Bir ilahiyat hocası Kur’an’a yönelik hezeyanlar savuruyor ve bu hezeyanlar Müslüman mahallesinde bir hayli alıcı buluyor. Oysa bu hezeyanlar Müslümanlar tarafından suhuletle ve vakarla reddedilip, Kur’an’ın Allah kelamı, Muhammed’in (sav) de onun tebliğcisi, Allah’ın elçisi olduğuna olan imanlarını ikrar esaslı beyanatlar verilmeli, yazılar, kitaplar yazılmalıdır. Fikir özgürlüğü adına, Kalem suresine “bu Allah kelamı olabilir mi?” sorusunu yönelten ilahiyatçı hezeyanına sahip çıkılması, Müslümanlık adına utanç vericidir. En azından şu soruyu sormalıyız ilgili kişiye: Peki Kalem suresi kimin kelamıdır?
Bahis konusu ilahiyat hocası ‘üniversite’ terimine vurgu yapıyor. Üniversite olunca orada her türlü fikir söylenirmiş, fikir üretmenin önünde hiçbir engel olmazmış. Buna, ilgili akademisyenin fikrine katılan-katılmayan başka bazıları da çanak tutuyorlar. Önemli olan ‘üretim’miş, üret de, ne üretirsen üret! Halbuki -şayet Hasan Sabbah’ın Alamut kalesinde filan oturmuyorsak-, üniversite denilen kuruma girdiğinizde de siz siz olmaktan çıkmamaktasınız. Dünyadan gider olmakta değilsiniz. Siz yine üniversitede de bir yere, bir mekana, bir millete mensupsunuz. Mutlaka bir milletiniz vardır sizin. Ayrıca sizin değerleriniz var, iman ettiğiniz şeyler var, iman etmediğiniz şeyler de olduğu gibi. (Örnek: Kur’an’a hiç iman etmiyor olabilirsiniz!). Üniversitede belki avamın gözünden ıraksınız ama Allah’ın ve vicdanınızın gözünden, hakkın-hakikatin varlığından da ırak değilsiniz. Ürettiğiniz fikirler, üniversite şatonuzdan dışarı adım attığınızda savunabileceğiniz, yüzünüzün kızarmayacağı şeyler olmalıdır. Geçmişte, hatta batıda üniversitenin rüyada bile görülmediği günlerde Müslümanların medreseleri vardı ama medresede her türlü fikir üretilir dememişlerdi.
İran’ın Selman Rüşdisi Abdülkerim Süruş Kur’an’ın kaynağını, “Nebevî Rüyaların Ravisi Muhammed” diye formüle etmektedir. Süruş, Kur’an’la olan problemini böyle çözmüş! Kitabının başlığı yeterince anlatmaktadır konuyu: Allah bizim bildiğimiz (iman ettiğimiz) gibi elçisi Muhammed’e [öncesinde de diğer elçilerine] öyle vahiy indirmiş filan değildir! Muhammed rüya görüyor, o vahiy oluyor ve kendi gördüğü rüyayı da, çevresinde edindiği üç-beş tane vahiy katibine yazdırıyor! Muhammed Cebrail’e değil, Cebrail Muhammed’e tabi oluyor! Zihninin, dilinin gelişmesine paralel olarak tecrübesi de gelişmiş olan Muhammed’de en sonunda Kur’an ayrıntılara dökülüyor. [Gazetede tefrika yazıları misali]. Peki bu durumda Muhammed (as), bizi ve bütün dünyayı kandırmış olmuyor mu?
Fikir özgürlüğünden bahsediyor herkes. Bu fikir özgürlüğü kısa süre içerisinde nasıl da böyle besili bir puta dönüşmüş. Madem fikir özgürlüğüyse, o zaman Macron’un Fransa’sına ne diye köpürüp duruyor Müslümanlar? Burada yapılacak ilk itiraz şudur: Ama Charlie Hebdo gazetesi fikir üretmiyor, hakaret yapıyor! İyi de, sizin ‘hakaret’iniz, onun ‘fikir’i oluyor. Bu örneği biraz yumuşatsak, mesela Charlie Hebdo gazetesinin yaptığı saldırılar Fransa’nın herhangi bir üniversitesi içerisine girdirilse, hatta bu alanda bir kürsü de kurulsa ve Profesörler o hakaret/saldırıları basbayağı bilimsel dersler olarak işleseler, tezler yaptırsalar (ki Avrupa tarihi tamamıyla İslam’a bu bilimsel sövgülerle doludur), buna ne diyeceğiz? Fikir özgürlüğü deyip, yutkunmaya devam mı edeceğiz?
