Bundan 74 yıl önce 26 Ocak’ta vefat eden Kâzım Karabekir Paşa İstiklal Savaşı’nda Şark (Doğu) Cephesi Kumandanlığını başarıyla yürütüp Milli Mücahede’nin ilk zaferini 1920 Ekiminde Ermenilere karşı kazanmış, Cumhuriyetten sonra ise muhalif Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin başına geçmişti. Lakin Partisi Şeyh Said olayı bahane edilerek kapatıldıktan sonra kendisi ve arkadaşları 1926 yılında İzmir İstiklal Mahkemesi’nde idamla yargılanıp beraat edecektir ama bir şartla: Evine kapanıp siyasetle kat’iyyen ilgilenmeyecektir.
Paşamız 1927 senesinde sona eren milletvekilliğinden sonra Erenköy’deki köşkünde sıkı sıkıya takibe alınır. Bu sırada mecburen sakin bir hayat sürer. Ta ki altı sene sonra Milliyet gazetesinde kendisi ve silah arkadaşlarının aleyhine bir yazı dizisi başlayıncaya kadar. “Ankaralının Not Defteri” diye imza atan güdümlü yazar İstiklal Savaşı’nın sonradan muhalefete geçmiş ve şimdi evlerine kapatılarak susturulmuş bulunan komutanlarına acımasızca yüklenmektedir.
Meçhul yazar bir ara sözü Karabekir Paşa’ya getirir ve onun çocuklar için “Şarkılı İbret” piyesi yazacağına İstiklal Savaşı hatıralarını yazmasının yerinde olacağı dokundurmasında bulunur. Buna içerleyen Paşa, belgelerle desteklediği cevabî mektubunu postayla gazeteye gönderir. İşin garibi, cevap 4 Mayıs 1933 günü Milliyet gazetesinde çıkar ve tahmin edilebileceği üzere bomba gibi patlar, zira Paşa, sarsıcı iddialarıyla Nutuk’taki tezlere meydan okumaktadır.
Karabekir Paşa’nın gönderdiği altı mektup Milliyet’te peş peşe yayınlanır ve Harf İnkılabı yüzünden yerlerde sürünen gazetenin tirajı beklenmedik bir şekilde fırlar. Ancak “yüksek yerden” gelen bir emirle Paşa’nın cevaplarının yayını 7. mektup yayınlanamadan kesilir. Anlayacağınız hakem düdüğü çalıp maçı tatil etmiştir.
Lakin silahıyla olduğu kadar kalemiyle de mücadele etmekte usta olan Kazım Karabekir Paşa, hazırladığı belge ve notları bu defa bir kitap halinde çıkarmaya karar verir. Kendi deyişiyle “düello” henüz bitmemiş, sadece yeni bir aşamaya girmiştir.
İstiklal Harbinin Esasları adını taşıyan ilk cildin basım işi 28 Mayıs 1933 günü öğle vakti bitirilmiştir. Ancak aynı günün ikindi vaktinde kötü haber Erenköy’deki köşkünde oturan Paşa’ya ulaşır. Sinan Matbaası sahibi Sinan Omur bir yerlerden fena halde tehdit edildiğini, pasaportunu alıp yurtdışına savuşmaktan başka çaresi kalmadığını, en acısı, basılan kitapların CHP İl Başkanlığı gözetiminde bir polis ekibi tarafından itfaiye kamyonuna doldurularak matbaadan götürüldüğünü haber verir. (Kitaplar Bakırköy’de kireç ocaklarında yakılacaktı.) Karabekir Paşa, Harbiye’den sınıf arkadaşı Başvekil İsmet Paşa’ya bir protesto telgrafı çekerek kanunsuz bir şekilde el konulan kitaplarının iadesini ister. Lakin herhangi bir cevap alamaz.
Sonradan öğrendiğine göre meğer CHP İstanbul İl Başkanı Cevdet Kerim İncedayı, Sinan Omur’un önüne bir kâğıt koyup zorla imzalatmış. Kâğıtta bizzat matbaa sahibinin, sakıncalı olduğu gerekçesiyle kitabın imhasını istediği yazmaktaymış. Oysa matbaacının böyle bir hakkı yoktur, zira kitabı yazar kendi parasıyla bastırmaktadır. Paşa bunun üzerine savcıya şikâyet eder ama ilgilenen olmaz. O zaman defterine şu sırlı notu düşer:
“Hükümet gizli eliyle kitaplarımı yaktı.”
