ABD, Avrupalı müttefikleriyle evvelâ Ukrayna üzerinden Rusya; akabinde de Pasifik’deki müttefikleriyle Tayvan üzerinden Çin’e karşı ağır bir seferberlik başlattı. Bu seferberlik, tedricî olarak Rusya ile Çin arasında giderek artan bir işbirliğini başlattı. Wang Yi’nin son Münih Konferansı’ndan eli boş dönmesi; soluğu Moskova’da alması tam da buna işâret ediyor. Şi Cin ping, kısa bir zaman sonra Moskova’yı ziyâret edecek. Dışişleri Bakanı olarak Wang Yi’nin halefi olan Qin Gang, ilk defâ ABD’yi ağır bir dille suçlayan ve her alandaki Rusya-Çin işbirliğini yücelten bir konuşma yaptı. Hindistan şimdilik arada duruyor. Ama Batı’nın izlediği siyâsetlerden pek de memnun olmadığı ortada. ABD’nin şu aralar Hindistan’ı sık sık Rusya’dan uzak durması husûsunda tehditkâr bir şekilde ikâz etmesi, Narendra Modi idâresinin insan hakları karnesine kırık notlar yüklemesi Hindistan’ı gerdiği ortada. Eğer o da, bu baskıların artması durumunda yakın bir gelecekte askerî işbirliğini de içerecek derecede güçlenmesi ve ittifak kıvamına gelmesi çok muhtemel olan Rusya-Çin yakınlaşmasına dâhil olursa işlerin çok karışacağını ve belki de bunların III.Umûmî Harbin çıkma ihtimâlini fazlasıyla güçlendireceğini düşünebiliriz.
Bu gidişâtı ne tersine çevirebilir? Barış yolunda ümitlerin tâzelenmesini sağlayacak olan gelişme hiç şüphesiz, evvelemirde Rusya ve Ukrayna’nın kendi inisyatifleriyle masaya oturması veyâ dış dünyânın baskılarıyla oturtulmasıdır. Bu açıdan bakıldığında manzara hiç de hoş değil. Zelenski iktidârı, son Ukraynalı ölene kadar savaşacaklarını, Kırım da dâhil olmak üzere, “işgâl” altındaki tekmil Ukrayna toprakları kurtarılmadan masaya oturmayacaklarını, tonu giderek koyulaşan açıklamalarıyla diretiyor. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya gibi aslardan başlayarak Polonya ve irili ufaklı Baltık devletlerine kadar Batı dünyâsı ise Ukrayna’ya müteveccih silâh sevkiyâtını azaltmak bir tarafa, giderek arttırıyor. Anlıyoruz ki, bu savaş, yüzbinlerce insanın hayâtına mâl olsa da bir tarafın kesin yenilgisi gerçekleşene kadar devâm edecek. Ama daha büyük bir tehlike, bunun Moldova, Kosova veyâ Bosna üzerinden başka coğrafyalara metastaz yapması ihtimâli. Meselenin bir de Pasifik tarafı olduğuna yukarıda işâret edildi. En büyük hesaplaşmanın orada yaşanacağını da biliyoruz.
Avrupa son derecede dayanıksız çıktı. Muhtemelen ne Rusya ne de Avrupa ile ticâretini kendisi açısından hayâtî göre Çin, başta Almanya olmak üzere, AB’nin ABD ve İngiltere karşısında direnç oluşturacağını bekliyorlardı. Ama olmadı. Almanya ve tabiî ki AB bu baskı karşısında, üzerine su dökülmüş kesme şeker gibi dağılıverdi. Dolayısıyla, AB’den de kısa vâdede ümit yok. Olaf Scholz, Kuzey Akım 2 konusunda yaptırım uygulama karârı aldığı 2019’da Mâliye Bakanı’ydı. Bu uygulamanın Almanya’nın iç işlerine müdâhale olduğunu sert bir dille getiriyordu. Nereden nereye?…
En çok konuşulanlardan birisi de ABD’de Demokratların veyâ Biden’ın önümüzdeki seçimleri kaybetmesi ve onların şahin siyâsetlerini eleştiren Cumhûriyetçilerin iktidâra gelmelerinin bir yumuşama, belki de barış için bir şans olduğunu düşünenler var. Şimdi buna bir bakalım.
2018’de Helsinki’de gerçekleşen Putin-Trump görüşmesinin, şakalaşmalar ve hediyeleşmelerle son derecede sıcak geçtiğini biliyoruz. Bunun aksine 2021’de yaklaşık 4 saat devâm eden ilk ve son Biden-Putin görüşmesinin ardından liderlerin yaptığı karşılıklı şikâyet ve suçlamalar mânâsına gelecek imâlarla yüklü açıklamalar havalarda uçuşmuş, ortam buz kesmişti. Bunun böyle olacağı baştan belliydi. Çünkü Biden’ın da mensûbu olduğu Demokratlar, bir evvelki dönemde Trump’ın aslında seçimleri kazanamadığını, Rus gizli servisinin müdâhaleleriyle seçim aritmetiklerinin çarpıtıldığını ve bu zaferin âdeta Rusya’nın katkısıyla Trump’a hediye edildiğini iddia ediyorlardı. Onların gözünde Trump, Putin’in adamıydı. Hoş, Trump da bunu düşündürecek konuşmalar ve davranışlar sergiliyor, sanki Putin ve Rusya ile arayı bozmayacak konuşmalar yapıyor, davranışlar sergiliyordu. Hâlbuki pratik bunun tam da tersini ortaya koyuyor. Rusya-ABD ilişkileri daha Trump devrinde gerilmeye başlamıştı. Daha 2017’de ABD Rusya’yı INF anlaşmasını ihlâl etmekle suçladı. Yine 2017’de ABD’nin Sûriye’yi seyir füzeleriyle vurmasına Rusya çok sert bir tepki verdi. EXXON’ın Rusya’daki faaliyetlerinin yasaklanması, Trump’ın Rusya’yı İran’a yardım etmekle suçlaması, Obama devrinde başlayan diplomatik misyonların sayısal sınırlanması ve karşılıklı olarak azaltılması meselesinin çözülmesi bir tarafa derinleşmesi, Rusya’ya karşı 2 Ağustos Yaptırım Yasası’nın Trump’ın imzâsı ile yürürlüğe konulması, Medvedev’in buna ağır bir dil ile mukabele etmesi, Trump’ın Ukrayna’ya ağır silâhların verilmesini onaylaması, Dombass husûsunda Rusya’yı suçlaması, Kuzey Akım 2 projesinin geliştirilmesine karşı çıkması ve burada çalışan firmalara yaptırım uygulayacağını açıklaması gibi başlıklarda liste uzayıp gitmekte..
Hâsılı, bugün içinde bulunduğumuz tedirginliğimizin her gün biraz daha arttığı ortamın tohumları çok daha gerilerde atılmış görünüyor. Demokratların Trump eleştirisini yeteri kadar radikal olmaması şeklinde algılamak ve değerlendirmek gerekiyor. Aslında Biden, Trump’ın savruk olarak başlattığı ve yürüttüğü siyâsetleri pekiştirmekten başka bir şey yapmadı. Onun için muhtemel bir Cumhûriyetçi iktidardan barışa doğru bir değişimi beklemek akıllı bir beklenti olmayacaktır.
Süleyman Seyfi Öğün/Yeni Şafak