Madem fikir özgürlüğü, ben de -kerhen- bu özgürlüğü birkaç satırlığına kullanmak istiyorum. Şöyle Kur’an’a baktığım zaman, Kur’an’ın yerden yere vurduğu, evet ‘p.ç’ dediği kimselerin bile vahye günümüz inkarcılarından daha saygılı olduklarını görüyorum. Kur’an’ı işittikleri zaman şöyle diyorlar: “Ey Allah’ım! Eğer bu Kitap senin katından gelmiş bir hak ise, üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir!” (Enfal, 32). Bu ayete göre müşrikler Kur’an’ın Allah tarafından indirilmediğine kalıplarını basıyorlar, Kur’an’ı Muhammed bize yutturuyor, Allah’tan geldi diye kanaat getiriyorlar. Öyle ki, Allah’ın gökten taş yağdırmasına bile razılar, bu kadar kesin inançlılar.
Günümüzün münkirleri de Kur’an’ın Allah’tan indirilmediğini, Muhammed’den Muhammed’e indirildiğini düşünüyorlar. Bu anlamda Mekke-Medine inkarcıları ile hemfikirler. Fakat onlar ‘kafir’, bunlar ‘Müslüman’ adıyla müsemmalar. Sıkıntı burada.
Kur’an’ı Allah kelamı olmaktan çıkartır, Muhammed (as)’ın sözlerine dönüştürürseniz, ortada din diye bir şey kalmaz. Kur’an’ı orasından burasından çekiştirenlerin istediği tam da bu aslında: Hah iyi ya işte, biz de zaten ‘din’ diye bir şey kalmasın istiyoruz diyorlar. Ve birileri hala ‘fikir özgürlüğü’ diyor. Tarihselci görüşü pazarlamanın en köktenci yolu budur: Kur’an Muhammed’in sözleri olunca, tabi ki Velid b. Muğire’nin, As b. Vail’in bir anlamı kalmadığı gibi, cennet-cehennemin de hiçbir anlamı kalmayacaktır, birtakım haramların da anlamı kalmayacaktır. Çünkü Muhammed’in zamanındaki şartları bugüne taşıyamayacağımız için, onların o gün orada kaldığı neticesine ulaşacağız. Teknolojinin hayatı baştan sona kuşatıp değiştirdiği, tarumar ettiği, insan kopyalamanın, insanı buzdolabında dondurmanın bahis konusu olduğu, yapay zekanın gökten inmiş kadir-i mutlak bir tanrı gibi gözümüzü kamaştırdığı bir dünyada bu günümüzün insanını hangi cehennemle korkutacak, hani cennetle güdüleyeceksiniz?
Bir insanın fikirlerinden dolayı lince tabi tutulması, o insanı masumlaştırmaz. Her şeyden önce kişi, pazara sunduğu düşüncesinin bedeli neyse onu ödemeye baştan hazır ve nazırdır. Kişinin dini-imanı, siyasi görüşü, milliyeti ne olursa olsun, düşüncesinin arkasında durması ve bedelini ödemeye hazır olması takdir edilecek bir şeydir ama bu o kişinin fikirlerine haklılık kazandırmaz. Yahudiler tarih boyunca çok mağduriyet yaşamışlar ama bir bütün halinde, “Yahudi demek haklı demektir” diyemeyiz. Varsa ‘hak’ları, teslim edilir. Hallac-ı Mansur idam edilmiştir ama haklı değildir. Selman Rüşdi hakkında İmam Humeyni katil fetvası vermişti, mağdur(!) edildi ama haklı değildir.
Biz Müslümanlar her şeyi kitabımız Kur’an ve Allah’ın buyrukları çerçevesinde muhakeme etmek zorundayız. Allah’ın hak dediğine hak, batıl dediğine batıl dememiz gerekir. Hiç kimsenin hatırı Allah’ın hatırından daha âlî değildir.
İktibas / Mehmet Durmuş
İyi ki bizleri haberdar ediyorsunuz, sebep olanların Allah, kalp ve kalem gücünü artırsın!
