Biyoteknoloji Şirketleri ve Geleceğimiz
TÜBİTAK geçtiğimiz günlerde Covid-19 salgınına ilişkin bilimsel paylaşım amacıyla bir portal hazırladı (https://covid19.tubitak.gov.tr/). Portalda önemli yazı ve bilgiler aktarılıyor. “Salgınla Mücadelede Büyük Veri ve Yapay Zekâ” başlığı altında yer alan Dünya Ekonomik Forumu’nun sitesinde yayınlanmış bir makale, geleceğimizin nasıl şekilleneceğini anlamak açısından önemli işaretler veriyor. Yazının içeriğine biraz yakından bakalım istiyorum.
“Covid-19: Salgınla Veriye Dayalı Nasıl Mücadele Edilir” başlıklı yazıda öne çıkan satır başlarını şöyle özetleyebiliriz:
1. Salgınlarda ulusal ve küresel insan hareketliliği hastalığın yayılmasında önemli bir rol oynamaktadır.
2. Salgınları zamanında teşhis etmek, gerekli önlemleri almak ve doğru tedaviyi yapmak için bu hareketlilik takip edilmelidir. Hedef popülasyonun, ulaşım ağı ve güzergâhları biyometrik kimlik doğrulama, yüz tanıma ve termal görüntüleme ile takip edilmesi, gerçek zamanlı olarak izlenmesi mümkündür.
3. Buna ek olarak, halk sağlığı kuruluşlarından, nüfus veritabanlarından ve ulaşım kayıtlarından gelecek devasa veri, gelişmiş yapay zekâ sistemleriyle analiz edilebilir.
4. Covid-19’un başlangıcında ve yayılımında büyük veriyi analiz eden yapay zekânın başarılı olduğu görülmüştür. Ancak daha detaylı verilere ihtiyaç vardır. Bunun için sağlık verilerini, yaşam ve aile öyküsü, hayat tarzı ve alışkanlıklarını içeren verilerle entegre etmek gerekmektedir.
5. Hayvan kaynaklı salgınların zamanında tespiti ve takibi için hayvan-insan etkileşiminin takip edilmesi önemlidir
6. Bu verilerin bir merkezde toplanması ve standartlaştırılması gerekmektedir. Bunun için ulusal veri sistemleri arasındaki data paylaşımını teşvik etmek önemlidir. Bu bakımdan yapay zekâ şirketleriyle işbirliğine ehemmiyet verilmelidir.
***
Yazıda öne sürülen ana fikir oldukça açık: Sağlık ve güvenlik gerekçesiyle dijital gözetim ve takibin kaçınılmaz olduğu bir dünya düzeni kurulacaktır, kurulmalıdır. Bu söyleme artık yabancı değiliz. Korona sonrası dünyanın, bu ana fikir çerçevesinde şekilleneceğini söyleyen pek çok makale yazıldı, konuşma yapıldı. Fakat yazıda da vurgulandığı gibi, bunun yapılabilmesi için dünyanın “özel şirketlere” ihtiyacı var. Çünkü son 20 yıldan bu yana özel şirketler bu alana büyük yatırım yapıyor. Dolayısıyla geleceğimiz üzerinde biyoteknoloji şirketlerinin daha belirleyici bir rolü olacağını söyleyebiliriz.
Peki biyoteknoloji şirketleri hakkında ne kadar bilgimiz var? Bu şirketler ne yapar, bütçeleri nedir, hangi ülkeler bu alanda öne çıkmaktadır? Bu soruların cevabı, yazıda belirtilen, verilerin küresel bir merkezde değerlendirilmesi ve standartlaştırılmasında kimlerin başrolü oynayacağı konusunda da bir fikir verecektir.
