıramaz. Bu yüzden nefisle mücadelemizin bir diğer boyutunu düşünce dünyamızda gerçekleştirmeliyiz.
Nefis sürekli ertelemeye meyillidir. Nefsin hoşlanmadığı bir işi yapmamak için kullandığı en etkili stratejilerden birisi işleri/sorumlulukları değişik bahanelerle/vesveselerle ertelemeye bizi ikna edebilmesidir. Bu ikna hadisesi düşüncede gerçekleştiğinden düşünsel bir mücadele verilmesi(nefsin verdiği o vesveseye/yanlış düşünceye ikna olmamak) gerekmektedir.
Nefis kolaya kaçar. Takva zoru başarmak olduğundan nefsimizin bu özelliğiyle tam zıt kutuptadır. Dolayısıyla mücadele bu noktada da sürdürülmelidir. Dindeki kolaylık ilkesi ile vurgulanmak istenen şeyin nefsimizin arzusunun bize kabul ettirmek istediğinden farklı olduğunu unutmamalıyız. Nefsin bu konudaki dini delilleri suistimal etmesine fırsat tanımamalıyız.
Nefsin bir diğer önemli özelliği kendisiyle uğraşılmasını engellemektir! Bunun için kişiyi cemaatlerin ve tarikatların hatalarıyla uğraştırmak onun en etkili taktiklerindendir. ‘Başarısının’ sırrı bu özelliğinde yatmaktadır.
Nefis çıtayı hep aşağıya çekme gayretindedir. Azim sahibi olmak için çıtayı sürekli yükseltmeliyiz.
Nefis zaman olgusu karşısında duyarsızdır. Nefis ömrümüzde ne kadar sürenin kaldığını düşünmez. O ‘an merkezli’ işler ve haz tatma peşindedir. Kuran’da Allah Asra yemin ederek nefsimizin bu özelliğine karşı bizim duyarlı olmamızı istiyor.
5) Dizginleri ele geçirme yolu: ‘Nefis muhasebesi’
Nefsin baskın bir özelliği olduğu için günlük bir nefis muhasebesi kaçınılmazdır. Günü her akşam gözden geçirmek 3-5 dk. muhasebesini yapmak nefsi dizginleyebilir, gidişatı kontrol altına alır. Nefis muhasebesi vaktinde önlem almayı sağlayabilir, iş işten geçmeden müdahelede bulunma imkanı doğurur. Böylece yeni oluşmakta olan muhtemel bir kötü alışkanlığın önü alınabilir. Veya oluşmuş kötü bir alışkanlığın daha da kötüleşmesi önlenebilir, sınırda tutulabilir.
Hz. Ömer’e atfedilen ‘Bugün Allah için ne yaptın’ sözü gün bitiminde nefsin muhasebe edilmesine çağrı yapan bir sözdür. Bu sözü bir karara bağlayıp düzenli uygulamak gerekir. Bu sözü günün başına göre değiştirerek ‘Bugün Allah için ne yapabilirim’e çevirebiliriz. Ve nihayet an’ı değerlendirmede ‘Allah şu an ne yapmamı ister(di)?’ sorusuyla vaktimizi disiplin altına alabiliriz. Allah kulunu şu an hangi işle/hangi halde görmek ister? Kitap okurken mi, yoksa dizi izlerken mi? Dışarıda insanlara tebliğ ederken mi yoksa gereksiz yere başka cemaatlerin hatalarını konuşurken mi?…
Kuran okuyucuları bu soruyu cevaplandıracak bir birikime sahipler. Allah’ı tanıyoruz, beklentilerini biliyoruz, o halde bu soruya cevap vererek gündelik hayatımızı, zamanımızı tanzim edebiliriz.
Nefis muhasebesinin önemini anlamak için şu örneği verebiliriz: İki sene önce Soma’da bir madende göçük yaşandı. Bunun sebeplerinden birisi denetimin gerektiği gibi yapılmaması idi. Yetkili kurumları burada ‘ben’ olarak düşünelim, şirketin maddi çıkarlarını gözeten ve masrafları düşük tutmaya çalışan şirket yöneticilerini de ‘nefis’ olarak düşünelim. Eğer ‘ben’ düzenli denetimler yapıp bu teftişler sonucu tedbir kararları alıp bunların uygulanmasını(uygulama kararları) denetleseydi bu facia belki yaşanmayabilirdi. Maddi çıkarların olduğu yerde denetime ihtiyaç her zaman vardır. Bu nefsimizde de farklı değildir. Nefsin de tıpkı sorumsuz şirket yöneticilerinde olduğu gibi sakınmamız gereken gayri meşru çıkar düşünceleri vardır.
