Geçtiğimiz 31 Temmuz’da İran’ın yeni seçilen Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmak için İran’a giden Hamas siyasi şube başkanı İsmail Heniye, İsrail/ABD terör örgütü tarafınca şehit edildi. Bu suikastler ilk olmadığı gibi elbette son da olmayacaktır. Yeryüzünde Allah için bir adanmışlık varsa onun karşısında da küfrünü ve zulmünü daim kılmak isteyecek şer şebekeleri var olacaktır. Tarih dinlerin savaşına sahne olmuştur. Tevhid ile şirk dinleri bu mücadelelerini kıyamete kadar sürdüreceklerdir. İslam Allah yolunda bir şehit kazanmıştır. Biliriz ki şehitlik bir kayboluş değildir. Aksine İslam’ın gür sedasının daha da gür çıkmasına vesiledir.
Malkolm X’in ifadesiyle bazı ölüler dirilerden daha çok şey anlatır bizlere. Şehit olanlar diri olduklarından olsa gerek toprağın üstündekilerden daha fazla gürültü çıkarmaktalar. Filistin meselesi yalnızca bir toprak parçasının savunulması meselesi değildir. Müslümanlar için kıymetli olan ve İslam peygamberlerinin yaşadığı, hüküm sürdüğü mekanlardır. Bu mekanların korunması ve bu topraklarda Allah’a olan kulluğun hiçbir baskı altına alınmadan yapılabilmesi için Müslümanların koruması ve muhafaza etmeleri gereken de bir mekandır. İslam’ın toprakları ancak Müslümanların muhafazasına ve imarına muhtaçtır. Benim Filistin diye bir meselem yoktur diyenlerin İslam ile hiçbir bağları kalmamış demektir.
Şeyh Ahmet Yasinler, Rantisiler, Yahya Ayaşlar, Heniyeler ve daha bir çok alim ve mücahitler bu toprakların müdaafasında şehit düşmüşlerdir. Allah hepsine rahmet etsin. Allah bu şehitlerin isimlerini kıyamete kadar yaşatacaktır. Küfrün bu kadar gaddarca saldırdığı, aşağılayarak yok etmeye çalıştığı bir zamanı daha önce belki de yaşamamıştık. Müslümanların kendi içinde bölünmüşlüğü ve parçalanmışlığı kuşkusuz küfredenleri cesaretlendirmektedir. Ölen biziz, öldürülen biziz, aşağılanan yine biziz. Ama günün sonunda tüm bu kaybedişlere karşı birbirimizle dövüşen, çekişen de yine biziz. İsmail Heniye’nin ölümünün ardından katil İran sloganları atıldı ve Şia düşmanlığı pompalanmaya başlandı. Oysa İran Müslüman bir devlettir ve kendi evine davet ettiği kardeşini öldürecek kadar şuursuz değildir, olamaz. İran’ın güvenlik zafiyetini tartışabiliriz ama asla onu katillik gibi izansız bir kelimeyle yaftalayamayız. Müslümanların vahdet içinde olmaları gerektiği açıktır. Direniş ancak birlikte mümkün olacaktır. Yönetimler kendilerini emperyalizme ya da siyonizme satmış olsalar da halklar Müslüman bilinçle birbirlerine sahip çıkarak tek vücut olmayı becerebilmelidir.
Bizleri vahdetten başkaca bir yol kurtarmayacaktır. Mezhebi, cemaatlerde olan görüş farklılıklarını kendi içimizde tartışabiliriz ama bu farklılıkların çatışmaya dönüşmesine müsaade etmeden birlik olmayı becerebilmeliyiz. Küfür bu parçalanmışlığı körükleyerek bizi birbirimize düşürerek yok etmekte. Hem de lokma lokma yemeye devam etmektedir. Dünyanın herhangi bir yerinde zulme uğrayan bir Müslümanın arkasında durabilmek, onu sahipsiz koymamak adına vahdetten başkaca yolumuz yoktur. Bizim küfürle mücadelemiz sadece meydanlarda eylem yapmaktan ibaret olmamalıdır. Meydanlardaki eylemleri evimize, işimize ve insanlarla olan ilişkilerimize taşımadığımız sürece gaz almaktan başkaca bir işe yaramayacaktır. Meydanlarda eylemleri yönetenlerin çoğu arkasındaki halkı sisteme entegre ederek mücadeleye verilen desteği çöp yığını haline getirmektedirler. Devleti kutsayan ve devletin siyonizmle olan ilişkisini görmezden gelerek oraya laf ettirmeyen bir zihniyetle meydanları coşturmak Allah’ın dinine yardım etmek olmamaktadır. Elbette samimiyetle sokağa dökülen insanların üzüntüsüne söylenecek bir şey yok. Ne var ki o kalabalıkları idare edenlerin ekseriyeti sistemle kol kola sahalarını daha da genişleterek kendilerini pazarlama telaşındadırlar. Bu dinin savunuculuğunu yapmak bu güruhlara kaldıysa eğer daha çok gidecek yolumuz var demektir.
