Ulusalcı-Kemalist şımarıklığın tavan yaptığı (28 Şubat vb.) dönemlerde Müslümanlara yapılan sövgü, hakaret ve fiili müdahaleler Müslümanları adeta bileyliyordu. O günlerde Müslüman yoktu, mürteci vardı; İslam yoktu, irtica vardı ve bu açık saldırı dindarları teyakkuza geçiriyordu. İktidar koltuğu o ‘mürtecilerden’ birinin altına sürülünce ise birden bütün hesaplar alt-üst oluveriyor. Üst akıl, ‘muhalif dincileri’ mutî vatandaşlar yapma hesaplarını iyi yapmışlardır.
İktidar dönüştürme gücüne sahiptir. Sadece sekiz yüz yıllık, dokuz yüz yıllık zeytin ağacı misali, imanı derinlere kök salmış müminler fitne rüzgarlarına karşı dayanabilmektedirler. Kelime-i tevhid ve kelime-i şehadet hançeresinden aşağıya inmemiş kişiler ise, iktidarın gazabından emin, lütuflarına nail olmak için dümeni kurulu düzene doğru kırmak gerektiğini kavramada gecikmiyorlar.
Yemek yediği kabı kirletmek, utanç duyduğu geçmişine sövmek, kurulu düzenin gözüne girmek maksadıyla günah çıkartmak, kendi kardeşlerine, “bıraktığımız yerde otluyorlar” diyecek kadar büyüdüğünü sanmalar yeni bir şey değil. Samirî bu geleneğin sembol ismidir. Allah’ın bütün nebileri, ökçesi üzerine geri dönmelere yakından şahitlik etmişlerdir. Herhalde kıyamete kadar da devam edecektir.
İnsanın mesela namusu tartışılmaz değerdedir. İnsan altmış-yetmiş sene değil, bin sene de yaşasa hiçbir teklif, hiçbir çıkar ya da tehdit namusun değerini düşüremez. Namuslu insan hiç kimseyle namus üzerinde yapılacak bir pazarlık için masaya oturmaz, böyle bir teklife hiçbir müsamaha göstermez. Öyleyse, bir Müslümanın iman ettiği Allah’ın hükümleri de neden namusla aynı değerde olmasın?
Allah insanları, kafirlerden korkmayın, benden korkun; izzeti izzetsizlerin yanında değil, Allah katında arayın; sizin çok güçlü sandıklarınızın gücü örümcek evinden daha fazla değildir gibi harikulade öğütlerle ne kadar da uyarmaktadır.
Müslüman mahallesinin savrulanları yarın bir gün, hayatın yegâne hakikati olan İslam davası üzerinde yaptıkları tahrifattan dolayı pişmanlık duyarlar mı, bilinmez.
Bir de savrulanlar, işi anında grup/hizip/parti asabiyesine döndürmekte çok başarılılar. En küçük bir uyarıda mesele anında, “partimize/ağabeyimize/liderimize/üstadımıza laf söyletmeyiz” hamasetine dönüşmektedir. Dibek dövücüsünün ‘hınk’ deyicileri de işe dahil olunca, artık savrulmalar pek bir kıymet kazanmaktadır.
Ölümden sonra Allah katında hesap verirken ise ne dibek dövücüler kalacak ne de hınk deyiciler…