Dolayısıyla kendimizi düzenli bir nefis muhasebesi pratiği ile sürekli denetleyelim aksi takdirde ihmal ve erteleme döngüsünün içinde bir ömür boyu döner dururuz, nefis madeninde göçükler yaşarız.
6) Bilgi-Amel İlişkisi: ‘Bilgi amele geçmek için tek başına yetmez. Bilgiden amele geçmek için duygu köprüsünü kullanmak gerekir. Duygular motivasyon kaynaklarıdır.’
Bilgi salt bir düşüncedir. Onun kendisini benimseyen kişiyi bizatihi harekete geçirme gücü yoktur. Aslında bu herkesin kendi tecrübesiyle sabit bir gerçektir. Harekete sevkeden güç, bilginin içeriğinden etkilenen kalptir. Eğer amele geçmek istiyorsak asıl hedef kalbi etkilemeye çalışmak olmalıdır. Kalp zihindeki bilginin içeriği ile ne kadar sağlıklı bir ilişki kurabildiyse kendi dinamiklerini o nispette bilgiyi amele dönüştürmede kullanabilir. Bu nedenle bilgi duygulara hitap edebilmeli, duygular da bilgiden etkilenecek bir duruma getirilmelidir. Nasıl ki bilginin amele geçmesinin önündeki yegane engel nefis ise, bilgiyi amele dönüştürecek yegane gücümüz de duygulardır. Duygular nefsi nötralize eden kuvvetlerdir.
Dolayısıyla duyguları –onları harekete geçirmeye elverişli– bilgilerle harekete geçirmek gerekir. İslam’ı hakkıyla hayatımıza geçirmek istiyorsak şu ‘dört temel duygu’yugüçlendirmek durumundayız: Allah sevgisi, Allah korkusu, Allah’tan haşyet, Allah’a şükür.
7) ‘Kalp ve düşünce fiilleri önemsenmesi gereken ayrı ameller, ayrı ibadetlerdir.’
Duygu ve zihin fiilleri ayrı, ‘ameller'(namaz, oruç, tebliğ vb.) ayrıdır. Namaz=Allah sevgisi değildir, sevgi ayrı bir fiil namaz ayrı bir fiildir. Sevgi kalpte tadılan/hissedilen bir duygudur. Bu duygunun tadılması, hissedilmesi kalbin bir amelidir. Namaz Allah sevgisinin veya korkusunun bir sonucu olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla namaz yeni ve başka bir ameldir. Aynısı zikir, tespih için de geçerlidir. Bu tür fiilleri ‘kendi etkinliklerinin’ yol açmasını beklediğimiz sonuçlarına indirgememeliyiz, sözgelimi Allah’ı zikretmek komşu hukukuna riayet etmektir diyemeyiz. Dolaylı olarak böyledir denilebilir, çünkü Allah’ın bir emri yerine getirilince Allah’ı zikretmiş oluyoruz. Fakat bununla birlikte zikir fiilinin asli etkinliği vardır ki, bu da ‘zihinde Allah’ı hatırlamadır’. Her fiilin kendi içindeki öz mana dikkate alınarak o filler gerçekleştirilmelidir. Öz mana ‘yan tesirlere’/’sonuçlara’ indirgenmemeli, feda edilmemelidir. Aksi takdirde önemli kulluk dinamiklerinden kendimizi mahrum bırakmış oluruz.
Dolayısıyla kalpteki duygular(sevgi, korku, haşyet, şükür vb.) ve zihindeki fiilleri(zikr, tesbih, vb.) her birinin namaz ayarında bir ibadet olduğu bilinciyle hayata geçirmeli ve tabiri caizse İslam’ın şartları listesine alınmalıdır. Bir ibadette bulunuyor gibi bunların üzerine düşmeli ve bu etkinlikler icrası için hangi gayreti(zihinsel ve duygu’sal) gerektiriyorlarsa bu gayret gösterilmelidir. Tıpkı namaz kılmak için yapılması gereken işleri tek tek yerine getirdiğimiz gibi bunların da kendilerine has işleri vardır. Bu işleri yerine getirirken gösterilmesi gereken gayretlerin hepsi Allah’a kulluktur.