“Eğer bu Kur’ân, Allah’ın dışında başka bir kaynaktan olsaydı mutlaka içinde birçok tenakuz-‘çelişki, tutarsızlık, uyumsuzluk’ bulacaklardı.”(Nisâ/ 82) Bir benzerini ortaya koymak üzere bütün insanlar ve cinler-‘görünüp bilinen ve bilinmeyen tüm varlık ve güçler,’ bir araya gelseler ve elbirliğiyle birbirlerine yardımcı olsalar yine de onun bir benzerini ortaya koyamazlar!”(Bakara/ 23-24, Yûnus/ 37-38, Hûd/ 13, Kasas/ 49, İsrâ/ 88, Tûr/ 33-34) “O halde bilin ki bu, ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir, O’ndan başka
gerçek İlâh yoktur, sadece Allah vardır! Nasıl, artık gerçeği görüp teslim oldunuz mu, Müslüman olacak mısınız?!” (Hûd/ 14)
-İslâm Dîni: Allah’a teslimiyetle buyruğuna göre inanç ve yaşam biçimi olup hayata hükmeden sistem ve
hayat nizamdır. İlâhi Mesaj Kur’ânı Kerîm, bu dînin asıl ve ana kaynağıdır.
-Mümin: Allah’a îmanla-‘aklen ve kalben inanıp teslimiyetle’ buyruğuna boyun eğerek, varlığını O’na adayan kul.
-Hakiki Müslüman-‘Gerçek Müslimler’: İslâm’a yani Allah’ın Kitabıyla bildirdiği manzumeler-‘kavramlar,
metinler, buyruklar’ bütününe şuurlu-‘bilinçli’ olarak gönülden teslim olup tâbi olan-‘uyan’ muvahhidlerdir yani
Allah’ı her şeye gücü yeten yegâne mutlak üstün tek kudret bilen tevhîd sahipleridir. (Mü’minûn/ 1-11, Yûsuf/ 38 )
———————————————————————————————————————————————————————————————————
Kur’ân hakkında “tarihselci” görüş sahipleri özetle şu iddiada bulunurlar:
“Kur’ân, yaşandığı dönem için geçerliydi, yaşandı bitti. Kur’ânın hükümlerini günümüze aktarmak mümkün olmadığı gibi doğru da değildir. Aslında açıkçası Kur’ân, Muhammed ve arkadaşlarının yaşadıklarını kaleme aldıkları bir tarih kitabıdır” denmektedir.
Kur’ânı ve Nebî’nin yaşam örnekliğini hapsetmeye yönelik bu sapkın iddia, Kur’ânı Kerîmin özüne karşı olduğu gibi, onun gerek günümüzde ve gerekse kıyâmete kadar geçerli ve yürürlükte olacağına dair çok sayıdaki âyete aykırıdır.
Tarihselci görüşü benimsediğini açıkça dile getiren Mustafa Öztürk’ün hazırlayıp piyasada satışa sunduğu Kur’ânı Kerîm Meali adlı çeviri kitabındaki “Sunuş” başlıklı önsözünde kendi ifadelerinden birkaç alıntıyı aşağıda dikkatlere sunuyorum.
“Kur’ân, birçok âyette açıkça belirtildiği gibi insanoğluna bir öğüt, bir uyarıdır. Muttakîler yani Allah’a karşı saygıda kusur etmekten korkan, O’na itaatsizlikten sakınan herkes için bir hayat rehberidir. Kısacası Kur’ân, îman ve ahlâk temelinde evrensel ve tarih üstü bir mesajdır. Kur’ânın temel hedefi insanoğluna Allah’ın hoşnut olacağı bir hayat yaşatmak dolayısıyla yarın bir gün hesap vermek üzere O’nun huzuruna çıktığında helâk ve hüsrana mahkûm olmamasını sağlamaktır.” (sayfa XI)
“Aslında Kur’ânın tabiata, tarihe, hukuka ve sair konulara dair tüm atıfları sırf Allah’a teslimiyet ve kulluk temelinde îman ve güzel ahlâk sahibi insanlar olmamız, dolayısıyla dünyada salâha, âhirette felâha kavuşmamız gerektiğiyle ilgilidir.” (sayfa XII)
“Kur’ân bütün sorunlara birçok âyette işaret etmekte, ilgili âyetlerde tarih üstü mesajlarını tarihin belli döneminde yaşanmış olaylar üzerinden vermektedir. Dolayısıyla Kur’ân, ilk hitap ettiği çevreye, “Kızım sana söylüyorum” derken sonraki kuşaklara da, “Gelinim sen anla” demektedir.” (sayfa XII)
“Kur’ânın olağanüstü hadiselerle ilgili tüm ifadelerini zorlama tevillerle rasyonelleştirmeye çalışmak ve bunu meale yansıtmak yerine kıssalar için mûcize kavramı üzerinde durmalıdır.” (sayfa XXII)
Ve son sözü:
“Kur’ân mu’ciz, meal sahibi âcizdir.” (sayfa XXVIII)
Mustafa Öztürk Nisan 2011-Adana
————————————————————————————————————————————————————————————–
Mustafa Öztürk’ün, yaptığı yazılı-sözlü-görsel yayınlarla kendi içinde tenakuz-‘tutarsızlık, çelişki’ içinde olduğu apaçık ortadadır. İnanç temellerini Kur’ân esaslı değil de, geleneksel hurafe ve batı kaynaklı felsefî görüşlerden oluşturanlarda bu rûhi-psikolojik rahatsızlığa çokça rastlanmaktadır. Şeytan’ı hafife almamalıdır.