Öncelikle biyoteknoloji kavramını tanımlayalım: “Biyoteknoloji; mikrobiyoloji, genetik, kimya ve biyo-kimya alanındaki bilimsel bilgi ve metotları mühendislik uygulamaları ile birleştirerek mikroorganizma, enzim, hayvan ve bitki hücresi gibi biyolojik yapıları dönüştürerek bir ürün ya da hizmet üretmektir.” (Kurnaz, Uyar ve Ünver, 2019)
Biyoteknoloji sektörü, medikal biyoteknoloji, tarımsal biyoteknoloji ve endüstriyel biyoteknoloji olmak üzere üçe ayrılıyor. Üç sektörün kesişim noktasında ise yapay zekâ, biyo-yazılım ve biyo-enformatik yer alıyor.
Tarımsal biyoteknolojinin en büyük uygulama alanını GDO’lu ürünler oluşturuyor. 2020 yılı itibarıyla 22 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede 100 milyon hektar alan üzerinde GDO’lu ürün yetiştiriliyor. Tarımsal biyoteknolojide son yıllarda öne çıkan bir başka kritik alan ise yapay et teknolojisi. Biyoteknoloji şirketleri yapay et kavramındansa “temiz et” kavramını kullanmayı tercih ediyor. Son iki yıl içinde yapay et start-up şirketlerine yapılan yatırım 50 milyon doları bulmuş. Yapay et teknolojisinde Memphis Meat, Super Meat, Mosa-Meat, Tyson Foods gibi şirketler öne çıkıyor.
Biyoteknoloji alanının en hayati bölümü medikal biyoteknoloji. Medikal biyoteknoloji, ilaç ve aşı üretimi, gen dizilimi, canlı organizmaların yeniden programlanması, akıllı virüslerin geliştirilmesi, sağlık cihazlarının üretimi, kök hücre çalışmaları, nanotıp, doku mühendisliği, dijital sağlık, sentetik biyoloji gibi çalışma alanlarını kapsıyor.
Endüstriyel biyo-teknoloji ise biyo-plastik, temiz kimya gibi çalışma alanlarına sahip. Üç alanın kendi aralarındaki ikili kesişim alanları; biyo-yakıt, biyo-sensör, biyo-malzeme, biyo-fiber gibi farklı sektörleri ortaya çıkarıyor.
Özellikle 2000’li yıllardan sonra biyoteknoloji alanına yapılan yatırımlarda çok büyük artışlar olmuş. Örneğin 2006 yılında dünya çapında 3 bin biyoteknoloji şirketi varken bu rakam 2016’da 77 bine çıkmış. Büyük şirketlerin son yıllarda biyoteknoloji alanına ciddi yatırımlar yaptığı görülüyor. Dünyadaki en büyük 10 teknoloji şirketinin 6’sı biyoloji alanına yatırım yapıyor. Google bunların başını çekiyor. Biyoteknoloji, 2017’de 399 milyar dolarlık bir pazar iken, 2024’te 775 milyar dolara ulaşacağı bekleniyor. Bu pazarın % 61,7’sini medikal biyoteknoloji, % 19’unu ise tarımsal biyoteknoloji oluşturuyor. Pazar payından da anlaşılacağı gibi, medikal biyoteknoloji, biyoteknolojinin siyasi-stratejik öneme sahip en hayati bölümünü ifade ediyor. Sağlık start-uplarına yapılan yatırım 2016’da 31 milyar dolar iken, bu rakam iki yıl sonra, 2018’de % 100 artış göstererek 60 milyar dolara çıkmış.
Biyoteknoloji sektöründe hangi ülkeler başı çekiyor? Tahmin edilebileceği gibi, ABD ve Çin açık ara farkla önde. Ülkeler arasındaki farkın daha iyi anlaşılabilmesi için, start-up ve unicorn kavramlarını açıklayalım.
Start-up şirketleri; belirli bir konu üzerine uzmanlaşmış, görece olarak küçük, dinamik ve tematik şirketler olarak tanımlayabiliriz. Unicorn ise en az 1 milyar dolar değerindeki start-upları ifade etmek için kullanılıyor. Unicorn’lar içinde 75 milyar dolar değerinde olanı da var. 1 milyar dolar değerinde olanların sayısı 42. Dünyada 401 adet unicorn şirket bulunuyor. Sağlık start-up’larına yapılan yatırımın % 53’ü ABD kökenli. Sağlık unicorn’larının ise % 60’ı ABD kökenli.