Karabekir Paşa başka bir eserinde de “Kızıl Pençe” diye gizli bir örgütten söz eder. Bu örgütün tetikçilerinden birisi Kılıç Ali ise öbürü de Recep Zühtü’dür. Kitabının yaktırılması işini bunlar organize etmiştir. Öte yandan Kılıç Ali hatıralarında kitabı yakma sorumluluğunu İnönü’nün üzerine atar. Ancak Gazi’nin Karabekir’in kitabını okuyup da “beyinsizce ve alçakça” diye not düşmüş olması ve Karabekir Paşa’nın bir akıl hastanesine götürülmesini tavsiye etmesinden nedense tek satırla olsun bahsetmez. (Bu not için Uğur Mumcu’nun Kâzım Karabekir Anlatıyor adlı kitabına bakınız.)
Lakin çilesi henüz bitmemiştir Paşa’nın.
Ardından 70 kadar polis evini basar, 95 dosya tutarındaki yazı ve belgelerini dört çuvala doldurup götürür. Keza arkadaşı Cafer Tayyar (Eğilmez) Paşa’nın evi de didik didik aranır. Asıl dertleri, yakılan kitaptan Paşa’da kaldığını öğrendikleri o beş tehlikeli nüshayı ele geçirmektir. Nüshaların nerede olduğunu sorarlar. Paşa ‘Onları yaktım’ diye cevap verir. Lakin tehditlerine devam ederler. İş, suikast planlamaya kadar dayanır.
“Bir suikasd eserime karşı yapıldı”, der Paşa, “diğeri hayatıma karşı hazırlandı. Fakat haber alıp önledim.”
Bu noktadaki açıklamaları çarpıcı olup mutlaka dikkate alınması gerekir:
“Bana karşı Gazi’nin bir suikasd yapacağını düellomuzun ilk gününden beri kaç kişilerden işitmiştim” der Bir Düello Bir Suikast adlı kitabında ve ekler: “Fakat bu bir tahminin sonucuydu.”
Şimdi yeni bir suikast hazırlığı yapıldığını öğrenmiştir. Habere göre İstanbul Vali Konağında tam dört gün bu mesele müzakere edilmiş. Bir Ermeni’ye kendisini öldürterek suçu onun üzerine atacaklarmış. “Bütün hınçları”nın İstiklal Savaşı’nda gördüğü hizmetlerin belgelerini ortaya koymasından ileri geldiğine inanmaktadır. “Dostluğu düşmanlığından tehlikeli olan bu şefimiz, artık son kararını vermiş bulunuyor.” Böyle yazar.
Öte yandan Başvekil İsmet Paşa 1933’ün Ağustos ayında olaydan haberi olmadığını yazar kendisine. Karabekir acır ona. “Ne yazık ki, kendisinin “Gizli Kızıl Pençe”den haberi yok” der. Şunu kabul eder: “Kızıl Pençe düzeninde İsmet yoktu. Buna doğruca Gazi emir verir. Meclis Reisi, Kılıç Ali gibi en güvenilir adamları vasıtasıyla hükümet mekanizması gizli oyunlarına başlarlardı.”
Kitabını onların yaktırdığına, evini onların bastırdığına, şimdi de suikast düzenleyerek ipini çekmek istediklerine inanır. Başvekile bir mektup yazarak oyunu bozmaya çalışır.
Karabekir Paşa asıl bu “anormal işler”in ülkeyi felç ettiğine üzülür. “Yazık ölen vakitlere, yazık öldürülen hakikatlere” diye hazin bir son not düşer defterine.
“Kızıl Pençe” düzeni Kazım Karabekir’i zahiren susturmayı başarsa da, o asla yılmaz, eserlerini yazmaya devam eder. Bugün elimizdeki kitapları onun bu ikinci mücadele cephesinin eseridir. Birçok sırrı deşifre etmiştir de, nedense “Kızıl Pençe”yi pek özet geçmiştir. İnsanın aklına geliyor ister istemez: Bu kitap yaktıran “Kızıl Pençe” nasıl bir örgüttü? Buyurun tarihin yeni bilinmezlerine…
1933 yılında yakılan kitabı 1951 yılında ailesi tarafından yine İstiklal Harbi’nin Esasları başlığıyla bastırılır. Bugün piyasada çeşitli baskıları bulunan bu kitabın metninin 1933 yılında yaktırılan kitabın aynısı olup olmadığını bilmiyoruz. Muhtemelen kısmen sansürlenmiştir, zira Cemal Kutay’ın bir yayınında yakılan kitaptan aktarılan parça elimizdeki nüshadan tamamen farklı bir mahiyette. Günün birinde ortaya çıkacak ama kim bilir nereden?
“Yalan bir sistir, dağılır” demişti Paşa, “Hakikat ise güneştir, doğar.” Hakikatlerin yeniden konuşacağı günlerin yakın olması ümidiyle Paşa’yı vefatının 74. sene-i devriyesinde rahmet ve hürmetle yâd ediyoruz.
Akit / Mustafa Armağan