Sahabeyi Doğru Değerlendirmek
Sahabenin hatalarıyla sevaplarıyla insan olduklarını söylemek bile zaittir. Eğer tedavi edilmesi gereken hastalıklı bir zihin varsa bu, günahsız/hatasız insan tasavvur edenlerin zihinleridir. Sahabenin hatalarını Kur’an zikretmekte ve düzeltmektedir. Kur’an, İslam davası omuzlarında yücelmiş sahabeyi anmakla -haşa- onları çekiştirmeyi murad etmediğine göre, demek ki itidal ve insaf ölçüleri içerisinde sahabeyi tartmamız, hatalarından ders almamız istenmektedir.
Allah Teala mesela Uhud savaşında tam galibiyeti elde etmişken ganimet arzusuyla zaafa düşmüş mücahidleri dikkatlerimize sunmaktadır. Allah Rasulünün ashabında görülen o günkü zaafları anlatmak için ‘feşile’, ‘müanaza’a’ ve ‘isyan’ fiilleri kullanılmıştır. İçinizden diyor, kimisi dünyayı istiyordu, kimisi ahireti. Bu durumda Allah Teala, müminleri kafirlerden alıkoyduğunu (yani müminlerin düşmanı yenemediklerini) belirtmektedir. (Âl-i İmran, 152). Müminler bozguna uğramış, arkalarına bile bakmadan kaçmışlardır. (Âl-i İmran, 153). Hatta sahabenin içindeki bir grup Allah hakkında tamamen haksız bir şekilde, cahiliye zannı beslemeye başlamışlardır. İçlerinden bazılarının Uhud’da öldürülmelerini, bu ‘iş’te bir hayır olmadığına bağlayanlar olmuştur. (Âl-i İmran, 154). Bütün bunlara rağmen, aynı zamanda ordunun komutanı olan Rasulullah (sav) bu mücahidlere rıfk ile muamele etmiş, kaba ve katı yürekli davranmamıştır. Allah ise Rasulünün bu tutumunu onaylamış, onun, ashabına yumuşak davranmasını Allah’ın rahmetine bağlamıştır. Hatta bununla da yetinmeyerek Cenabı Hak Elçisine, ashabını affetmesini ve bağışlanmaları için istiğfarda bulunmasını ve iş hususunda (her şeye rağmen) onlarla müşavere etmesini emretmiştir. (Âl-i İmran, 159). Allah, Uhud’daki zaaflarına rağmen sahabeyi kendisi de affetmiştir. (Âl-i İmran, 152).
Allah, savaşta zafiyet gösteren sahabeyi kendisi affettiği gibi, Elçisine de affetmesini, bağışlanmaları için de istiğfarda bulunmasını emrettiğine göre, bunun bazı gerekçeleri olmalıdır.
Sahabe (Uhud örneğinden hareket edersek), birtakım hatalar yapsalar da, dinden çıkmamışlar, ökçeleri üzerinde geri dönmemişlerdi; vahiyden, Allah’tan, Rasulünden kuşkuya düşmemişler yani bir iman zafiyeti geçirmemişlerdi. Uhud’da sahabenin dağılması neticesinde Allah Rasulü ölüm tehlikesi atlatmıştı. Buna rağmen sonuçta tekrar gelip Rasulullah’ın etrafında toplanmışlardı; savaş meydanından kaçmaları, imandan da uzaklaşmaları anlamına gelmemişti.
İnsan hataları ve sevaplarıyla insandır. Bu sahabe için de geçerlidir. Herhalde önemsenmesi gereken, hiç hata işlemeyen bir insan aramak değil, hatasını kabul edip, ondan dönen, pişman olan, tevbe eden ve hatada ısrar etmeyen insanları elde etmektir. Sahabe neslinin bu ölçünün dışında olduğunu kim iddia edebilir?
Her şeye rağmen sahabe hiçbir zaman, “sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız” (Maide, 24) diyen Musa (as)’ın kavmi gibi haddi aşmamıştır.
Rasulullah’ın (sav) ashabı, onlar Cuma namazındayken ticaret kervanının gelmesi üzerine Mescidi boşaltmışlar, Rasulullah’ı yalnız bırakmışlardır. Münafıkların Rasulullah’a bir de, namusuna iftira atmak suretiyle saldırmalarında alet olup, “bu apaçık bir iftiradır” (ifkun mubîn), “büyük bir bühtandır” (buhtânun azîm) (Nûr, 12, 16) diyemeyenler de sahabeden bazı kişilerdir. Fakat bütün bunlar bir bütün olarak sahabenin Allah katındaki değerini yok etmemektedir.
Allah razı olsun hocam. Nebevi hareketin tüm güzelliklerini bize özet olarak sunmuşsun. Rabbim bizleride sahabe gibi laf anlar söz dinler eylesin. Amin.
Teşekkür ederim abi, Allah senden de razı olsun
Sahabe kavramının sıcaklığını hissederken, ütopyadan da bizi uzak tutan bir yaklaşımla yazılmış faydalı bir yazı olmuş hocam. Bunun videosunu mu çeksek kısaca?
Olur inşaallah Ahmet Rahman
Bu karenin içinde olmak güzel bir şey. Ne mutlu onlara.
Güzel bir soru?
Sahabe neslinin yeryüzünde tekrar tekrar neşvü nema bulmaması için hangi engel vardır?
Hangi engel var?