İlk unicorn şirket 2010’da Çin’de kurulmuş. 2018’e gelindiğinde ABD 20 şirketle liderliği ele almış, onu 17 şirketle Çin takip ediyor. ABD ve Çin diğer ülkelere göre açık ara farkla önde. Örneğin 3. sıradaki Almanya’nın şirket sayısı 3. Hindistan, İsrail ve İngiltere 2’şer şirketle listede yer alıyor.
Biyoteknoloji sektöründe dünyada hangi ülkelerin başı çektiğini gösteren bir başka paramatre ise “start-up ekosistemi”. Ekosistem kavramı, start-up şirketlerin kullanabileceği altyapıyı, akademik desteği ve çeşitli işbirliği imkânlarını ifade ediyor. Start-up Genome isimli kuruluş her yıl biyoteknoloji alanındaki girişimciliği derecelendiren bir rapor yayınlıyor. Bu raporlar, çıktı performansı, fon, bilgi, yetenek, altyapı ve politika olmak üzere altı bileşen dikkate alınarak hazırlanıyor. 2019’daki rapora göre Silikon Vadisi ilk sırada yer alıyor. Onu Boston, San Diego, New York, Londra, Los Angeles, Lausanne-Gern-Geneva, Tel Aviv, Shangai takip ediyor (Arslanhan ve Kurnaz). 22 start-up ekosisteminin yer aldığı listede İslam dünyasından bir ülke yer almıyor
***
Sağlık güvenliği, dijitalleşme, yapay zekâ, big data, biyopolitika gibi kavramların korona sonrası dünyayı şekillendirecek anahtar kavramlar olacağı düşünülürse, ABD ve Çin’in çok önceden korona sonrası dünyaya hazırlık yapmış olduğu görülüyor. Veri denetimi, veri analizi ve dijital evren büyük oranda ABD kökenli şirketler tarafından kontrol ediliyor. Biyoteknoloji alanında İslam dünyasının ya hiç olmadığı ya da çok zayıf bir noktada bulunduğu açıktır. Bu açıdan bakıldığında küçük bir virüsün emperyalistleri dize getirdiği argümanı çok tartışmalıdır. Daha çok emperyalizmin kabuk değiştirdiği ve bunun da hazırlığını çok öncelerden yapmış olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Bu çok önemli bir sorun. Ama daha önemlisi, İslam dünyasının bu sorunun ne kadar farkında olduğudur. Hasmını takip etmeyen, kendini yenilemeyen, ne bu dünyaya ne de ahirete bir faydası olmayan tartışmalar içinde sürüklenen bir İslâm coğrafyasının yarını dünden daha iyi olmayacaktır. Üreme, hatta üreme öncesi dönemden başlayan biyolojik temelli bir müdahale biçimiyle karşılaşacağız. İslam dünyasının bu meydan okumaya bir cevap verebilmesi şu haliyle mümkün görünmüyor. Buna cevap verebilmenin yeter şartı olmasa da gerek şartı, İslam birliğinin imkânları üzerinden düşünmek ve buna dönük eylemler üretmektir.
Kaynak:
Aksan Kurnaz, I., Uyar Arı, O., Ünver Salman, S. (2019) Girişimcilik ve Biyoteknolojiye Giriş, (Adım Adım Biyogirişimcilik, Aba Yayınları)
Aksan Kurnaz, I., Arslanhan, S. (2019) Biyoteknoloji ve Yaşam Bilimlerinde Girişimcilik: Türkiye ve Dünyada Biyoteknoloji Pazarı ve Start-up’ların İtici Gücü (Adım Adım Biyogirişimcilik, Aba Yayınları)
Milli Gazete / Mücahit Gültekin