İmtihanı gereği kendisine tercih hakkı verilmiş insanoğlunun nefsine-‘içine, benliğine’ Rahmâni ve Şeytâni olmak üzere iki zıt kutuplu kişilik yerleştirilmiştir. Kim hangisini beslerse dışarı o kişiliğini yansıtır, diğeri ise zayıflar etkisiz kalır.(Kaf/21-23), (Fussilet/25, 36), (Zuhruf/36-39), (Mâide/30, 80),(Tövbe/ 64)
Artık seçim kişinin hüküm Allah’ındır!
Allah razı olsun Mehmet hocam. Bizdeki bu ilkesizlik, omurgasızlık olduğu müddetçe nerede nasıl duracağımızı bilemeyiz. Bizim M . Öztürk beyle bir işimiz yok ama Allah’ın dini ile çok işimiz var. Gönül isterdi ki müslüman yazar çizer olarak tüm ileri gelen ilahiyatcılar kibarca usulünce Öztürk’ü uyarıp yanlışını söyleseler di. Bana göre Kur’an’a dil uzatmanın fikir özgürlüğü ile hiç bir alakası yoktur. Bu olsa olsa fitne özgürlüğü olur.
TARİHSELCİLİK
İyi ki bizleri haberdar ediyorsunuz, başta M. Durmuş olmak üzere sebep olanlardan Allah râzı olsun.
“Eğer bu Kur’ân, Allah’ın dışında başka bir kaynaktan olsaydı mutlaka içinde birçok tenakuz-‘çelişki, tutarsızlık, uyumsuzluk’ bulacaklardı.”(Nisâ/ 82) Bir benzerini ortaya koymak üzere bütün insanlar ve cinler-‘görünüp bilinen ve bilinmeyen tüm varlık ve güçler,’ bir araya gelseler ve elbirliğiyle birbirlerine yardımcı olsalar yine de onun bir benzerini ortaya koyamazlar!”(Bakara/ 23-24, Yûnus/ 37-38, Hûd/ 13, Kasas/ 49, İsrâ/ 88, Tûr/ 33-34) “O halde bilin ki bu, ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir, O’ndan başka gerçek İlâh yoktur, sadece Allah vardır! Nasıl, artık gerçeği görüp teslim oldunuz mu, Müslüman olacak mısınız?!” (Hûd/ 14)
-İslâm Dîni: Allah’a teslimiyetle buyruğuna göre inanç ve yaşam biçimi olup yaşama hükmeden sistem ve
hayat nizamdır. İlâhi Mesaj Kur’ânı Kerîm, bu dînin asıl ve ana kaynağıdır.
-Mümin: Allah’a îmanla-‘aklen ve kalben inanıp teslimiyetle’ buyruğuna boyun eğerek, varlığını O’na adayan kul.
-Hakiki Müslüman: İslâm’a yani Allah’ın Kitabıyla bildirdiği manzumeler-‘kavramlar, metinler, buyruklar’ bütününe şuurlu-‘bilinçli’ olarak gönülden teslim olup tâbi olan-‘uyan’ muvahhidlerdir yani Allah’ı her şeye gücü yeten yegâne-‘tek, biricik’ mutlak üstün kudret bilen tevhîd sahipleridir.(Mü’minûn/ 1-11, Yûsuf/ 38 )
———————————————————————————————————————————————————————————————————
Kur’ân hakkında “tarihselci” görüş sahipleri özetle şu iddiada bulunurlar:
“Kur’ân, yaşandığı dönem için geçerliydi, yaşandı bitti. Kur’ânın hükümlerini günümüze aktarmak mümkün olmadığı gibi doğru da değildir. Aslında açıkçası Kur’ân, Muhammed ve arkadaşlarının yaşadıklarını kaleme aldıkları bir tarih kitabıdır” denmektedir.
