Abdurrahman Dilipak, 15.04.2021 akit
Euzubillahimineşşeytanirraciym. Bismillahirrahmanirrahiym.
Şeytan bağlanırken, Şeytanın avaneleri nöbeti devralmış gözüküyor. Aslında Lady Gaga ABD ulusal marşını söylediği gün, Şeytan zaferini kutluyordu. Ramazan başlarken Alaska meclisi Şeytana dua ederek başladı. Şeytan, CoVID üzerinden insanlığı büyük ölçüde teslim almanın mutluluğunu yaşarken, ben üzgünüm! Mahzun bir şekilde giriyorum Ramazan’a, diğer Müslümanlar gibi.
CoVID ile ilgili gelişmeleri daha sonra yazacağım inşallah! Bugün siyaseti yazacağım.
Siyasetin din, ahlak, gelenek, sivil toplum ve ideoloji ile ilişkisi genellikle oportünistçe olmuştur. “Reel politik” bir çerçevede “pragmatik” bu tavır süreç içinde çıkar ilişkilerine dönüşmüş ve bunun sonucunda meşruiyet krizi yaşamaya başlamıştır. Günümüzdeki siyaset giderek bir PR ve toplum mühendisliği, sosyal manipülasyon konusu bir iş haline gelmiştir. Herkes “Merkez Partisi” olmak istiyor. İdeoloji, sınıf partisi, dava partisi olmak gibi misyon konusu artık pek itibar görmüyor. Kendi içlerinde ittifak kurma çabaları ilkesel bir birliktelik değil, rasyonel, pragmatik ve determinist bir politik menfaat birliğinden başka bir anlam ifade etmiyor.
“Parti”ler kendilerini “part” yani bir parça olarak kabul etmiyor. Hepsi bütüne talip. Bütün parçalı olunca parti parçaları kendi çerçevesinde benzeşik BİREYlere dönüştürmek istiyor. Toplum onlar için boş bir CD ya da kök hücre gibi olmalı, siyaset ona kendi gerçeğini yüklemeli. Siyaset’in gayesi bizim geleneğimizde “Maslahat”tır. “İdare-i Maslahat” diye onun da içini boşalttık. Maslahat’ı “Mevzuata uydurmak” şeklinde yorumladık!.. Gerçekte “Maslahat” “Sulh etmek”tir. Neyi nasıl “Sulh” edeceksiniz, kurtuluşa erdireceksiniz? İnancımıza göre, “sulh etmek”, “adil bir şahidlik”le mümkün! Allah bizden yaşadığımız zaman, mekan, kişi ve olaylara adaletle şahidlik etmemizi “adil şahidler” olmamızı ister. Yoksa siyaset saltanata dönüşür ki helak sebebidir. Şehvet ve yolsuzluk bataklığına saplar o işi yapanları. Şehidlik, Şehadet, Şahidlik aynı kökten gelir. Allah da olup bitenlerin hem ilk kaynağı olan iradenin sahibi, hem oluş anlamında şahididir. Siyaset bu temelden uzaklaşınca, İlahlık ve Rablik iddiasına giden yol olur ve Şirk karakteri taşır. İnsanlar üzerinde “Hüküm koyan” ve onları “Terbiye eden” konumda görmeye başlar kendini. Bu beşeri kurallara uymayanlara ceza vermeye kalkar. Maslahatı gözeten kişi başkalarını barıştırmadan önce kendinin 3 şeyle barışık olması gerekir. Kendimizden başlayacak olursak, aklımızla vijdanımızı canlı tutan, yaratılıştan içimizdeki hakikat bilgisine dayalı, fıtratta gizli imanımızın barışık olması gerekir. İnsanın bedeni savaş meydanı ise, kendinde olmayan bir şeyi nasıl başkasına versin. Eğer burada bir barış varsa, aynı değerlere sahip insanlar arasında barış olacak ve insan insanla akıl, ahlak ve vijdan temelinde bir barış imkanına sahip olacaktır. Bu iki barışın olması halinde 3’üncümüz Allah olacaktır. İnsan Allah’la barışacaktır. Değilse insan Allah’la savaştadır. Allah cahil ve zalim bir topluluğa hidayet nasib etmeyecektir. Aksine onların işlerini sarp dağlara sardıracaktır. Siyaset etimolojik olarak aslında “SYS” kökünden “Seyis’lik”, yani “at eğitmek” anlamına gelen bir kelime. Örf’te “siyaset gömleği”, “idam gömleği”, “Siyaset meydanı” “adam asılan meydan”, “siyaset etmek”, “siyaseten katl” anlamına gelir, ki ucu, “kundakta kardeş katli”ne kadar gider. Sonuçta “at yönetmek”, “insanları yönetmek”le arasında bir paralellik kurulmuştır. Burada aygır ya da yılkı atlarının ehlileştirilmesi de vardır tabii. Sonunda insan ve at da olsa bir hayvanın idaresi üzerinden bir örneklik sözkonusudur ki, Kur’an-ı Kerim’deki “Raina demeyin Unzurna deyin” ayetinin esbabı nüzulündeki, “Her çoban sürüsünden mes’uldür, yöneticiler / aile reisleri de yönettiklerinden mes’uldür” anlamına gelen bir uyarı ve misalin, Yahudiler tarafından çarpıtılması üzerine tanımın Vahiyle düzeltilmesi bu anlamda önemlidir.