8) İrade-Amel İlişkisi: ‘Her insanın iradesi güçlüdür.’
İnsan yapmayı istediği bir işi yapabilecek iradi güce sahiptir. Bu gücün harekete geçirilme yöntemi konusunda bir bilgi eksikliği söz konusu olduğu için problem yaşanmaktadır.
İrade iki araçla çalışır:
1. kesin karar(uygulama kararı)
[5] ve
2. duyguların motivasyonu
[6]
9) Hedef koyarak ve gündemde tutarak zaaflar yenilebilir: ‘Terbiye planı’
Zaaflar, hatalar, günahlar kendiliğinden düzelmez. İlk yapılacak iş onları yenme hedefi koymaktır. İkinci olarak hedeflerimizi tek tek gündeme almak ve mücadelesini de tek tek vermek gerekir. Üçüncü olarak gündeme alınan hedef/zaaf gündemden düşmemesine dikkat edip sürekli gündemde tutmaktır. Aynı noktaya mütemadiyen düşen su damlalarının bir taşı delmesi gibi biz de bu yöntemle nefsi zaaflarımızı delebiliriz.
[7]Bunun için senelik hedef, aylık hedef, haftalık hedef, günlük hedef, Ramazan ayı hedefi, Kurban bayramı hedefi şeklinde planlamalar yapmak gerekir.
10) Takva programının iskeleti: ‘Uygulama kararları’
‘Uygulama kararı’ yöntemi nefsin işleyişi göz önüne alınarak gerekli görülen bir metoddur. Nefsimizle baş etmenin başka bir yolu yoktur. Bu metoda göre hareket etmezsek, büyük oranda hep nefsin isteği baskın gelir ve sürekli erteleme modunda kalırız. Nefis güçlü bir yapıya sahip olduğu için ancak uygulama kararları ile (yani onu mecbur tutarak) üstesinden gelebiliriz. Nefis kendiliğinden yola gelmeyen bir tabiata sahip olduğu için sadece temenni ve tavsiye kararları yetmemektedir.
Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular)dan sakındırırsa(ve nehân nefse anil hevâ)…(79/40)
Ayette bahsedilen (nehyetme fiili) ancak kararlılık gösterilirse gerçekleşebilir. Kararlılık ise ‘uygulama kararına’ dönüştürülünce(istikameti tayin edilince) hayat bulur. Somut eylem planı formüle edilmediyince kararlılığımızın(enerjimizi) döküleceği bir amel kalıbı mevcut olmadığı için nefis o boşluktan istifade edip yine kendi isteğini gerçekleştiyor.
‘Uygulama kararları’ programa katılanların ta baştan yerine getirmeyi gönüllü olarak kabul ettikleri kararlardır. Bu kararlarda erteleme, savsaklama, ‘anlaşma gereği’mümkün olmadığından nefsimizi böylece hem kolay ikna edebiliyoruz hem de onu ‘zorlayabiliyoruz’. Nefsin eli kolu bu kararlarla bağlanmaktadır.
Özetle uygulama kararları bir nevi ‘istisna ve erteleme yok’ kararlarıdır. İstisna bağlamında örnek olarak oruç tutma kararını analiz edelim, Ramazan aylarında neden orucu bozmuyoruz, neden bu kararlılığımızı sürdürüyoruz? İşte ‘kesin karar’ dediğimiz şey budur, bu nedenle nefis terbiyesinde de ‘kesin karar’ verme alışkanlığı edinmek lazım. Bu ise o kararı ‘mecburiyet’ düzeyinde algılayarak gerçekleşir. Eğer bir şey mecbur değilse insan genelde onu yapmaz.
Program boyunca her yazının sonunda birtakım uygulama kararları formüle edildi.
[8]Bunları tasnif edecek olursak:
Uygulama kararlarının bazıları ‘daimi kararlar’. Bunlar üzerinde ekstradan hep durulması, hayata entegrede taviz verilmemesi gereken kararlardır. Bu kararlar sıkıntı çektiğimiz, ihmal ettiğimiz veya hayatımıza henüz entegre edemediğimiz konularla ilgili kararlardır. Ayrıca bize dinamizm kazandıracak ve hamle yaptırma özelliği olan kararlardır. Bu nedenle bunları ‘daimi’ sınıfına dahil ediyoruz.