Kur’ânı ve Nebî’nin yaşam örnekliğini hapsetmeye yönelik bu sapkın iddia, Kur’ânı Kerîmin özüne karşı olduğu gibi, onun gerek günümüzde ve gerekse kıyâmete kadar geçerli ve yürürlükte olacağına dair çok sayıdaki âyete aykırıdır.
Tarihselci görüşü benimsediğini açıkça dile getiren Mustafa Öztürk’ün hazırlayıp piyasada satışa sunduğu Kur’ânı Kerîm Meali adlı çeviri kitabındaki “Sunuş” başlıklı önsözünde kendi ifadelerinden birkaç alıntıyı aşağıda dikkatlere sunuyorum.
“Kur’ân, birçok âyette açıkça belirtildiği gibi insanoğluna bir öğüt, bir uyarıdır. Muttakîler yani Allah’a karşı saygıda kusur etmekten korkan, O’na itaatsizlikten sakınan herkes için bir hayat rehberidir. Kısacası Kur’ân, îman ve ahlâk temelinde evrensel ve tarih üstü bir mesajdır. Kur’ânın temel hedefi insanoğluna Allah’ın hoşnut olacağı bir hayat yaşatmak dolayısıyla yarın bir gün hesap vermek üzere O’nun huzuruna çıktığında helâk ve hüsrana mahkûm olmamasını sağlamaktır.” (sayfa XI)
“Aslında Kur’ânın tabiata, tarihe, hukuka ve sair konulara dair tüm atıfları sırf Allah’a teslimiyet ve kulluk temelinde îman ve güzel ahlâk sahibi insanlar olmamız, dolayısıyla dünyada salâha, âhirette felâha kavuşmamız gerektiğiyle ilgilidir.” (sayfa XII)
“Kur’ân bütün sorunlara birçok âyette işaret etmekte, ilgili âyetlerde tarih üstü mesajlarını tarihin belli döneminde yaşanmış olaylar üzerinden vermektedir. Dolayısıyla Kur’ân, ilk hitap ettiği çevreye, “Kızım sana söylüyorum” derken sonraki kuşaklara da, “Gelinim sen anla” demektedir.” (sayfa XII)
“Kur’ânın olağanüstü hadiselerle ilgili tüm ifadelerini zorlama tevillerle rasyonelleştirmeye çalışmak ve bunu meale yansıtmak yerine kıssalar için mûcize kavramı üzerinde durmalıdır.” (sayfa XXII)
Ve son sözü:
“Kur’ân mu’ciz, meal sahibi âcizdir.” (sayfa XXVIII)
Mustafa Öztürk Nisan 2011-Adana
———————————————————————————————————————————————————————————————————
Allah’ın Dîni parayla satılmaz, iyilik sırf Allah rızâsı için yapılır, karşılık beklenmez. Ticari meta olarak dünyevî çıkar elde etmek maksadıyla din konusunda Mustafa Öztürk’ün yaptığı gibi yazılı-sözlü-görsel yayınlarla faaliyet gösterenlerin, kendi içlerinde tenakuz-‘tutarsızlık, çelişki’ içinde oldukları apaçık ortadadır. Mutlak ilim Sahibi’nin kaynağına dayanmayıp sağlıklı olmayan, insanlığa zararlı fikrin-düşüncenin özgürlüğünden bahsedilemez!
İnanç temellerini Kur’ân esaslı değil de, geleneksel hurafe ve batı kaynaklı felsefî görüşlerden oluşturanlarda bu tür rûhi-psikolojik rahatsızlıklara çokça rastlanmaktadır. Şeytan ancak kendisine kapı aralayana gelir, hafife alınmamalıdır!
İmtihanı gereği kendisine tercih hakkı verilmiş insanoğlunun nefsine-‘içine, benliğine’ Rahmâni ve Şeytâni olmak üzere iki zıt kutuplu kişilik yerleştirilmiştir. Nefsin taşkınlıkları, aşırı istek ve tutkuları ile şeytansı dürtüler Şeytâni kişiliği beslerken, İlâhi Vahiy de aklı ve vicdanla birlikte Rahmâni kişiliği besler. Kim hangisini beslerse dışarı o kişiliğini yansıtır, diğeri ise zayıflar, etkisiz bir halde beklemede kalır.(Kaf/21-23), (Fussilet/25, 36), (Zuhruf/36-39), (Mâide/30, 80),(Tövbe/ 64)
Artık tercih kişinin hüküm Allah’ındır!
Selamun aleykum Nureddin Adil abi
duyarlılığınız için Allah razı olsun.
Ahmet abi, sizden de Allah razı olsun.