Bizim arkadaşlarımız genelde “Biz politikacı değiliz, politika çok yüzlülüktür, biz siyaset yapıyoruz” filan derler ama, sanırım işin etimolojik ve uygulamadaki sonuçları, o “iyi niyetli ve epistemoloji” ile pek de uyuşmuyor. Politikayı “çok yüzlülük” olarak tanımlarken ona yüklenen anlam da oldukça farklı. Burada anlatılmaya çalışılan, bir kişinin çok yüzlü, “münafıkça” bir çeşitlilik değil. Çok farklı yüz, farklı kimlik ve kişiliklere sahip kişilerin karar ve yönetme sürecine açık olması anlamına gelir. Yoksa bugün adına ister siyaset, ister politika deyin, bu BİREY’lerin, “kendi görüşleri”, “resmi görüşleri” yanında bir de hitap ettikleri toplulukların beklentilerine göre, “konjonktürel olarak söyledikleri görüş”leri vardır. Bu durumu da “Reel politik” anlamda o an’ın gerçeği olarak görürler. Orada “Hakikat”e yer yoktur, an’ın faydasını hedefleyen gerçekliği sözkonusudur. “Adil olmayan bir şahidlik”, bir kişinin 3 yüzü sözkonusudur. Nebevi gelenekte böyle bir şey yoktur ve olamaz. Bu oportünizmdir.
“İon Halkları”nın denizcilerin kullandıkları Likca’nın avamicesi olan Grekçe’de siyaset, “polis”e yani “Medine” yani “Şehir” “Site devleti”nin idaresine yönelik bir tanımlamadır. “Polis” “Medine”nin karşılığıdır. “Medine” “Yesrib”in sıfatıdır. “Medeniyet” “Medine”den türetilmiştir. İslam “Yesrib”i “Medine”ye dönüştürmüş ve Medine halkını “Münnevver” yapmıştır. Eski düzende halk pagan, bedevi bir karakter taşıyordu. Bedeviler geleneğe dayalı bir idare şekli ile yönetiliyorlar ve “hukuk düzeni” kuramıyorlardı. Medine’de ise, farklı dini, mezhebi, etnik, siyasi, felsefi, vijdani kanaat farklılıklarına sahip insanlar ortak bir düzen oluşturmak için bir “toplumsal sözleşme” yapıyorlar ve bir “Hukuk toplumu” oluşturuyorlardı. Polis bu sözleşmeye dayalı düzeni koruyan kamu görevlilerine verilen addır. “Police”, “Polis”, “Politia” bu anlamda gelir. “Politika” ise şehir düzeni ile ilgili kamu yönetiminin hak ve sorumluluklarını tanımlama anlamına gelir.
Bu arada ve bu vesile ile insanlar olayları değerlendirirken, bazan her şeyi dünkü gelişmelere bağlıyorlar. Kazanımlar ve yenilgiler hem dünle ilgilidir sanki, o anlatıma göre. Dün önemli, ama her şey dünden ibaret değil. Bu çok determinist bir bakış açısı. Kimileri her şeyi bugünle açıklamaya çalışıyor. Kibriti gözünüze çok yaklaştırınca arkasında bir ormanı kaybediyorsunuz. Bazıları her şeyi, birilerinin gelecek beklentisi ile açıklıyor. Kuşkusuz Fütüristik bir bakış açısı önemli, ama her şey öngörülen ihtimallerle açıklanamaz. Doğru olan, dün, bugün, yarın çerçevesinde bir bütün olarak, konuları efradına cami, ağyarına mani bir şekilde ele almak gerekir.
Bir nokta, bir alan oluşturmaz. Onu, dünya ölçeğinde bir şeye nisbet edemiyorsanız, o ya her şeyde olan bir şeydir, ya da hiçbir şey. İki nokta bir çizgiyi oluşturur, bir alan, bir düzlem ancak, en az 3 nokta ile mümkündür. Gerçek bu alanda bir yerde gizlidir. Peki siz bu alanda neredesiniz. Siz bu alan içinde ruhunuzla mı, nefsinizle mi, aklınızla mı bir yerdesiniz. HAK merkezli bir duruş için ruh ve akıl gerekli. “Ben merkezci” bir duruş için nefs ve akıl gerekli. Bakış açınız HAK merkezli mi, çıkar merkezli mi, fayda merkezli mi! Burada FAYDA’yı Hakkın yanına koyarsanız RIZA’ya ulaşırsınız. ÇIKAR meşru anlamda peşinize düşer. Yoksa faydayı çıkarınızın peşine takarsanız Hak’dan uzaklaşırsınız. AKIL da öyle, Aklı ya HAK’kın, ya da NEFS’in peşine takarsınız. Biri sizi RIZA’ya, ötekisi GAZAB’a götürür. Biz Allah’la barışanlardan olalım diye selâm ve dua ile.