gözlerin arandığı ve bakınca haz alınan
ne varsa
seyri insanı cezbeder
göze hitap eden ve yüzümüzü görmek için çevirdiğimiz şey,
gönlümüze düşendir.
öyle olunca
göz gerçekten korunması gereken bir organdır.
dış dünyaya açılan alıcımız yani.
antenlerimiz işte.
neye bakarsa onun telaşı sarar kalpleri.
gözün bu hali bilinince
ilgilisi
bize hitap edecek ne varsa gözümüze sokarlar
satışa konan şeyin yanında alakasız gibi görünen aksesuarın sebebi
dikkatimizi çekmek içindir
genç kız bedenin
erkek jilet reklamında oynaması var ya!
kapandaki peynir’dir…
market çıkış kasasının yanına konanlar kolay erişmek için değil,
görmeniz ve alınması istenilen
kapitalist dünyanın keşfettiği satış teknikleridir
of ki of!
görmek öyle de
göstermek farklı mı sanki?
elbette değil.
insanlar sahip olduklarını göstermeyi sever.
ilgi çekmek, işaret edilen olmak,
toplum içinde pırıltısı olan ve ayırt edilen olmak var ya!
herkesin kendi dünyası kadarını gösterime sunar dost…
elimizde olanı sonuçta ne varsa saçarız ortaya.
keşfedilen olmak istemez insanoğlu
çünkü
kişi için arayanların bulduğu olmak
tercih edilmez ve sıkıcıdır
bir an önce görünmek ve
pazar tezgahlarında gibi adeta çığlık çığlığa ortaya saçılmak çok insan için çekicidir.
ellenecek, dokunulacak, seyredilecek olmak ‘gösteri dünyasının’ şiarıdır
görün beni ne olur zıplamasıdır yani…
ve inanan herkes kendi çapında küçücük dünyalarımızda bunu yaşar dururuz.
arabasını, evini, eşyalarını, gezdiği yerleri
ha o işte!
‘çoklukla’ övünmek ve oradan bir ünvan, kariyer, alkış, almak var ya!
ondan bahsediyorum.
yediği kahvaltıyı sosyal mecrada paylaşan ve alkış almak telaşına düşen,
paylaşımını görmeyene kırılan, el sallamayana gönül koyan bir zamandan geçiyoruz.
öyle çok ki… mesela;
kadının kendine ait özelini sokağa taşırdığı
yani vücudunu teşhir etmesi son yüzyılın hikayesidir ve en bilindik olandır.
kadın bedeni üzerinden yapılan her bir operasyon
yaşanan hayatın en önde gelen seyirlik kısmıdır ve arkasından gelen
büyük bir tüketim sektörünün ‘kullan at’ ‘manivelasıdır…
o ara, hemcinsleri benzerine sahip olmak için
erkek kısmı da gören olması sebebiyle
oltaya düşendir
hayır hayır!
kadınları şeytanlaştırmak gibi bir niyetim yok.
kapitalist dünyanın hepsi erkek olunca esas kim suçlu bellidir…
elbette onunla da bitmiyor bu hikaye;
bir de ‘müstetir’ olan başka bir ortaya saçılmışlık var ki
o valla çok tehlikeli!
koca koca adamlarız, kadınlarız, dindar, muhafazakar işte,
okumuş, bilmiş, abi, abla olmuşuz
sosyal paylaşım piyasasına bakıverin göreceksiniz
takipçi zannettiklerimizin hepsi
‘seyirci’ olduğu kesinken!
seyredenlerin arsızı, hırsızı belli değilken
valla ‘perdeleri’ yok sosyal medya pencerelerimizin!
dört duvar arasından yaşadıklarımızın kamuya açılmasından bahsediyorum.
of ki of..
kedisinin, köpeğinin, kuşunun ismiyle bilir olduk.
yetmez misafirlerini
doğum günlerini, torunlarını, sevinçli, üzüntülü hallerini, hastalıklarını, gezdiği yerleri,
evlerindeki duvarları süsleyen sayısız kitaplarını falan
ben çok okuyan adamım pozları var ya!
kızım fatıma diye seslendi, zeliha hanım
telaşı vardı belli!
ama bunun yanında da sesinin tınısı, heyecanını, sevincini ele veriyordu.
evi omuzlayan kocaman yürekli kadınlar işte!
misafirleri vardı ve daha önemlisi yatılıydı.
evlerine neşe gelmişti ve
‘4 duvarları’ arasına birisi alınmışsa eğer
o eve giren kişi özel olandı.
çünkü evimiz ‘mahrem’imizdi…
açılmazdı kapıları, pencereleri herkese…
bu ihtimama, değere layık olan kişiler alınırdı evlere….
fatımaaa kızım!
yer yatağını ser, dolaptan çarşafları çıkar,
biraz havalansın
naftalin kokar sonra…
çayı koy…
Mustafa Akmeşe/Her Taraf