Meydanlara çıkıldığında meydanların öfkesi ve kararlılığı ülkenin siyasi arenasını ve alınacak kararları çok ciddi anlamda etkileyebiliyorsa çıkarılan gürültünün bir faydası var demektir. Aksi takdirde sadece ölenleri anmak ve ardından üç beş sloganla yatışıp evlere gidiliyorsa yerin altındakiler üstündekilerden daha fazla söz söylüyor demektir. Kılınacak gıyabi cenaze namazları meydanları dolduranlar için kılınmalıdır. Zira şehitler hayatta, hayatta olduklarını zannedenler ise ölmüş olanlardır. Sadece mezarcılarının üzerlerine toprak atmasını beklemektedirler.
“İsmail Heniye’nin ölümünün ardından katil İran sloganları atıldı ve Şia düşmanlığı pompalanmaya başlandı. Oysa İran Müslüman bir devlettir ve kendi evine davet ettiği kardeşini öldürecek kadar şuursuz değildir, olamaz. İran’ın güvenlik zafiyetini tartışabiliriz ama asla onu katillik gibi izansız bir kelimeyle yaftalayamayız. Müslümanların vahdet içinde olmaları gerektiği açıktır.”
Sn editör, hangi vahdetten bahsediyorsunuz bana açıklayabilir misiniz? Biz Türkiye’nin taguti sistem olduğunu söyleyelim ama İran’a mezhepçiliğinin ve itikadi bozukluğundan bahsetmeyelim mi yani? Sizi adil olmaya davet ediyorum. Beğenmediğimiz Türkiye’nin istihbaratı bile burda Haniyye’nin kılına dokundurtmazken İran’daki bu suikasti güvenlik zaafiyeti olarak mı değerlendirelim hadi değerlendirelim. Peki, bu eleştirmeye kıyamadığınız İran, Suriye’de ne yaptı, Esedle mi savaştı, ABD ile mi savaştı, Rusya ile mi savaştı kiminle savaştı söyler misiniz? Binlerce müslümanın katili değil mi? Kasap Süleymani önderliğinde Halep’te, İdlip’te, Hama’da binlerce insan katledilmedi mi? Yapmayın Allah aşkına bu yazdıklarınızdan dolayı Allah’ın huzurunda hepimiz hesap vereceğiz. Zalime zalim demediğimiz için, mezhepçiliğimizi ön plana çıkardığımız için.
Mehmet Ali kardeşim!
Sana açıklayabiliriz: Müslümanların vahdetinden bahsediyoruz! Allah’ın parçalanmayı, her fırkanın kendinde olanlarla övünüp böbürlenmesini yasaklamasından, ancak ve sadece müminlerin kardeş olduklarından bahsediyoruz. Allah’ın, kafirler birbirlerinin velisidir siz de birbirinizin velisi olmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur hatırlatmasından bahsediyoruz. Rasûlullah’ın küfrü tek millet, İslam’ı da tek millet olarak tanımlamasından bahsediyoruz. Yoksa siz böyle bir vahdetten bahsetmiyor musunuz? Yoksa vahdete karşı mısınız? Müslümanlar böyle rezil, kepaze, dostlarının yüz karası düşmanlarının maskarası olmaya devam etsinler mi istiyorsunuz?