Şimdiye kadarki ‘daimi kararlar’: Bunları sürekli uygulamak gerekir!
1. Her akşam nefis muhasebesi, 3-5 dk.
2. Kuranı düzenli okumak, her gün iki sayfa.
[9]
3. Kainattaki ayetleri tefekkür etmek. Bunun için belgesel izlemek, kainattaki, tabiattaki ayetlere tefekkür nazarıyla bakmak. Tefekkürle dört duyguyu sürekli güçlendirmek.
4. Terbiye planı yapmak ve takibini gerçekleştirmek
· Genel takip 10 madde
· Özel yoğunlaşma (Aylık bir hedef koymak) (Bu ay namaz ayı, bu ay zikir ayı, bu ay şu zaafı yenme ayı)
· Her Ramazan ayında ve Kurban bayramlarında ameli bir hedef koymak
Bazı uygulama kararları zaten olması gereken kararlar(farzlar). Bunları ekstra belirtmeye, ‘daimi kararlarda’ zikretmeye gerek yok. İhlaslı olmak, riyadan uzak durmak, namazı dosdoğru kılmak, Allah sevgisi, Allah korkusu vb. bunların sadece ‘terbiye planı’ bağlamında yazılarda geçen ilgili uygulama kararları çerçevesinde takibi yeterlidir.
Bazı kararlar ‘alıştırma maksatlı kararlar’. Bu kararların amacı nefse antreman yaptırmak, pratikte başarı elde etmek, ‚ben yapabiliyorum‘ diyebilmek, nefsi yenmenin tadını tatmak, nasıl yapıldığını öğrenmek, start almaktır. Bu tür ‘alıştırma kararlarını’ ihtiyaç hissettiğimiz zaman yeniden gündemimize alıp uygulayabiliriz.
Daimi kararlar
|
Alıştırma kararları
|
Zaten olması gereken kararlar
|
1. Nefis muhasebesi
|
1. Nefsi ikna ederek iş yapma
|
1. Namazı dosdoğru kılma
|
2. Kuran okumak
|
2. İlerideki cazip yönleri düş.
|
2. Allah sevgisi
|
3. Tefekkür
|
3. Zaaflarla ilgili uygulama kararları oluşturmak
|
3. Allah korkusu
|
4. Terbiye planı
|
4. Ben-nefs ayrımı yapmak
|
4. İhlaslı olmak
|
5. …
|
5. …
|
5. …
|
hervele@gmail.com
Twiter.com/hervele1
facebook.com/sabri.aydin.758
[1] Burada özeti verilen konularla ilgili ayrıntılı açıklamalar için ilgili yazılara bakılabilir.
[2] Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler(yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard) (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru! (3/191)
[3] Örnek olarak şu ayet ve hadise bakılabilir:
Allah’a ve Peygambere itaat eden, Allah’tan haşyet duyan ve O’ndan ittika eden kimseler, iste onlar kurtulanlardır. (24/52)”Ben hepinizden çok Allah’tan haşyet duyan ve ittika edeninizim”(Buhari, Müslim). Haşyet sebep ittika sonuçtur. Tıpkı bunun gibi şükür sebep ittika sonuçtur, sevgi sebep ittika sonuçtur, korku sebep ittika sonuçtur.
Bu duyguların hepsi(kendi tarzında) insanı Allah’a karşı gelmekten sakındırmaktadır. Hepsi
kendisindeki mahiyeti birbirinden farklı ‘kuvvetle’ sakındırıyor.
[4] Kuran merkezli din anlayışı oluşturmuş insanların
[6] 6. maddede dile getirilen düşünce.
[7] Taşı delen suyun gücü değil damlaların
sürekliliğidir.
[8] Yazılan uygulama kararları sadece öneri mahiyetinde. Bunların içerikleri değiştirilebilir, geliştirilebilir. Önemli olan kararı bağlayıcı kılmak, ondan sonra harfiye buna uymaktır. Konseptin özünü uygulama kararlarının özünü oluşturan bu yönüdür.
[9] Herkes durumuna, ihtiyacına göre miktarları ayarlayabilir. Önemli olan ‘düzenli okunmasıdır’ ve belirlenen miktara riayet etmektir. Bir diğer ifadeyle önemli olan istisnalarla genel kuralı iptal etmemektir, kararı anlamsız hale getirmemektir.