Türkiye rejiminin tağuti olması kadar İran’ın mezhebi saplantıları, Kur’an’a ve Sünnete uymayan bazı akideleri, masum imam anlayışları vb. de bizim reddettiğimiz şeylerdir. Biz Türkiye’nin laik-demokratik yapısından beri olduğumuz gibi Şiilerin din adına uydurdukları ve sahiplendikleri yanlışlarından da beriyiz. Biz İktibas olarak İran İslam Devrimine ta birinci gününden itibaren sahiplendik çünkü küresel tağuti sisteme okkalı bir cevaptı, küresel tağut düzenini adeta yırtıp atmıştı. Ama aynı İran’ın hurafelerini hiçbir zaman benimsemedik. Biz Kur’an’daki İslam’a ve onun Muhammed Rasûlullah (sav) tarafından kusursuz uygulanmış arı-duru biçimine mensubuz. Biz Hizbullah’ın da Yemen’in de HAMAS’ın da, İsmail Heniyye’nin de Kur’an İslam’ına uymayan yanlış algı ve yorumlarını benimsemiyoruz. Ama aynı şekilde Ehli Sünnet denilen yapının aynı minvaldeki yanlışlarından da beriyiz, onları da benimsemiyoruz. Buna rağmen İsmail Heniyye de Şeyh Ahmet Yasin de Yahya Sinvar da bizim kardeşimizdir. Bu insanların adanmışlığına hürmetimiz tamdır. Allah onlardan razı olsun. Ne yani, 75 yıldır Filistinli Müslümanlar ve Ahmet Yasin gibi pek çok yiğit mümin kan verir, can verir, evlad u ıyal verir, mal verirken biz onlara dönüp, “siz miraca inanıyorsunuz, sizinle dinimiz ayrı” mı demeliydik?
Peki ‘Sünni’ Hamas’a, Sünni Gazze halkına silah veren, para veren, bunu bütün bir Siyonist dünyayı karşısına alma pahasına yapan İran’a ve “vekilleri” diyerek kimi Ehli Sünnetçe küçümsenen Hizbullah’a, Yemen’deki Ensarullah’a düşman olmamız mı gerekmektedir? Allah’tan korkmak ve Ehli Sünnet olmak bunu mu gerektirmektedir?
Halbuki Sünni Hamas’ın, Allah’ın emrine uygun olarak kimisi Allah yolunda canını vermiş, kimisi de o kutlu saatin gelmesini bekleyen Sünni liderleri bunu açıkça itiraf ediyorlar, İran’ın kendilerine olan yardımlarını tek tek tadad ediyorlar. Yoksa Hamas liderleri de vahdetten değil de tefrikadan yana mıdırlar? Onlar da mı Allah’tan korkmuyorlar?
Biz Allah’ın emrine uyarak fasıkların ve kafirlerin getirdiği yani dünyaya bombardıman ettikleri haberleri iyice anlayıp kavramadan sırf İran düşmanlığı ya da Ehli Sünnet dostluğu adına o haberlere sahiplenmiyoruz. Allah’a hamd olsun ki biz mezhepçi değiliz. Biz Şia’nın da Ehli Sünnet’in de yanlışlarının Kur’an ve Sünnete göre tashih edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Biz küresel fasık (Siyonist) haber ajanslarının ‘toptan’ servis ettiği haberleri TV stüdyolarında perakende usulü işleyen ve muvazzaf oldukları vazife gereği, kimi devlet ve gruplara karşı tam bir şeytanlaştırma işi yapanların tuzaklarına düşmemeye azami gayret gösteriyoruz. NYT denilen bir Siyonist Amerikan dergisi Heniyye’nin yattığı kanepenin altına bombanın iki ay önce yerleştirildiğini yazıyor. Kaynak olarak beş Ortadoğu ülkesinden üst düzey/önemli kişiler diye hayali bir kaynak(!) veriyor ve zatınızı bilmiyoruz ama Ehli Sünnet kardeşlerimiz bu haberden İran’ın hıyaneti, İsmail Heniyye’yi sattığı anlamlarını çıkarıyorlar. Düşünün: NYT nire, Ehli Sünnet nire?
Biz İran Devletinin hiçbir yanlışını kabul etmeyiz ama Hamas’a olan desteğini ve ‘vekilleri’ vasıtasıyla da olsa Hamas’ın yanında Siyonistlere füze göndermelerini de inkâr etmeyiz. Tıpkı İsrail’e petrol, kurşun geçirmez cam, çelik vb. ihraç edenlerin bu faaliyetlerini de inkâr etmediğimiz gibi…
Lütfen sabır ve salatla Allah’tan yardım isteyerek meselelerimizin çözümü için Kur’an’a ve Sünnete tekrar tekrar bakalım vesselam.
EDİTÖR